Mimarlık Paylaşılamıyor



İç mimarlar, mimarların ‘iç mekân tasarımı’ yapmalarını ‘suç’ sayarak dava açtılar

Sonunda bu da oldu… “İçmimar”lar, mimarların “iç mekân tasarımı” yapmalarını “suç” sayarak davacı oldular!

İç Mimarlar Odası’nın, iki mimar hakkında “iç mimarlık da yaptıkları” gerekçesiyle savcılığa başvurusunda deniyor ki; “mimarlar mesleki yetkilerimizi gasp ediyorlar.”(!)

Konuya, “sonunda bu da oldu” diyerek girmemin nedenini açayım: Kamuoyuna pek yansımıyor (daha doğrusu önemsenmiyor) ama son yıllardaki “eksen kaymaları” arasında “mimarlığın parçalanarak etkisizleştirilmesi” de var.

Gelişmeler böyle tanımlanmasa bile, aşağıda özetlenen “parçalama”nın, emlak rantına sevdalı imar düzenimizin “mimari duyarlılıkları dışlama”sıyla “eşzamanlı” hali, rastlantı olmasa gerek...

Binlerce yıllık kent uygarlığının “mimariyle iç içe”liği yadsınarak başlatılan bu süreçte, önce kentsel planlama “mimarsız”laştırıldı... Buna kentsel mekânların, ancak “peyzaj mimarları”nca düzenlenebileceği; hatta tarımsal amaçlı köy yapılarına ait mimari projelerin bile “ziraat mühendisleri”nce tasarlanabileceği eklendi... Şimdi ise yapıların iç mekânlarını sadece iç mimarların düzenleyebilecekleri savı, artık yargının da gündeminde...



1- Geleneksel mimarimizde evin içiyle dışı birlikte kurgulanır ve aynı sistemle inşa edilir... Yapı tamamlandığında, elmalık raflarından sabit sedirlerine, dolaplarından ocaklarına kadar tüm “mobilya”sı da hazırdır...

2 - İç mekânların ölçü ve oranlarını belirleyen “mimari tefriş”, cephelerdeki boşluklar (pencereler) ve doluluklar (sağır duvarlar) ile kapalı ve açık çıkmaların da “işlevsel”liğini sağlar... Bu nedenle, yapının görünüşündeki özgünlük ile mekânlarının kullanılabilir olmasını “eşdeğer önemde” gözeten tasarım “mimarlık”tır...

MİMARİSİZ ŞEHİRCİLİK

Kent planlamasında “mimarisizleşme”mizin öncüsü 60’larda ODTÜ’de başlatılan “mimarlıktan bağımsız şehircilik” eğitimidir. Dünyanın en eski kentlerini barındıran bir ülkedeki “küçük Amerika” olma özlemleriyle de örtüşen ABD kökenli “mimarisiz şehircilik” anlayışı, 12 Eylül 1980’den sonra YÖK düzeniyle tüm okullarda yaygınlaştı.

Gerçi yüz yaşlarını geride bırakan “köklü” okullarımızın görmüş geçirmiş hocaları şehircilik ile mimarlık eğitimini yine de “birlikte” sürdürmeye özen gösterdiler; ancak, “mimarlık eğitimi” almadan şehirci olan “yeni kuşak” akademisyenler, Anadolu kentlerinin herhalde hayretle izledikleri bu “ayrışma”yı daha da körüklüyorlar...

O kadar ki günümüzde planlama sürecine, “ilgili herkes”in katılımı demokratikliğin gereği iken mimarın katılması “karışma” sayılabiliyor! Dahası eski kent dokularındaki “tarihsel mimari”nin yaşatılmasını amaçlayan “geleneksel yapıları ve dokularını koruma planları”nda bile mimar yetkili değil; eğer plancı isterse sadece “danışman” olabiliyor.

Dünyada eşi benzeri görülmeyen bu “mimarlık yoksunu kent planlaması”nın en yağmacı iktidarlarca yasal güvencelere bağlanması ise ülkeye egemen rant ekonomisi ile “uyum”unun kanıtı değil midir?

‘MİMARİ PEYZAJ’

Mimarlığın, “peyzaj mimarlığı”nı geliştirme adına kentsel mekânlardan ve hatta yapıların çevre düzenlemesinden dışlanması da yine Türkiye’ye özgü “absürd” bir durum.

Çağdaş yerleşimler bir yana, tarihi kent dokularında kamusal alanların, meydanların, sokakların kentsel tasarım kapsamında düzenlenmesinde bile “Bunu mimarlar değil, ancak peyzaj mimarları yapabilir” denilmeye başlandı! Orman ve ziraat fakültelerindeki peyzaj mimarlığı eğitiminin “mimarlığın yerine geçecek” bir fiziki mekân tasarımını değil, yapılı çevre ile doğal çevre arasındaki uyumu sağlayacak bir uzmanlığı amaçladığı adeta unutuldu...

İşte böylesi kültür yoksunu bir süreçte, şimdi de mimarın yapıdaki iç mekânlarda da doğal olarak gözetilmesi gereken tasarım hakkı, hatta yapıların içi ile dışı arasındaki kaçınılmaz bütünselliğin mimari sorumluluğu da elinden alınmak isteniyor.

‘SUÇLAMA’ VE ‘SAVUNMA!’

İçmimarlar Odası’nın, içmimarlık da yaptıklarını açıklayan mimarlar hakkında açtıkları “ceza davası”nda sanıklara “isnat edilen suç” şöyle tanımlanmış: “Müşteki TMMOB İçmimarlar Odası vekili tarafından Erginoğlu & Çalışlar Mimarlık Ltd. Şti. yetkilileri hakkında verilen şikâyet dilekçesinde; şirket yetkililerinin mimar oldukları, içmimar olarak da faaliyette bulunduklarını belirttikleri, bunun suç olduğu ve 3458 sayılı Mühendislik ve Mimarlık Hakkında Kanuna muhalefetten haklarında dava açılması gerektiği...”

Sanatlarının tarihsel ve evrensel mesleki sorumluluğunu yerine getirdikleri için “şüpheli” durumuna düşen mimarlarımızın savcılığa sundukları ayrıntılı ve uzun yanıtlarını aktaramıyorum, internetten okumanızı tavsiye ederim; ancak, aynı “şüpheli”lerinin, ülkenin en eski okulları olan Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Mimarlık Fakültesi Mimarlık bölümünde ve İstanbul Teknik Üniversitesi İçmimarlık Bölümü’nde proje hocalığı ve diploma jüriliği yaptıkları bir davada, şu açık gerçeklerin “savunma”! başlığıyla yer alması bile hazin değil midir?

“İç mimarlığı koruyan kuralların nedeni mimarlar değil, marangoz, alçıcı, camcı gibi zanaatkârların mesleklerini ‘içmimar’ adıyla yapmalarını engellemektir. Halen tüm içmimarlık bölümlerinin akademik kadroları mimarlardan oluşmaktadır.”

“Bina veya mekân projeleri hazırlanırken mimarın en önemli görevlerinden biri iç alanın kullanma amacını ve düzenlenme şeklini bilmektir. İç alan öngörülmeden yapılan mimari proje eksiktir; hatta hatalıdır.”

TMMOB NE DİYOR?

Neresinden bakılırsa bakılsın sadece mimarlığa karşı değil, uygarlık tarihine ve çağdaş tasarım dünyasına “saygısız”lığın doruğundaki anlayışlarla açılan bu davada “yargı”nın ne diyeceği merakla bekleniyor… ancak benim asıl merak ettiğim, TMMOB’nin yeni seçilen yönetim kurulunun ne dediği?

Mimarlıktan “ayrılarak” meslekleşen uzmanlıkların, yıllardır “mimari duyarlılıklardan kurtulmak” isteyen rantçı politikalarla kol kola meslek odacılığı yapmalarına; aynı nedenle TMMOB’de de asıl hedeflenmesi gereken “birliktelik” yerine sürekli “meslek şovenizmi”ni öne çıkarmalarına “dur” deme zamanı çoktan geldi; hatta geçiyor...