AKP iktidarı uzun süredir sözü edilen, ne var ki, çevreci sivil toplum kuruluşlarının yanı sıra çok sayıda uzmanın, santralların kurulacağı yörelerde yaşayanların karşı çıkmalarıyla ertelenip duran nükleer enerji üretecek santralların kurulması konusunda, taşıdığı tehlikelere karşın kararlı görünmektedir.
Enerji Bakanı bu konuda son aşamaya gelindiğini ve çok yakın bir gelecekte santralların ihaleye açılacağını, santralların yapımında gözetilecek 9 kriterin de şu günlerde açıklanacağını dile getirmiştir. Sayın Bakan'a göre nükleer santrallar, tüm dünyada güvenli biçimde kullanılmakta, temiz ve ucuz enerji sağlamaktadır. Santralların ilkinin Sinop'ta kurulması planlanmıştır. İkincisinin ise turizm bölgelerinden birinde kurulacağından söz edilmektedir. Gazetecilerin nükleer santralın Sinop'u ve çevresini kirleteceği ile ilgili kuşkularını, "Temiz Sinop temiz kalacaktır. Gerekirse ben de orada bir yazlık ev alırım" diyerek Çernobil faciası sırasında Karadenizli yurttaşların yüreklerine su serpmek için TV ve basın önünde çay yudumlayan bir eski bakan gibi, yöre halkına hiçbir dayanağı olmayan boş ve mesnetsiz güvenceler vererek pekiştirmeye çalışmaktadır.
Oysa geçmiş deneyimlerin açık bir biçimde gösterdiği gibi nükleer enerji üretimi -eğer bunun ardında nükleer güç olma gibi boş bir heves yoksa- dün olduğu gibi bugün de yaşamsal tehlike içeren, üstelik radyasyon atıklarının yanı sıra üstesinden gelinmesi neredeyse olanaksız bir dizi sorunu da olan nükleer enerji üretiminin şakaya gelir yanı bulunmadığını ortaya koymaktadır.
Gerçekten de Avrupa'da ve dünyada, bir süredir nükleer enerji konusunda yeni bir dönem yaşanmaktadır. Bu, şu sıralar 'Çernobil Kışı'nı unutmayan antinükleer çevrelerle, miyadını dolduran eski santrallar yerine yeni nesil santralların yapımının sağlayacağı muazzam kârları düşünerek ellerini ovuşturan nükleer lobiciler arasında kıyasıya bir savaş sürmektedir. Konunun uzmanlarından Jean-Michel Bezat (Le Monde, 23 Kasım 2007) 'Nükleere dönüşün sınırları' başlığı ile yayımladığı yazıda sorunu çeşitli yönleriyle irdelemektedir. Avrupa Parlamentosu Yeşiller grubu, nükleer enerji konusuna endişe ile yaklaşanların saflarına katılmıştır. Grup 21 Kasım 2007'de yayımladığı raporda nükleer santralların karşı karşıya oldukları engellere değinmektedir.
Bunlar arasında radyoaktif atıklar, santrallara yapılması olası terörist saldırılar, nükleer enerji üreten ülkelerin sayılarının giderek artması (bugünkü sayı 31) gibi riskleri sıralamaktadır:
Fransa'daki hizmette olup da kırk yılını dolduran santralların yerini 2025 yılına kadar 290 adet yeni üçüncü nesil santralların alması gerekmektedir. Bu, önümüzdeki on yılda her bir buçuk ayda 1 santral anlamına gelmektedir. Oysa yine yazara göre, bu planın gerçekleşmesi neredeyse olanaksız. Zira reaktörün kalbi sayılan ana parçasını sadece Japonya'daki bir çelik tesisi üretmektedir. Daha da önemlisi Fransa gibi bir ileri sanayi ülkesinde nükleer santral yapımı için gerekli yeterli sayıda teknisyen ve mühendisin yokluğudur.
Ayrıca yeni değişimin finansal açıdan da sorunları mevcuttur. Üçüncü nesil reaktörlerin (EPR) maliyeti 3 milyar Avro'dur. Kredi notçusu Standard and Poor's finansmanla ilgili riskleri şöyle sıralamaktadır: "Yapımında gecikme, fiyat artışları, yeteri güvenirlilikten yoksun anlaşmalar... Moody's'e göre ise yeni nükleer atılım furyasında bankaları ve elektrik devlerini nükleer enerjinin üretim maliyetleri konusunda genellikle kabul gören fiyatlardan çok daha pahalıya ulaşabileceği konusunda uyarmaktadır."
Türkiye gibi yukarıda sayılan konulardaki yetenekleri sınırlı bir ülkede (hele üç buçuk ilaç şirketinin zehirli atıklarını kentin varoşlarındaki alanlara boca etmesini önleyemediği düşünüldüğünde) nükleer enerji üretimi gibi tehlikeli bir konuda bunca rahatlıkla güvenceden söz etmenin olasılığı var mıdır?
Üstelik tehlike salt bunlarla da sınırlı değil. Geçenlerde Almanya'dan gelen bir habere, hem de nükleer santralların gündeme geldiği şu sıralarda yeteri kadar ilgi gösterilmemesi şaşırtıcıdır.
Gerçekten de Alman radyasyon tehlikesine karşı korunma ofisi tarafından hazırlatılan bir rapor, nükleer tesislerin çevresinde yaşayan çocuklarda kan kanseri (lösemi) riskinin belirli ölçüde arttığını ortaya koymuştur. Mayence Üniversitesi tarafından hazırlanan ve Süddeutsche Zeitung'da yayımlanan söz konusu rapora göre (12 Aralık 07) 1980-2003 arasında Almanlardaki 16 reaktör arasında yer alan santralların 5 kilometre çevresinde yaşayan beş yaşındaki çocuklarda beklenen 17 kan kanseri vakası 37'ye yükselmiştir. Bu, nükleer santralların bulunduğu bölgelerin ulusal ortalamasına göre yüzde 117'lik bir artış ifade etmektedir.
Hastalık en çok santrala yakın yaşayanlarda etkili olmakta ve bu 50 kilometrelik çevrede de tehlike yaratmaktadır. Başka ülkelerde yapılan benzer araştırmalar, nükleer santral çevresinde yaşayanların aynı tehlikeyle karşı karşıya olduklarını da ortaya koymuştur. Ama bu kadar kusur, kadı kızında da olur derseniz, o başka!