Tamam, anladım; İnan Kıraç şehre Suna
Kıraç’ın adını yaşatacak bir kültür merkezi hediye
etmek istiyor…
Tamam, anladım; Kadir Topbaş da, İstanbul’a bir anıt bina
yaptırmayı kafasına koymuş…Tamam, anladım; bunun için en uygun alan,
Tepebaşı’nda bulunan o çirkin TRT binasının yeri. Şehrin öteki
‘anıt bina’larına, Ayasofya ve Sultanahmet Camii’ne tepeden bakıyor…
Tamam, anladım; TRT Genel Müdürü o arazideki hissesini gerçek fiyatının
altına satmaya bir türlü yanaşmadığı için, takas türü çözümler bulunuyor…
Tamam, anladım; sesleri de çıkmadığına göre, doğrudur, dünya ölçeğinde
anıtsal bina yapabilecek bir tek Türk mimar yok…
Tamam, anladım; Hürriyet yazarı Eyüp Can ve Milliyet
yazarı Aslı Aydıntaşbaş projeye sonsuz destek veriyor…
Tamam, anladım; konu çok önemli, o yüzden bir mimar, elinden tutulup, ikide
bir Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ile görüştürülüyor…
Ama benim anlamadım; niçin İstanbul’un ortasına dekonstrüktivist, şehrin
mimari dokusuyla uyumsuz bir bina yapılmak zorunda olduğu…
Benim anlamadığım, İnan Kıraç’ın ifadesiyle, ‘Ayasofya ve Sultanahmet
Camii ile konuşacak’ bir bina yapılma fikrinin nereden çıktığı… İki
dinin dinsel yapılarıyla bir ‘Kültür Merkezi’nin niçin konuşturulacağı…
Benim anlamadığım; bu iş için niçin dünyada 300 mimar arasında yapılan bir
ankette ‘dünyanın en çok abartılan 2. mimarı’ unvanına kavuşan
bir isim üzerinde ısrar edildiği…
Benim anlamadığım; New York Times mimari eleştirmeni Herbert
Muschamp’ın, bu mimarın, ‘denizden çıkmış ölü bir varlık’a benzettiği
yapıtlarına niçin Paris’in, Londra’nın, Viyana’nın tarihsel dokuları içinde yer
verilmezken, İstanbul’da pekala yer verilebileceği…
Benim anlamadığım; niçin bir konkur açılmadığı, neden başka mimarlara da
‘Ayasofya ve Sultanahmet Camii ile konuşacak’ bir eser üretme imkanı
tanınmadığı…
Benim anlamadığım; niçin bu işi Frank Gehry adıyla tanınan
Ephraim Goldberg’in yapmak zorunda olduğu…
Sanırım, benim gibi mimariden anlamayan İstanbullulara, İstanbul’un bu mülkü
üzerine binayı yapmak isteyen İnan Kıraç yanıt verebilir…
Fakat bir dakika, onu Frank Gehry’e yönlendiren bizzat Kadir Topbaş imiş…
O zaman soruyu Kadir Topbaş’a sormak durumundayız: İstanbul neden ‘Ayasofya
ve Sultanahmet Camii ile konuşacak’ bir dekonstrüktivist (yapı sökümcü) ‘anıt
bina’ya ihtiyaç duyuyor?
Ve bu binayı niçin ve muhakkak surette Frank Gehry yapmak zorunda?
Kendisi de bir mimar olan, Kadir Topbaş, bu sorulara muhakkak surette tatmin
edici bir cevap verecektir.
Evet, bu tür projelerin, düşük profilli şehirlere kaktıları vardır. Örneğin
Gehry’nin yaptığı Bilbao Müzesi’nin Bilbao’ya katkısı olmuştur.
Ancak, yüksek kültürel profilli kentlerin merkezlerinde ‘tarihsellik dışı’ anıt
binaların, bozma fonksiyonu da olabilir. Bu yüzden o müze, Barcelona’da değil,
Bilbao’da yapılmıştır. Avrupa Kültür Başkenti konusunda da benzer bir karışıklık
yaşanmadı mı?
Macaristan’ın Peç, Almanya’nın Essen gibi küçük şehriyle birlikte İstanbul
Avrupa Kültür Başkenti ilan edildi…
Oysa, bu şehirlerin muadili Bursa veya Edirne olabilirdi. Ve bu projenin
Bursa veya Edirne’ye çok büyük katkıları olurdu.
Sanırım, İstanbul’un klasmanı da şaşırılıyor. Gehry binası da böyle bir
kategori şaşkınlığının sonucu olabilir.
Büyükşehir Belediye Başkanı’nın bu konularda da söyleyecekleri vardır,
muhakkak…
Sayın Başkan’a bu konuda sorular yöneltebileceğim bir mülakat yapmayı çok
isterim doğrusu.