Geçtiğimiz günlerde Steven Holl, Bernard Tschumi ve Norman Foster'ın son projeleri "komşu"ları ile ilşikileri nedeniyle gündeme yansıdı. Üçü de yapının bulunduğu yer ile ilişkisi bakımından farklı bir yaklaşım sergiliyor.
Tschumi'nin tasarladığı Batı Diaoyutai Kulesi olarak adlandırılan gökdelenin Kunyu nehri kenarında yapılması planlanıyor. 59.000 metrekare toplam alana sahip olacak yapı bir oteli de içerecek şekilde konut olarak tasarlanmış.
Koolhaas'ın CCTV kulesi ile benzerliği gözden kaçması zor olan Batı Diaoyutai Kulesi güney doğu köşesinden kesilerek geniş ve dramatik bir etki yaratması beklenen bir açıklık oluşturulmuş. Bu açıklığa yerleştirilecek bir terastan nehir ve kent manzarasının görülüyor olması düşünülmüş. Bu yeşil köşenin aksine, yapı metal panellerle kaplanacak. Metal paneller arasına çeşitli büyüklüklerde yuvarlak pencereler yerleştirilerek köşeli geometri ile bir karşıtlık oluşturulacak. Bununla bağlantılı olarak yine bir bilgisayar platinini andıran dış cephenin tersine zemin katı büyük bir bahçe olarak düşünülüyor.
Yakın zamanda tamamlanmış bir başka örnekte ise Steven Holl, iki süslü 19. yüzyıl yapısını birleştirerek inşa ettiği Pratt Enstitüsü'nün bambaşka bir yaklaşıma sahip olduğu göze çarpıyor. Higgins Hall olarak anılan 22.500 metrekarelik ışık kutusu ilginç bir şekilde tam oraya aitmiş izlenimi veriyor. İki binayı bağlama işlevini üstlenirken hem kendini yeni olarak ortaya koyabilen hem de bir mimarlık okulunun gerektirdiği mütevazilik ile yaratıcılığı birlikte sergileyebilen bir yapı. Brooklyn'in kozmopolit karakteriyle de uyumlu olan Higgins Hall açıkça yabancılık çekmiyor. Tschumi'nin ilginç olmakla birlikte her özelliği kendinden menkul kulesinin tersine şimdiden Brooklynli bir mimarlık okulu.
Norman Foster NY için tasarladığı son kule yapının çevresiyle ilişkisi bağlamında ilginç bir proje niteliğinde. Mies van der Rohe'nin modern mimarlığın ikonlarından biri olarak gösterilen Seagram Building'inin hemen yanına inşa edilecek kule, Seagram'ın tamamlayıcısı olacak. Zira Seagram ile aynı arazi parçasının üzerinde bulunuyor. Van der Rohe'nin yasal olarak kullanma hakkına sahip olup kullanmadığı parçaya inşa edilecek yapı, yükseliği genişliği ve cephe tasarımı açısından Seagram ile bir bütünlük oluşturma derdinde. Bir "ek" yapı olarak kendini ifade etmenin yanı sıra, Seagram'ın bronz renkli kaplamasına karşıt olarak aydınlık ve saydam bir etki bırakması planlanıyor. Hemen yanındaki yapı ve çevresi ile olan ilişkisinin yapı açısından ne kadar önemli olduğu projenin sunumundan da hemen anlaşılabilir.