Mimarların anayasa paketine “hayır”
gerekçelerini önceki yazılarımızda aktarmıştık. Merkez yönetim
kurulu özetle diyordu ki: “2002 yılından sonra artan yağmaya karşı
‘kent-çevre-kamu suçu’ niteliğindeki karar ve uygulamaların iptali amacıyla
davalar açılmıştır. Bu davalarda iptal kararları veren yargı, toplumsal
değerlerin güvencesi olmuştur. Anayasa değişikliği ile ülke kaynaklarının
yağmalanması ve pazarlanmasının önünde engel görülen ‘bağımsız yargı’nın
tasfiyesi amaçlanmaktadır.”
Mimarlar Odası Antalya Şubesi de şunu vurgulamıştı:
“Yargının bağımsızlığının ortadan kaldırılması ve siyasallaştırılması, kuvvetler
ayrılığı ilkesine aykırıdır. Anayasa değişikliğinde iktidarın asıl hedefinin bu
olduğu açıktır.”
Peki, bütün bunlar, ne anlama geliyor?
Anayasa eğer iktidarın halkoyuna sunduğu şekilde olsaydı, başımıza neler
gelecekti?..
Soruyu son yıllardaki “dava konusu” olmuş, “mahkemelerce bilime, hukuka
aykırı bulunarak engellenmiş” kimi yatırım kararlarıyla aydınlatmaya
çalışalım.
Örneğin İstanbul’daki Galata-Port projesi... Karaköy ile
Salıpazarı arasındaki kıyı kesiminde “yolcu gemilerine liman” yapımı bahanesiyle
“satılık yalı apartmanları” ve “deniz kenarında iş-ofis binaları, alışveriş
merkezi” yapılmasını öngören proje, hem Kıyı Yasası’na, hem Boğaziçi Yasası’na,
hem de SİT kurallarına aykırı olduğu için “bağımsız yargı” tarafından iptal
edildi. Eğer aynı yargı şimdi iktidarın istediği şekilde “hükümete bağımlı”
olsaydı, ihaleyi alan Musevi işadamı, İstanbul’un en değerli kıyı kuşağını
çoktan halka kapatmış olacaktı..
Diğer bir ünlü örnek Haydarpaşa... Harem’le Kadıköy arasına
7 gökdelenin dikilmesini ve tarihi gar binasının otele dönüştürülmesini
engelleyecek yegâne güvence, 12 Eylül’de “hayır” çıkması... Eğer tersi olursa
çağın en büyük kent yağması, üstelik “yargı kararı”yla gerçekleşebilecek.
Kıyılar ‘Beton’laşacak...
Referanduma umut bağlayanlar arasında Ege ve
Akdeniz’deki “Kültür ve Turizm Bölgesi” ilan
edilmiş alanlarda “imar hakkı” bekleyen arazi sahipleri de var... ya da aynı
yerlerdeki orman ve Hazine ve arazilerinden “tahsis” için söz almış
yatırımcılar..
Açılan davalarda yargının şehircilik ilkelerine ve kamu yararına aykırı
bularak iptal ettiği turizm merkezleri, referandumda “evet” çıkması halinde
derhal betonlaşacak... çünkü bu yağmaya da “hayır” diyen bağımsız yargıçların
yerini “siyasetin atadığı” mahkemeler alacak… böylece orman ve kıyı talanına dur
diyen hukuk sistemi sona erecek.
Referandumdaki “bağımlı yargı beklentisi”nin son yıllarda doruğa çıkan
özlemleri arasında en yaygını ise ülkedeki hemen tüm akarsulara göz dikilen
HES projeleri... Türkiye ölçeğinde 2 bine yakın santrala izin
verildiği söyleniyor. “Karadeniz İsyandadır Platformu” diyor ki: “Bunların büyük
çoğunluğunda asıl amaç, elektrik üretmek bahanesiyle ‘su’ya sahip olmak ve hatta
pazarlamak.”
Anadolu’nun tüm bölgelerinde yöre halkının ve köylülerin örgütlenerek karşı
çıktıkları HES’ler için açılan yaklaşık “1000 dava”nın çoğunda yine “bağımsız
mahkeme”ler ardı ardına iptal kararları veriyor. 12 Eylül’de işte bu hukuk
sürecinin de tersine dönmesini, HES’lere onay verecek mahkemelerin yaratılmasını
isteyenler de var...
Denebilir ki hiçbir referandumda “gerçek niyet”ler bu denli açık olmamıştı…
bakalım halkımız da fark edebilecek mi?