Japonya’da yaşanan felaket sonucunda dünyanın gözü tekrar nükleer enerji
santrallarına çevrilmiş durumda. Ülkemizin halihazırda biri Mersin
Akkuyu bölgesinde planlanan ve temel atma aşamasına gelmiş, diğeri ise
Sinop’ta proje aşamasında olmak üzere iki adet nükleer
tesis kurma hazırlığı bulunuyor. Milletlerarası anlaşma yoluyla
yapılması ve inşa aşamasına gelmesi nedeniyle Mersin Akkuyu’da yapılmak istenen
nükleer enerji santralı ile ilgili işlemleri incelemek gereklidir.
Hükümet yetkililerinin bu santralın yapım amacını, ülkemizin yaşayacağı
muhakkak olan enerji sıkıntısı, gerçekleştirilecek teknoloji transferi,
sağlanması gereken enerji bağımsızlığı, santralın inşası ve işletimi için bir
lira bile harcanmayacağı aksine elde edilecek kazancın yüzde 20’sinin ülkemiz
hazinesine ödeneceği gerekçelerine dayandırmaktadır.
İnceleme konusu nükleer enerji santralının hukuksal dayanağını
anayasamızın 90. maddesi gereğince usulüne uygun olarak kabul
edilen ve bu şekilde yasa statüsüne kavuşan, tam ismi ‘Türkiye
Cumhuriyeti ile Rusya Federasyonu Hükümeti Arasında Türkiye Cumhuriyeti Akkuyu
Sahasında Bir Nükleer Güç Santralının Tesisine ve İşletimine Dair İşbirliğine
İlişkin Anlaşma’nın incelenmesinde bu gerekçelerden hiçbirinin hayata
geçmediği ortaya çıkmaktadır. Aksine AB katılımı konusunda yaratacağı
sıkıntılar, ülkemiz hazinesine son derece ağır yükler getirmesi gibi nedenlerle
maddi sonuçları açısından ciddi sakıncalar doğurduğu görülmektedir.
Yenilenebilir enerji
Ülkemizin enerji ihtiyacının miktarı konusunda ve gelecekte yaşayacağımız
iddia edilen enerji sıkıntısı konusunda tartışmalar halen devam etmektedir. Aynı
şekilde yenilenebilir enerji kaynaklarının, süreklilik özelliği tartışmasız olan
enerji talebine cevap verip veremeyeceği halen tartışmalıdır.
Tartışmasız olan tek husus ise yaklaşık 60 yıldır nükleer enerji üretme
çabası ve bu uğurda harcanan, harcanması göze alınan paraların karşısında,
yenilenebilir enerji kaynaklarına verilen desteğin yok denecek kadar az
olmasıdır. Örneğin nükleer santrallar ve kömür ile çalışan termik santrallar
için çok sayıda kanun ve yönetmelik çıkaran uzun yıllara dayalı alım garantisi
verilirken yenilenebilir enerjinin ihtiyaç duyduğu mevzuat ve sübvansiyonların
bir türlü verilememesi gösterilebilir. Rüzgâr santrallarının lisans dağıtımı
için sadece bir işgünü ayrıldığı herkesçe bilinen bir gerçektir.
Bulgaristan Belene bölgesinde yapılmak istenen VVER
1000 reaktör modeli AB müktesebatının getirmiş olduğu gerekli güvenlik
testlerinden geçememiştir. Belene santralında kurulmak istenen VVER-1000 tipi
reaktörlerin henüz Avrupa’da lisans almaması, Bulgar hükümetinin 2000
yıllarından önce hazırladığı ÇED (Çevre Etki Değerlendirme/Environmental
Impact Assesment Process) raporunun AB standartlarına uygun olmaması,
Atomstroyexport şirketinin, AB kanunlarına (EU Procurment
legistlation) aykırı olarak Belene inşaatının yüzde 30’unun Bulgar şirketlere
without tender yöntemi ile vereceklerini söz vermeleri, projenin uluslararası
Espoo Convention’ına uygunsuzluğu, nükleer atıkların çevreden
izole edilme planlarının belirsiz olması ve en önemlisi Bulgar hükümetinin yüzde
51’lik hissesine gereken parayı bulamaması sonucu Belene iptal edilmiştir. Bu
projede ülkemiz de yapılmak istenen reaktör tipleri dışında müteahhit şirketin
belirlenmesi yönteminde de benzerlik vardır. Aynı 2008 yılında ülkemizde yapılan
yarışma işleminde olduğu gibi pek çok katılımcı ihaleden geri çekilmiş ve yine
aynı ülkemizde olduğu gibi sadece Rus şirketi ihaleye katılmıştır.
Rusya ile yapılan sözleşmenin 10. maddesi incelendiğinde,
ülkemiz tarafından 15 yıl süre ile alım garantisi verilen elektrik birim
fiyatının içine, yatırım bedeli, sabit işletme bedeli, değişken işletme bedeli
ve yakıt bedeli, reaktörlerin ticari işletmeye alınması için alınan borçların
faiz ana para ve harçlar dahil ödenmesi için harcanan para bedelleri, proje
şirketi tarafından yapılan tüm sermaye harcamaları, lisans bedelleri, geliştirme
bedelleri ve masrafları, finansman sağlamaya ilişkin bedeller dahil ancak
bunlarla sınırlı olmayan bedeller, kullanılmış yakıt ve atığın taşınması,
depolanması ve bertaraf edilmesi, söküm ve sahanın yeniden kullanılabilir hale
getirilmesi, sigorta primleri ve vergileri, reaktörlerin modernizasyonuna ait
yapılan ve yapılacak tüm giderleri katılmıştır.
Sözleşme güvensiz
Santralın işletilmesi sırasında herhangi bir kazanın meydana gelmesi halinde
sözleşme gereği ve ülkemizin de taraf olduğu Paris Sözleşmesi uygulanacağı
kararlaştırılmıştır. Paris Sözleşmesi’nin 9. maddesi ise “Milli
mevzuatla aksi gösterilmedikçe işleten, silahlı çatışma, tecavüz, iç harp, isyan
hareketi ve istisnai karakterde vahim tabii bir afet yüzünden doğacak nükleer
bir kazanın sebep olduğu hasardan mesul değildir” hükmünü getirmektedir. Milli
mevzuatımıza bakıldığında, Paris Sözleşmesi’ne atıf yapıldığı görülmektedir.
Herhangi bir terör örgütü saldırısı neticesinde ortaya çıkan zarar Paris
Sözleşmesi dışında kalmakta yani sigorta koruma kapsamı dışına çıkmaktadır. Bu
durum nükleer enerji santrallarını açık hedef haline getirecektir ve dolayısıyla
fiziki koruma maliyetlerinde artış olacaktır.
Prof. Dr. Hayrettin Kılıç tarafından ifşa edilen
Balakovo raporunda, yukarıda bahsedilen VVER 1000 tipi
reaktörlerin Rusya’nın Saratova eyaletinde Balakovo şehrinde kurulduğu,
santralın gerekli zemin etütlerinin yapılmadığı ve bunun sonucunda faaliyete
geçtiği günden beri tam 161 kere zemin dengesizliği nedeni ile müdahale edilmek
zorunda kalındığı bellidir.
Akkuyu alanına yer lisansını veren bilim adamlarından hayatta kalan tek isim
olan Tolga Yarman’ın ısrarla lisanslama işlemi yapıldığı
tarihte Ecemiş Fay hattının varlığının bilinmediği, şu andaki bilgiler ışığında
yer lisansının verilemeyeceği bilgileri ve Rus Nükleer Teknolojisi’nin güvenlik
kültürünün somut uygulamaları, yüz yüze olduğumuz tehlikenin yakınlığı ve
ciddiyetini ortaya çıkarmaktadır.
Av. Arif Nihat Alpsoy / Çevre Hukuku Derneği Yönetim Kurulu Üyesi