Mimarlık eğitiminin hiçbir noktası, çoğu üniversitede politik bir alana değmiyor. Bu tutum, eğitimde mevzuatların ve yönetmeliklerin es geçilmesine sebep oluyor. Oysa ki şehircilik politikaları, inşaat politikaları ve yönetmelikleri bugünün mimarlığı için (Türkiye’de) aciliyetle ele alınarak düzenlenmesi gereken konulardır. Türkiye’de krizin en başta etkilediği iş alanlarından biri olduğu düşünüldüğünde; inşaat sektörü, ekonominin belkemiği olarak belirlenmişken, mimarlık eğitimiyse alabildiğine mimarlık politikalarından kaçınıyor. Evet, belki de inşaat sektörünün ekonominin dayanak noktası olması yanlış bir karar ama politik bilince tam da bu yanlışlardan kaçınabilmek için ihtiyaç var.
Mimarlık öğrencileriyse olabildiğince niteliksizleşmiş vaziyette, kendi mesleğinin gerçeklerinden ancak mezun olup işe başladığında haberdar olabilen, sadece egodan ibaret robotik birer mimara dönüştürülmeye çalışılıyor. Okuldaki gibi tasarım yapmaya fırsat verilmediği için morali bozulan mimarların konu ile ilgili yazıları da hemen her mimarlık portalında görülebilir. Akademisyenlerin de bu mimarlardan biri olmayı kabul ettiklerini, “politik bilinçle mimarlığın buluşmasının” ihtimalinin dahi üniversitedeki derslerde asla konuşulmamasından ve bu işe hiçbir şekilde müdahale etmemelerinden çıkarabiliriz. Oysa ki bir tasarımın ilk aşamasından inşaatın bitimine kadar pek çok noktada politik kararlar almak zorundadır mimar. En basit bir çözümlemesinde bile bir ailenin nasıl / ne şekilde yaşayacağına “karar” vermez mi?
Mimarlık eğitiminin politikleşmesi, tartışma ortamlarının kurulması, mimarlığın “sanat mı mühendislik mi” sorusundan başka sorularla da değerlendirilmesi, bu soruların farklı görüşlerle desteklenmesi ve bunun, önce eğitime, giderek de mimarlığın kendisine eklemlenmesi gerekiyor. Mimarlığı inşa etmek için yapmasak; amacımız sadece tasarım bienallerine eser vermek ya da mimarlığı başka üretimler için basamak olarak kullanmak olsa bile bir politik bilince ihtiyacımız var. Bu bilinç elde edilirse, ileride belediye işleri, şehircilik gibi konuların daha tutarlı ve bilimsel bir biçimde yapılabileceğine inanıyorum.
Türkiye’deki mimarlık eğitiminin, gelenekleri korumak adına giderek daha da muhafazakârlaşması sorununu da unutmamak lazım. Geçmişi, bugünü ve geleceği buluşturmanın, eğitimi de bu doğrultuda ilerletebilmenin yolları tartışılmıyor. Mesleğin içine teknolojinin, bilgisayarların girmediği zamanlarda bazı değerleri korumak, geleneklere bağlı kalmak kolaydı belki ama şimdi zamanın bu hızlı dünyasında, bunu sürdürebilmenin imkânı yok ne yazık ki. O geleneksellikten gelen kodlamaların, yani planlı bir şekilde ortaya çıkmamış, yüzyılların bilgi birikimiyle toparlanmış sistematiklerin sürdürülmesinin de bugün geldiğimiz noktada oluru yok.
Sonuç olarak, geçmiş-bugün ve gelecek bir arada, o eski gelenekler de değerlendirilerek kurgulanmalı. Bütün bunlar birleştirilerek yepyeni fikirler ortaya koyulmalı ve üniversitelerdeki mimarlık eğitimi, müfredatında bu içerikler olmasa bile, ders esnasında hocalar ve öğrenciler tarafından sektördeki politik etkilerin, muhafazakâr mimarlığın ve bunların getirdiği mimari kimliğin tartışılabilir olduğu, öğrencilere mezun olduklarında karşılaşacakları gerçekleri gösterir olmalı.
Fırat Kaya, MSGSÜ Mimarlık Tarihi Yüksek Lisans Öğrencisi
Fotoğraflar: Betül Toy