Mimarların Hatay Bildirgesi



Mimarlar Odası, mimarlık ve kentleşmedeki sorunlarımızı yurt düzeyindeki oda birimlerinin de katılımıyla “yerinde” tartışma geleneğini sürdürüyor... Oda yönetimi, bu dönemde de farklı illerde “Kent, Kültür ve Demokrasi” buluşmaları düzenliyor. İlki 2010’un Ekim’inde Sinop’ta yapılan buluşmanın 2’ncisi 17-18 Aralık’ta Hatay’da gerçekleştirildi. Bunu, Mayıs ve Ekim 2011’de de Van ve İstanbul’daki buluşmalar izleyecek.

Akademisyen mimarlarımızın yanı sıra kültür-sanat alanından konuşmacılarla birlikte yerel yöneticilerin, STK’lerin ve kamu kesiminden ilgililerin de katıldıkları buluşmalardaki “forum”lar ise tüm oturumların değerlendirilmesine ortam hazırlıyor. Bu forumlardaki görüş ve önerilerin ışığında hazırlanan “Sonuç Bildirileri” de buluşmanın kamuoyuna çağrıları ile yetkililere “rehber” olabilecek önerileri kapsıyor.

Hatay Buluşması’nın “Kent, Kültür ve Demokrasi Forumu”ndan üretilen “Sonuç Bildirisi” 4 Ocak’ta yayımlandı. “Toplum Hizmetinde Bir Mimarlık İçin” vurgusuyla düzenlenen bildiride, bu buluşmaların “yaşadığımız küresel krizin ülkemiz kent ve kültür yaşamına etkilerinin irdelenmesi”ne de olanak sağladığına dikkat çekiliyor. Bölgeden ve tüm Türkiye’den 400’ü aşkın katılımcının ortak beklentisi ise şöyle özetleniyor: “Antakyalılar (Asi’nin çocukları) kültürel kimliklerine, ortak gelecekleri için kentlerine ve kültürel, çevresel değerlerine, ‘kendileri’ne sahip çıkmalıdırlar!..”

‘Asi’nin çocukları’

Bildirideki “Asi’nin çocukları” vurgulamasının derin bir anlamı var. Antakya’nın kutsal kitaplarda bile yer alan tarihsel uygarlıklarına “bereket kaynağı” olan Asi Nehri, yöre insanına kuşaktan kuşağa özgün kültürel zenginliğini sağlayan bir “ana” gibidir… Bu nedenle Asi’den beslenen onu yaşam kaynağı olarak kutsayan Antakyalıların, aynı zamanda “Asi’nin çocukları” olmaları, tarihsel bir tanımlamadır.

Nitekim bildirideki şu saptama da aynı “ana”nın yarattıklarını şöyle özetliyor: “Mezopotamya, Akdeniz ve Anadolu’nun birbirine açıldığı coğrafyada farklılıklarla bir arada yaşama geleneği; pagan kültüründen başlayarak tüm inançların bileşkesini oluşturan ortak geleneklerini hâlâ taşıması; Helenistik dönemin ilk kent planı biçimi olan Hippodamos’un ızgara planına göre kurulmuş olması ve tarihsel olarak bilim-sanat-felsefe ile bağları nedeniyle kültürlerin uğrak yeri olan Antakya’ya ‘barış kültürünün başkenti’ olma özelliği kazandırıyor.”

Peki, böylesine “görmüş geçirmiş”liğe rağmen yöredeki “yürek burkan” sorunların başında neler geliyor?

Yine bildiriye göz atıyoruz: “Kıyıların hızla doğal güzelliklerini kaybetmesi, Habibi Neccar Dağı eteklerindeki taşocaklarının yol açtığı tahribat, Amik Ovası ve gölünün geleceğinin karartılması, tarihsel kent dokusunun korunamaması, yerel yönetim ve planlama bütünselliğinin sağlanamamış olması gibi birçok sorun, Hatay’ın geleceğine ilişkin kaygılarımızı arttırmaktadır.”

Kaygıdan umuda..

Mimarların Hatay buluşması, bir bakıma işte bu “artan” kaygıların “umut”lu günlere dönüşebilmesi için izlenmesi gereken kültür ve imar politikalarının gündeme getirilmesini de sağladı. Günümüzde hemen tüm kentlerimizin tarihte görülmemiş bir hızla “değişim” süreci yaşadıkları, ancak bunun rant ve spekülatif beklentilerle “kimlik tahribatı”na dönüştüğü anımsatılan bildiride, Antakya’nın ve “Doğu Akdeniz Bölgesi”nin (DAB) buna teslim olmaması için sahip olduğu önemli değerler de vurgulanıyor. Çünkü DAB’ın hemen tüm yerleşimleri, deniz kıyılarından iç kesimlere yayılan yapılı çevresiyle önemli benzerlikler taşıyor. Örneğin Adana’yı da etkileyen sokak dokusu; Mersin’e kadar uzanan taş mimari, DAB’ın bölgesel karakterini yaratmakta...

Yanı sıra ekonomik sorunlar da benzerlik içinde… göç, işsizlik, ilkel çalışma koşulları, yoksulluk ve sağlıklı konutlarla çağdaş yaşam çevresine ulaşamamak gibi...

Bildiri, bu kapsamlı bakışla öngörülen imar ve planlı gelişme önceliklerini de özetle şöyle ele alıyor: “DAB bütününde, özellikle çevre sorunlarına yönelik bir eylem planına acil gereksinim duyulmaktadır. Antakya’da ise tarihi dokuyu tahrip eden yasadışı ve uygunsuz yapılaşmanın, konut ihtiyacına seçenekler de sunularak önlenmesi, artık bir ‘insanlık’ görevidir.”

Kültürel çevredeki yok oluş yüzünden kent hızla “belleksiz” kalmaktadır. Son yıllardaki kimi restorasyon ve koruma örnekleri ile denebilir ki “küllerinden yeniden doğmaya çalışan Anka kuşu”nu, çağlar boyu uygarlığa ve barışa katkılarına yakışır duyarlılıkta desteklemek, kimlikli çağdaşlaşmanın da güvencesi olacaktır...