Yazın turist akınına uğrayan Muğla’nın
Fethiye ilçesinin güneyindeki Kayaköy,
nispeten ‘keşfedilmemiş’ diyebileceğimiz ve aslında tam da bu yüzden doğallığını
yitirmemiş bir yer. Tarihi M.Ö. 3000’lere dayanan ve antik dönemlerde
‘Karmylassos’ adıyla bilinen Kayaköy, Osmanlı İmparatorluğu’nun
son dönemlerinde ise ‘Levissi’ olarak anılan 3 bin nüfuslu bir
Rum köyüymüş. Fakat 1923 Türkiye - Yunanistan nüfus mübadelesiyle Rumların
terketmek zorunda kaldığı Kayaköy, burada iskân edilen Batı Trakya Türklerinin
yörenin mevcut altyapısını benimseyememesi sonucu hüzünlü bir hayalet şehre
dönüşmüş adeta.
Evliya Çelebi’nin Seyahatnamesi’nde de adı
geçen ve bugün zamana karşı direnen Kayaköy, giderek yok olma tehlikesiyle karşı
karşıya. Yerel yöneticiler Kayaköy’ün, tarihi değerine göre yeniden planlanması
ve Rum evlerinin restore edilip ülke turizmine kazandırılması gerektiğini
savunurken, Kayaköylüler de yaklaşık 20 yıldır çivi çakılmayan bölgede bir an
önce koruma amaçlı imar planı çıkarılmasını bekliyor.
Bölgenin geleceğine dair son gelişme ise geçen ay Kültür ve Turizm
Bakanlığı’nın, Kayaköy’ün 20 yıllık sorunuyla ilgili süren davadan
çekilme kararı almasıydı. Kayaköy’de yaklaşık 200 hektarlık alan üzerinde
bulunan tapu şerh hükümlerinin Çevre ve Şehircilik
Bakanlığı’nın kaldırmasıyla birlikte, Kayaköy’ün imara açılabileceği
belirtilmişti. Özel Çevre Koruma Kurumu’nun ‘Özel Çevre
Koruma Bölgesi’ ilan ettiği ve Muğla Kültür ve Tabiat
Varlıklarını Koruma Kurulu’nun da ‘Birinci Grup Anıtsal
Yapı’ olarak tescil ettiği Kayaköy, daha önce de
UNESCO tarafından ‘Dünya Dostluk ve Barış
Köyü’ ilan edilmişti.
Yılda yaklaşık 60 bin kişinin ziyaret ettiği Kayaköy’de harabeye dönmüş Rum
evlerinin arasında dolaştıkça tuhaf bir hüzün sarıyor etrafınızı. Evlerin taş
kesildiği, sessizliğin hem huzur verdiği hem de tüyler ürperttiği bir yer
burası. Bölgede antik çağdan günümüze kalan en eski ve kapsamlı kalıntılar, M.Ö.
4. yüzyıla ait üç adet lahit mezar ve üzerinde Likçe yazıtlar bulunan kaya
mezarları. Fakat Kayaköy, günümüzdeki popülaritesini, antik dönemden ziyade,
Kurtuluş Savaşı’ndan sonra mübadele sonucu terk edilen metruk bir Rum köyünün
varlığına borçlu. 30 Ocak 1923’te Türk-Yunan Nüfus Mübadelesi’ne ilişkin
anlaşmaya göre boşaltılan köyde 2 büyük kilise, 14 şapel, 2 okul, 2 çeşme, 2 yel
değirmeni, yaklaşık 1000 ev ve bu evlerle orantılı sayıda sarnıçlar var.
Rumlarla Türklerin asırlar boyu bir arada yaşadığı Kayaköy’de, Türkler tarım
ve hayvancılıkla, Rumlar ticaret ve zanaatla uğraşmış. Bir rivayete göre Rumlar,
herhangi bir savaşı kazandıklarında evlerini maviye, kaybettiklerinde kırmızıya
boyarmış. Kayaköy’de tapusu alınıp iç mimarisi bozulmadan korunan Rum evlerinden
biri de Turgut Özal’ın ‘davulcu damadı’ olarak bilinen Asım
Ekren’e aitmiş. Fakat biz, nispeten ‘korunmuş’ bir başka Rum evine
giriyoruz.
Sahip çıkılmadı, talan edildi
Kayaköy’ün sakinlerinden Hüseyin Ekiz, şu sözlerle özetliyor
yörenin hikâyesini:
“1923’te mübadeleyle Selanik’ten gelen Türkler, Kayaköy’deki Rum evlerine
yerleştirildi. 1957’de ise Tapu ve Kadastro Müdürlüğü, bu
kişilere oturdukları evlerin tapusunu verdi ve evler, onların adına tescillendi.
Bölgede hiç kimsenin ikamet etmediği yerler de sahipsiz oldukları için Hazine’ye
devredildi. Fakat buraya yerleşen halk, bu evleri benimseyemedi. Zamanla bölge
boşta kalınca, evlerin kapı ve pencereleri hem Kayaköy hem de civar köylerde
yaşayan köylüler tarafından söküldü ve evlerin içi yağmalandı. Çocukluk
yıllarımdan hatırlarım; o evlerin ahşaplarını köylüler toplayıp yakacak olarak
kullanırdı. Hazine de buraya pek sahip çıkmadı. Definecilerin uğrak yeri oldu
Kayaköy. 3-5 yıl öncesine kadar hâlâ çalınan eşyalar vardı burada. Yakın
geçmişte cami olarak da kullanılan Aşağı Kilise’nin kapısı, Fethiye Müzesi’ne
kaldırıldı. Köylüler buna karşı çıkmıştı ama kaymakam, jandarmayla birlikte
gelince engel olunamadı. Nitekim kilisenin kapısı götürülünce ve yerine başka
bir kapı da konulmayınca, içindeki fresk ve mozaiklerin yağmalanması da
kaçınılmaz oldu.”
Levissi’nin ıssız sokaklarına geri dönünce, bir zaman tüneline giriyor insan.
Biraz kulak kabartsanız, marangoz, bakırcı, kalaycı, demirci dükkânlarından
çıkan ‘gürültü’leri duyacak gibisiniz. Yıkık dökük pencerelerden kafanızı
uzatsanız, içeride dokuma yapan kadınları görecek gibisiniz. Ve gözlerinizi açıp
bugünün gerçeğine döndüğünüzde, “Keşke burayı aslına uygun biçimde restore edip
bir açıkhava müzesine dönüştürseler” diyecek gibisiniz...