1980'lerde İngiltere Surrey Üniversitesi'nde otelcilik alanında almış
olduğu eğitimi tamamlayan, ardından hem bu üniversitede, hem Amerika’daki ve
İsviçre'deki başka üniversitelerin çeşitli departmanlarında dersler veren ve
profesyonel olarak yatırım danışmanlığı yapmaya başlayan Ömer
İsvan, lebriz.com’da yayınlanan röportajında otelleri,
mimarlık ve sanat ekseninde değerlendirdi.
Mimarlığın değişen
öncelikleri
Roma'lı mimar Vitruvius’un (MÖ 1. yy) başarılı bir
mimarlık için gerekli olduğunu ileri sürdüğü etmenler; "Utilitas, Firmitas,
Venustas" (kullanışlılık, sağlamlık, güzellik), Rönesans'ta, "Comodita,
perpetuita, bellezza" (kullanışlılık, süreklilik- kalıcılık, güzellik) olarak
benimsenmişti. O zamanlardan bugüne mimariye dair değişen kavramları yorumlayan
Ömer İsvan, günümüzde sağlamlık kavramının yapılabilirlik olarak değiştiğini,
güzellik kavramının ise binanın yapım amacına göre tanımlanması gerektiğini
belirtti. Bu kapsamda fonsiyon ve sürdürülebilirlik kavramlarının da önem
kazandığını ekleyen İsvan, sürdürülebilirlik kavramında yapının kalıcılığının,
fonksiyon kavramında ise kullanılırlığın devreye girdiğinin altını
çizdi:
“Ben bir binayı, bir oteli niye kullanıyorum? Birtakım
fonksiyonlar var, yatacağım, uyuyacağım, sabah kalkacağım, yiyeceğim, içeceğim,
düğün yapacağım gibi. Bu fonksiyonların işlerlik kazanması ve düzgün işlemesi
onun kullanışlılığını gösteriyor. Peki, ben bu otele girdiğimde kendimi birazcık
da kral gibi hissetmek istiyorum? Bu da bir fonksiyon. Oteline göre değişir
elbette ama benim otelde sattığım ürünün bir parçası da insanlara verdiğim his,
onu da satıyorsun, o da bir fonksiyon”.
Neden bu kadar fazla
fotokopi var?
Röportajın ilerleyen bölümlerinde birbirine
benzeyen otellerin yapımını ‘fotokopi çekmek’ olarak niteleyen İsvan, tasarım
konusunda her detayın sıfırdan düşünülmesinin gerekli olduğunu dile getirdi.
Fotokopi konusunda biraz da bürokrasiye tepki gösterdiğini belirten İsvan,
bürokrasiden geçen, izin alabilen otellerin, fotokopilerinin yapılmasını ‘bir de
onlarla uğraşmayalım’ mantığının varlığına bağladı ve Türkiye’de bürokrasinin,
vizyonerliğin önünde durduğunu belirtti. İsvan;
“Bürokratik bina denilen
belli binalar var, belediyenin gözü kapalı onaylayacağı, ilgili bakanlıkların
direk evet diyeceği ‘bir şeyler’ bunlar. Sonra o bir şeyler de öyle bir hale
geliyor ki sonuçta her şey birbirinin aynısı oluyor. İstanbul’a bir bakın,
İstanbul’daki apartmanlara bakın... O kadar benzer ki! Niçin birisi biraz daha
değişik bir şey yapmamış? Bunun sebebi bürokrasidir başka bir şey
değil. Bürokrasi demiş ki ‘Al oğlum eline kalemi, çiz. Şimdi orada dur. Biraz
sola sap, oraya bir pencere çiz, yok yok o kadar büyük değil, onu biraz küçült,
hah tamam’... Orada bir vizyon getirmeyi imkansız hale getiren imar planları
var. Sorumluluğunu hep yatırımcılarda bulmamak lazım, bu durumun en önemli
nedeni bürokrasidir” dedi.
Her yeni proje için sıfırdan tartışmanın,
analiz yapmanın ve ekspertiz kullanmanın gerekli olduğunu vurgulayan İsvan, “Her
ne kadar bürokrasi olsa da, maalesef fotokopinin sebeplerinden bir tanesi de
ekspertize yeteri kadar paye ve bütçe ayrılmamasıdır. Bu uzmanlığı kullanmadıkça
elbette o fotokopi ürüyor.” dedi.
Mekan -
sanat eseri dengesi
Sanat eserlerinin otellerde kullanımının
evrimine değinen İsvan, günümüzde sanat eserlerinin boş duvarları doldurmak için
kullanılan bir öğeden fazlası olduğuna, tasarımın ön plana çıkmaya başlamasıyla
birlikte, artık ‘dizayn’ oteller şeklinde bir kategori oluştuğuna dikkat çekti.
Tasarımın ön planda olduğu mekanlarda, sanatın işin içine girmeye başladığını
belirten İsvan, en azından ortak alanlarda, odak noktalarında gerçek sanat
kullanılmaya başlandığını belirtti ve ekledi:
“Eskiden otel iç mimarla
konuşurken sanat, kontratlarda bir iki cümleyle geçiyordu. ‘Zamanı gelince
alırız, seçimine biz de yardımcı oluruz’ diyorduk. Şimdi aynı zamanda bir
küratörle iş birliği yapmak, mekanın sanatsal halini bir noktaya getirmek,
felsefesini çizip stratejisini oturtmak, baştan bazı eserleri özel siparişle
yapmak, bazılarını hazır almak gibi konular konuşuluyor, sanat üzerine
konuşmalar daha uzadı.
Bizim endüstride sanat işin içine girmeye başladı
ve biz de yönlendirme yaparken, toplam ürünü müşteriye hissettirirken mutlaka
sanatsal öğeleri gerçek anlamında dokunabilecekleri, hissedebilecekleri,
koklayabilecekleri bir tümleç içinde sunuyoruz. Elbette bütçe açısından burada
çok geniş bir yelpaze var, sanat çok ucu açık bir konu, 1 ile 1 milyon arasında
değişebilir. Sıfırdan başlayıp, çerçevelerin içine ‘bir şey’ koymaktan bugüne
çok yol kat ettik, bütçeler çok arttı. ‘Sanat’ eskiden iç dekorasyonun bir
parçasıyken, bugün, otellerin bütçe kalemlerinden biri haline
geldi”.
Yönetmekte oldukları iç mimari işlerinde artık mekanın talepleri
olduğunu belirten İsvan, sanatın nerede, ne şekilde kullanmak istendiğinin proje
başında belli olduğunu, bu danışmanlıktan sonra mekan içindeki sanat eserleri
şekillendirildiğini dile getirdi. Bu durumdan memnuniyetini, artık bir vizyonun
var olduğunu ve bu vizyonun içinin zamanla dolacağını sözlerine ekledi. Mekan ve
sanat eserinin bir bütün olduğunu sözlerine ekleyen İsvan, sanat ve iç mimariyi
ayrılmaması gerektiğini ve iç mimarinin de bir sanat olduğunu
belirtti:
“Otellerin yanı sıra yurt dışında bazı mekanlarda, kafelerde
geçici sergiler bile oluşturuluyor. Sanat galerisi ve restoranlar artık iç içe
olabiliyor, bu da ayrı bir konsept. Artık sanat hayatın bir parçası. Unutmayın
ki otellerde aslında mikro bir dünya yaratmaya çalışıyoruz, o minicik bir dünya
kendi içerisinde, birçok tür otel, özellikle full service otel dediklerimiz,
vinçle kaldırıldığında kendi başına yaşayabilen bir dünya olmalı. Dolayısıyla
dünyadaki tipik algılama spektrumunun çağrışımlarının hepsinden olması gerekiyor
ve sanat çok önemli bir yer tutuyor bu noktada. Bu da çok basit bir argüman
aslında”...