Türkiye’de korumacılığın karşısındaki engellerin başında
koruma uygulamaları geliyor. “Koruma” adına alınan karar ve
uygulamalarla, İstanbul’un ahşap sivil mimarlığı sözde eski görünümlü, betonarme
hilkat garibelerine dönüştü, Boğaz’da hiç var olmamış “eski”
yalılar ortaya çıktı, Selçuklu mimarlığından bugüne ulaşmış tüm yapılar
eskilikleri kendinden menkul pırıl pırıl “tarihi eserler”
haline geldi, İstanbul surlarının bugüne ulaşmış parçaları
“restorasyon”la ortadan kaldırıldı. Kısacası, geçen 30-40 yıl
içinde “koruma” kavramının içini boşaltmayı becerdik. Üstelik çoğu kez de
bunları iyi niyetlerle yani tarihsel yapıtları korumak için yaptık.
İşte iyi niyetle yola çıkıldığı açık olan, ama sonuçta korumacılığın
meşruiyetini tartışılır hale getiren bir karar da geçtigimiz aylar içinde
alındı: İstanbul II Numaralı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge
Kurulu, 22 Ocak 2009 tarihinde verdiği kararla Şişli ilçesinde,
Teşvikiye mahallesinin (Nişantaşı’nın) içinde yer aldığı geniş
bir alanı (kurul başkanı Mete Tapan’ın karşı oyuna rağmen) “kentsel
sit” ilan etti. “Kentsel sit” kavramının tanımından yola çıkmış gibi
duran kararda, söz konusu alanın, bu alanda bulunan ve “korunması gerekli kültür
varlığı olarak tescil edilmiş tek yapıların yoğunluk, mimari ve tarihi bütünlük
göstermesi nedeni ile” kentsel sit alanı olarak belirlendiği söyleniyor.
Bu kararda da belirtildiği gibi, “kentsel sit” belirli bir
bölgedeki yapılaşmanın tarihsel ve mimari bütünlük içermesi durumunda geçerlik
taşıyan bir kavramdır. “Kentsel sit”in önemli bir ayırıcı özelliği de, içerdiği
öğelerin bütününün taşıdığı anlamın, her bir öğenin tek başına taşıdığı anlamın
ötesine geçmesidir. Kentsel sit, yapıların tek tek oluşturduğu gerçeklikten
farklı bir gerçeklik sunar. Bu gerçeklik o “yer”in kendi özgül mekânsal
örgütlenme mantığı içinde var olur. İşte kentsel sit kavramsallaştırmasının
gündeme getirdiği asıl “koruma nesnesi” de bu örgütlenme mantığını içeren
bütünsel yapıdır.
“Kentsel sit”in tüm bu özellikleri, karşımıza geleneksel yerleşmelerde çıkar;
zaten “kentsel sit” kavramsallaştırması da özellikle geleneksel yerleşmelerin
korunmasıyla ilgilidir. Geleneksel bir yerleşme, ortak bir mimari karakterde
(ortak bir anonim dilde) somutlaşan ve belirli bir tarihsel bağlam tanımlayan
bir bütünlük gösterir. Ayrıca her geleneksel yerleşme özgül bir mekânsal yapı
taşır, bu da asıl koruma bağlamını belirler. Buna çok bilinen bir örnek olarak
Safranbolu verilebilir. Aynı tarihsel ve mimari özellikleri taşıyan yapılarıyla
kendini gösteren bağdaşık karakteri ve bu yapıların kentsel mekân içinde
Safranbolu’ya özgü örgütlenmesi, örnek bir “kentsel sit” tanımlar.
Modern çağın yerleşme dokularında, koruma değeri ve “kentsel sit” niteliği
taşıyan yerler ise, tek defada tasarlanmış ve belirli bir mimari bütünlükle
kendini gösteren alanlardır. Buna da örnek olarak Ataköy 1. Kısım
yerleşmesi ya da Paul Bonatz’ın Ankara’daki
Saraçoğlu Mahallesi verilebilir.
Gelelim II Numaralı Koruma Kurulu’nun kararına. Bu kararı
değerlendirmek için “kentsel sit” ilan edilen alana daha yakından bakmak gerek.
Söz konusu alan farklı karakterler taşıyan iki kesimden oluşuyor: İlki
Cumhuriyet Caddesi’ne bitişik dar bir şerit. Caddenin batısında bulunan bu
şerit, Askeri Müze, Radyoevi ve Hilton otelinin tam karşısında yer alıyor.
İkinci kesim ise, Cumhuriyet Caddesi/Halâskargazi Caddesi ekseninin doğusunda,
ağırlıklı olarak Teşvikiye mahallesinden oluşan geniş bir bölge oluşturuyor.
“Kentsel sit” kararından en fazla etkilenen bölge de burası.
Mimari bütünlük yok
Önce ilk kesime bakalım: Cumhuriyet Caddesi’nin batısındaki alan, bugüne
ulaşmış yapısıyla, ilk örnekleri 19. yüzyıl sonundaki modernleşme döneminde
ortaya çıkmış, bitişik düzen oluşturan dar parseller içeriyor. İstanbul’da,
Osmanlı modernleşmesinin örnekleri olan Balat ya da Tarlabaşı gibi benzer
alanların korumaya alındığını biliyoruz. Ne var ki bu alanlarda, erken
modernleşme dönemine tanıklık yapan ve karakter bütünlüğü taşıyan korumaya değer
öğeler de belirgin bir yoğunluk gösteriyor. Burada konu ettiğimiz bölgede ise
korumaya değer bulunarak tescil edilmiş, belirli bir mimari bütünlük taşıyan
yapılar aynı yoğunlukta değil, tüm yapıların yaklaşık yüzde 20’si düzeyinde.
Kısacası “kentsel sit” niteliği oldukça tartışmalı bir alanla karşı
karşıyayız.
Ağırlıklı olarak Teşvikiye Mahallesi’nden oluşan ve çok daha geniş bir alan
oluşturan ikinci kesimde ise, tartışmaya yer vermeyecek açıklıkta bir durumla
karşılaşıyoruz. Öncelikle 1925 tarihli Pervititch haritasına bakmakta yarar var:
Teşvikiye mahallesinin yer aldığı bölgenin, bugün artık bir iki örnek dışında
hiçbiri ayakta kalmamış olan konak ve benzeri müstakil yapılardan oluştuğu
görülüyor. Başka bir deyişle, 84 yıl önce çizilmiş haritada, bahçeler içindeki
konaklardan, müstakil evlerden oluştuğu görülen doku, yüzyıl içinde tümüyle
ortadan kalkmış ve yerini bitişik düzende yeni bir yapılaşmaya bırakmış.
Kısacası, yalnızca yapılar değil, mekânın örgütlenme düzeni de tümüyle değişmiş.
Bugünkü Teşvikiye mahallesi, oluşumu özellikle 20. yüzyılın ikinci yarısına
dağılmış, kentin pek çok bölgesinde olduğu gibi modern dünyanın tüm çoğulcu
görüntüsünü taşıyan, homojen değil heterojen karakterde bir yapılaşma içeren,
bütünsellikten alabildiğine uzak ve bu özellikleriyle de “kentsel sit”
kavramının dışında yer alan, kurulun iddia ettiği özelliklerin hiçbirini
içermeyen bir bölge. Nitekim bu iddialardan biri olan “tescil edilmiş tek
yapıların yoğunluk” taşıması da tümüyle gerçek dışı. Bu bölgede tescil edilmiş
yapılar, tüm yapıların yüzde 10’una bile ulaşmıyor, bu yapılar ise ağırlıklı
olarak Halâskârgazi ve Teşvikiye Caddeleri üzerinde bulunuyor, sokakların önemli
bir bölümünde ise tek bir tescilli yapı dahi yok.
Evet, açıkça görülüyor: Koruma Kurulu’nun Şişli ilçesinin belirli bir
bölgesine ilişkin “kentsel sit alanı” kararı, yeterince araştırma yapmadan
alınmış, bilimsel temelden yoksun, “koruma” kavramının içini boşaltan ve bu
yüzden koruma pratiklerini de zedeleyecek bir karar. Üstelik korumacılığın (ve
koruma kurullarının) meşruiyetini tartışılır duruma getiriyor, yani en büyük
zararı yine “korumacılık”a veriyor. Büyük bir olasılıkla, kurul başkanı Mete
Tapan’ın karşı oy vermesinin nedeni de bu olsa gerek...