Yüzyılın en büyük sorunu, herhalde enerji ve küresel ısınma olacak. 8 Aralık'ta dünyanın hemen her yerinde küresel ısınmaya karşı eylemler yapılacak. Eşzamanlı eylemler ile Birleşmiş Milletler (BM) İklim Değişikliği toplantısında bulunan hükümet delegasyonlarına "İklimi kurtarın" mesajı verilecek.
BM İklim Değişikliği Konferansı başlamadan önce aralarında Shell, Coca-Cola, Philips gibi devlerin de bulunduğu 150 kadar şirket Financial Times gazetesine bir ilan vererek, iklim değişikliğine yol açan sera gazlarının salımını azaltmak üzere bağlayıcı hedefler konulması çağrısı yaptı. Şirketler ilanda, iklim değişikliğinin küresel boyutta çok ciddi sosyal, çevresel ve ekonomik riskler taşıdığının artık bilimsel olarak kanıtlandığını ve buna acilen tepki verilmesi gerektiğini söylüyor. İklim değişikliğiyle mücadele için hiçbir şey yapmamanın maliyetinin, hemen harekete geçmekten çok daha ağır olacağını belirtiyorlar. Anlaşılan küresel kapitalizmin büyük aktörleri bile durumun vahametinin farkına varmış. Bir de bizim hükümetimiz bu gerçeği görebilse!
Ama ne yazık ki Türkiye hâlâ Kyoto Protokolü'nü imzalamadığı gibi, üstüne üstlük neredeyse tüm dünyanın zararlarını kabul edip vazgeçmeye başladığı nükleer enerji için kolları sıvıyor. 22 Kasım günü Cumhuriyet'te Murat Kışlalı imzasıyla yayımlanan haberde şöyle deniyordu: "Nükleer enerji, Batı ülkelerinde 'ölü teknoloji' olarak anılıyor. ABD'de yapımı tamamlanmış olmasına rağmen Shoreham Reaktörü, işletim masrafları çok yüksek olacağı için kapatıldı. İtalya'da referandumla faal haldeki üç reaktör, Avusturya'da halkın isteğiyle inşaatı tamamlanan ve çalışmaya hazır santral, Kanada'da emniyet gerekçesiyle birçok reaktör kapandı." Geçen hafta da Ermenistan'da bulunan Metzamor Nükleer Santralı'nın kapanacağını tüm gazetelerde okuduk.
Aslında konunun en can alıcı noktası şu: Nükleer santrallar uranyumu yüksek radyoaktivite taşıyan nükleer atıklar haline dönüştürüyor. Bu nükleer atıklar, yaydıkları yüksek dozdaki radyoaktif ışınlar nedeniyle canlılar için hayati tehlike taşıyor. Nükleer atıkların tüm canlılara ve bitkilere ulaşamayacak şekilde saklanması gerekiyor. Bu atıkların zararsız hale getirilmesi için bulunabilmiş bir yöntem yok. Nükleer atıklar sadece saklanıyorlar. Ve binlerce yıl daha radyoaktif ışınımlar yayacakları için geleceğe, yani çocuklarımıza da ölümcül bir miras olarak kalıyorlar.
Sanki sınır komşumuz İran'ın nükleer enerji konusundaki çalışmalarını kıskanmış gibi, Türkiye'nin de nükleer kulübe katılma isteğini anlamak pek olası değil. Dünyanın en büyük enerji kaynaklarından birinin üzerinde oturan İran'ın enerji gereksinimini nükleer santraldan karşılama isteği pek mantıklı görünmüyor. Bilindiği gibi, nükleer santrallarında kullanılan uranyum doğada çok az miktarda bulunan bir madde.
Bu problemi çözmek için ortaya atılan, nükleer atıklardan tekrar hammadde kazanmayı öngören teknolojik projeler ise teknik ve ekonomik nedenlerden dolayı uygulanır duruma getirilemiyor. Burada sanki amaç nükleer enerjiden yararlanmak değil de nükleer silahlara kavuşmak gibi görünüyor.
Eğer AKP hükümeti önceki hükümetlerin aksine bu lobiye teslim olup yenilenebilir enerji peşinde koşmak yerine nükleer bir yarışa girmeye çalışıyorsa vay bizim halimize.