Modern Kent İçin Yaşamak

Financial Times’ta Edwin Heathcote imzasıyla yayınlanan yazıda, 10 Eylül’de başlayacak olan Venedik Mimarlık Bienali’nin küratörü Ricky Burdett’in mimari kimliğinin, Bienal'e yapacağı etki üzerinde duruluyor.

Venedik Mimarlık Bienali’nin küratörü Ricky Burdett, bu göreve nasıl seçildiği konusunda oldukça alçakgönüllü davranıyor. Kentsel tasarım konularında Londra ve Barselona Belediyeleri’ne, mimarlık alanında da Tate Müzesi’ne ve BBC’ye danışmanlık yapan Burdett, ‘London School of Economics’te de ‘Kentler Programı’nı yönetiyor. Burdett, kent ve mimarlık teorisi alanında gösterişten uzak ve sıkıcı olmayan dili ve kentlerin işleyişi hakkındaki zekâ dolu görüşleriyle tanınıyor.

Dünyanın en ilham verici mimarlık festivali olan Venedik Mimarlık Bienali, genellikle yıldız mimarların öne çıkarılışı ve tasarım divalarının gösterilerine dönüşmesiyle ünlüdür. Aslına bakılırsa gittikçe sönükleşen Bienal, şişirilmiş bir hâl almaya başladı. Peki böyle bir geleneğe ‘Kentler’ temasının nasıl uyum sağlayabilecek? Burdett’in cevabı şöyle: “Bienal, sadece bir ayna olmaktan çıkarak disiplinin gelişimi üzerine düşünceleri etkileme potansiyelini yeniden keşfetmeye çalışıyor. Bienallerin bir mesajı olması isteniyor. 100 bini aşkın insan gösterilere geliyor ve kentte 150 kadar farklı etkinlik gerçekleşiyor. Mimari etkinliklerin, daha büyük bir kültürel programın parçası olduğunu farketmekte yarar var”.

Açık bir konu olmasına rağmen, sergi organizatörleri, cazibe listelerinde yer almayan ‘şehircilik’ konularından genelde çekinirler. Peki neden bu yıl bu konuyu seçtiler? Burdett’in söylediğine göre “Birleşmiş Milletler’in geçen ayki açıklamasına göre ilk defa dünya nüfusunun yarıdan fazlası kentlerde yaşar duruma geldi. 1900’de % 10 olan bu oranın, 2050’de % 75’ler seviyesine çıkması bekleniyor”. Burdett, amacının “mimarlığın anlamını azaltmak olmadığını, onu daha geniş bir bağlama oturtmak olduğunu” söylüyor. Mimari kararların derin sosyal etkileri olduğunu düşünen Burdett, “London School of Economics’te de fiziksel ve sosyal olanı beraber düşünmeyi amaçladığını” söylüyor.

Burdett, dünya çapında 16 kenti incelemek üzere seyahat ettiği bir araştırma projesi yürütüyor. Önümüze, bu çalışma sırasında kentlerin aynı mesafeden çekilmiş hava fotoğraflarını koyuyor. İçine nüfuz edilemeyecek kadar yoğun bir dokuya sahip Kahire sokakları ile Notting Hill’in yarım ay şeklindeki yaprakımsı dokusu arasındaki fark çok şaşırtcı gelmezken, Venezüella’nın Caracas kentinde modernist blokları yutmakla tehdit eden gecekondulaşma ile Soweto’nun bozuk kentleşmeye komşu izole yerleşimler, sorunları açığa vurucu nitelikte. Ayrıca yapı yoğunluğundan değil de nüfus yoğunluğu diyagramlardan oluşan modeller ve Manhattan’daki gökdelenlerin ya da 35 milyonluk nüfusuyla dünyanın başlıca megapollerinden olan Tokyo’nun alçak ama düzenli dağılmış yerleşimleri gibi kentlerdeki oldukça farklı örüntüleri yansıtan üç boyutlu EKG’ler de bu çalışmanın bileşenleri arasında.
Burdett’in yapmaya çalıştığı, istatistikleri görsel olarak vurgulama yollarını bulmak. Rem Koolhaas ve OMA da uzun zamandır bu tür analizlerle çalışıyor, ancak Bienal’deki çalışmalar gösterişten uzak ve gerekeni yapıyor: ziyaretçilere sergileri gezerken durakladıkları kısa anlarda kompleks sosyo-politik mesajları iletebilmek.

Asıl büyük soru ise şu olmalı: Bütün bunlardan Burdett ne öğrendi? Burdett buna “üç şey” diye karşılık veriyor:

“İlki, eninde sonunda adaletle ilşkilendirilebilen ‘toplu taşıma’. İnsanlar işlerine düşük maliyetle ve huzur içinde ulaşabilmeli. Tokyo’da nüfusun % 80’i işlerine toplu taşımayla gidiyor. Ve ölçütler abartılı olmak zorunda değil, örneğin Bogota’da kentin çevresinde bisiklet yolları yapılmış ve Transmillenio otobüs ağı için özel şeritler ayrılmış. New York’ta ise, metro ağını geliştirme kararı aldıktan sonra yönetimin ilk uygulaması, istasyondaki güvenlik görevlilerine aydınlatmaların yenileriyle değiştirilmesi talimatını vermek olmuş. Böylelikle, insanlar önemsendiklerini hissederken, sistemle övünmelerini sağlayan yeni bir bakış açısı yaratmış.

İkinci olarak, kentler her geçen gün peyzajdaki farklılıklar olarak hızla büyüyor. Farklılıklar giderek fiziksel tipolojilerle gerçekleşirken, izole yerleşimler nasıl engellenebilir?” Burdett, teorisini desteklemek için tarih boyunca farklı yaşama biçimlerine adaptasyonunu anlattığı “Notting Hill Kapısı” örneğini kullanıyor. Burdett, her kentin kendi DNA’sı olduğunu ve bu ilginç yapıyla işlediğini söylüyor.

Burdett, öğrendiği üçüncü şeyi ise, “kentin yerel yöneticisinin herşeyde belirleyici olması” olarak belirtiyor. “Eğer iyi bir yöneticiniz varsa, bu, iyi bir mimariniz, planlamanız ve ulaşımınız olacağı anlamına geliyor” diye ekliyor Burdett. Olimpiyatları dönüşüm için kullanan Barselona, GSMH’sını % 30 oranında artırırken, yıllık turist sayısı üç milyondan on milyona yükseldi. Ayrıca Barselona halkı, kentteki sürdürülebilir konut oranını % 50’ye çıkartmak ve kenti saran yeşil bir bant oluşturmak için ek vergi ödemeyi kabul ediyor.

İtalya’da doğan ve iyi düzeyde İtalyanca konuşabilen Burdett, alçak gönüllülük ve etkinliliğin alışılagelmedik bir karışımı. Bu detay, güzel görünümlü ancak bunaltıcı gelen bir içeriğe sahip bugüne kadarki Biennallerin tarihinde bir milat olabilir.


10. Venedik Mimarlık Bienali hakkında daha fazla bilgiye buradan ulaşabilirsiniz.


Çeviren: Sena Özfiliz