TBMM Genel Kurulu'nda Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı ile Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanlığının bütçeleri üzerinde siyasi parti gruplarının konuşmalarının tamamlanmasının ardından Uluslararası Çalışma Örgütünün (ILO) konferansında kabul edilen sözleşme ve tavsiye kararlarına ilişkin Cumhurbaşkanlığı Tezkeresi okundu.
Kararlara ilişkin Genel Kurula bilgi veren Bakan Zehra Zümrüt Selçuk, söz konusu belgelerin Çalışma Yaşamında Şiddet ve Tacizin Ortadan Kaldırılmasına İlişkin ILO Sözleşmesi ile Çalışma Hayatında Şiddet ve Tacizin Ortadan Kaldırılmasına İlişkin ILO Tavsiye Kararı olduğunu söyledi. Selçuk, "10-21 Haziran 2019 tarihleri arasında Cenevre'de düzenlenen 108. Uluslararası Çalışma Konferansı çerçevesinde hazırlıkları tamamlanan 190 sayılı ILO Sözleşmesi ile 206 sayılı ILO Tavsiyesi Kararı, ILO Genel Kurulunda 21 Haziran 2019 tarihinde yapılan oylamada büyük bir çoğunlukla kabul edilmiştir ve her 2 standart da iş yerlerinde şiddet ve tacizi önlemek için karşılıklı saygı ve insan onurunun öneminin farkında olmayı odağına koymaktadır." dedi.
Selçuk, tezkereye ilişkin bilgilendirmenin ardından bakanlığının 2020 yılı bütçesiyle ilgili sunumuna geçti.
Aile, çalışma ve sosyal hizmetler alanında büyük bir değişim ve dönüşüm sürecini başarıyla gerçekleştirdiklerini vurgulayan Selçuk, "Bugün milli gelirini sürekli artıran, çalışan ve değer üreten bir Türkiye var ve tüm dünyaya örnek teşkil eden bir sosyal devlet anlayışını benimsemiş bir Türkiye var." dedi. Selçuk, yürüttükleri tüm politikaların nihai hedefinin mutlu, çalışkan ve üretken bireylerin uyumlu aileler içinde daha müreffeh bir toplum hedefine doğru birlik ve beraberlik içinde yürümesi olduğunu söyledi.
Sosyal kalkınma veya koruma sisteminin temelde üçlü bir sacayağı üzerine oturduğunu ifade eden Selçuk, bunların, sosyal yardımlar, sosyal güvenlik ve sosyal hizmetler olduğunu belirterek, bunlara ilişkin çalışmaları anlattı.
"İnsanı yaşat ki devlet yaşasın." perspektifiyle sosyal yardımları, sosyal güvenliği ve sosyal hizmetleri içeren sosyal koruma ağından toplumun tüm kesimlerinin ihtiyaçları oranında faydalanmasını sağlayarak tüm dünyaya örnek teşkil edecek bir sosyal devlet anlayışını sürdürdüklerini vurgulayan Selçuk, şöyle devam etti: "Bunu uluslararası kurum ve kuruluşların araştırma raporlarında da görüyoruz.
Dünya Bankasının sürdürülebilir kalkınma hedefleri atlası raporuna göre, ülkemiz dünyadaki yoksulluk oranlarını en fazla azaltan ülke oldu ve sosyal yardım harcamalarımızın GSYİH'ye oranını yaklaşık 3 katına çıkardık. İhtiyaç sahibi vatandaşlarımıza yaklaşık 315 milyar lira tutarında sosyal yardım yaptık ve 2002 yılında 4 olan sosyal yardım program sayımız, 2019 yılında 43'e ulaştı. Son on yedi yılda geldiğimiz noktayı aslında rakamlar bütün açıklığıyla ortaya koymakta. Türkiye'de 2002 yılında toplumun yüzde 30'u günlük 4,3 doların altında harcamayla geçimini sağlamaktayken 2015 yılına geldiğimizde bu oran yüzde 1,6'ya düşmüştür ve bunu da UNDP verileri teyit etmektedir.
Bir noktada daha ülkemiz adına gurur duyulacak bir gelişmeyi daha yaşadık: Ülkemiz BM normlarına göre, 2002 yılında orta insani gelişme, 2019 yılında ise yüksek insani gelişme seviyesinde yer almaktaydı ancak üç gün önce, 9 Aralık 2019 tarihinde yayımlanan UNDP İnsani Gelişme Raporu'nda, ülkemiz ilk defa çok yüksek insani gelişme kategorisinde bulunan ülkeler arasında yer aldı."
Sosyal yardım programlarını sosyal adalet ilkesi çerçevesinde, hiçbir ayrım gözetmeksizin, objektif yararlanma kriterleri çerçevesinde sürdürdüklerine işaret eden Selçuk, 2002 yılında 1,3 milyar lira olan sosyal yardım bütçesini 2018 yılında 43 milyar seviyesine çıkardıklarını ve geliştirdikleri kapsayıcı sosyal yardım programlarıyla da 2018 yılında 3,5 milyon ihtiyaç sahibi aileye ulaştıklarını söyledi.
Türkiye çapındaki 1003 sosyal yardımlaşma ve dayanışma vakfı aracılığıyla da bu hizmetleri Türkiye'nin dört bir köşesine ulaştırdıklarını ifade eden Selçuk, şunları kaydetti: "Sosyal yardımlara ayrılan kaynakların yüzde 86'sı hak temelli, düzenli yardımlardır, dolayısıyla nakdi yardımlardır. Ayrıca, Sosyal Yardım Kartı projesini hayata geçirerek 2 milyon vatandaşımıza da bu suretle daha onurlu bir şekilde hizmetlerimizi iletiyoruz. Haliyle yararlanıcı sayısı artışı, yoksulluğun artmasından ziyade, daha fazla vatandaşımıza daha fazla çeşitlilikte program sunmamızdan kaynaklanmaktadır."
AK Parti hükümetleri döneminde hayata geçirilen sosyal güvenlik düzenlemesinin 1950'lerden bu yana Türkiye'de gerçekleşmiş en büyük reformlardan birisi olduğunu vurgulayan Selçuk, sosyal güvenlik kapsamının genişlemesi ve hizmetlerdeki çeşitliliğin artmasının doğal olarak sosyal güvenlik harcamalarının da artmasına sebep olduğunu ifade etti.
Selçuk, "Çünkü Türkiye büyüyor, nüfusumuz da artmakta, verdiğimiz hizmetler genişliyor ve tüm bu değişkenler doğal olarak bütçemizi de etkiliyor ancak aktüeryal ve mali açıdan sürdürülebilir bir sosyal güvenlik sistemi oluşturma çabalarımız devam ediyor ve yeni bir etki girmediği sürece de 2071'e kadar sosyal güvenlik sistemimiz sürdürülebilir durumda." diye konuştu.
Türkiye'nin sosyal güvenlik sistemi 1999'da ne durumdaydı, AK Parti'nin 2002'nin sonunda hangi durumda bu sistemi devraldığını ve bugün ne durumda olduğuna bakmak gerektiğini dile getiren Selçuk, sözlerini şöyle sürdürdü: "Bütün bunları da tüm dünyanın kabul ettiği, uluslararası kabul edilebilir veriler üzerinden açıklamak isterim. 1999'da Türk sosyal güvenlik sistemi yani o zaman ki SSK, BAĞKUR ve Emekli Sandığının konsolide bütçelerine baktığımız zaman, gelirlerin giderlerini karşılama oranı yüzde 64, prim gelirlerinin emekli aylığı ve sağlık harcamalarını karşılama oranı yüzde 55-56, sistemin toplam açığının GSYİH'ye oranı yüzde 2,35'ti. 2002'ye geldiğinde yani AK Parti devraldığında gelirlerin giderlerini karşılama oranı yüzde 71,5; prim gelirlerinin emekli aylığını ve sağlık harcamalarını karşılama oranı yüzde 61, açığın GSYİH'ye oranı ise yüzde 2,22 idi.
Bu rakamları hafızamızda tutarsak bugün yani 2019 sonu itibarıyla baktığımız zaman, sosyal güvenlik sisteminin gelirlerinin giderlerini karşılama oranı yüzde 91,5. Prim gelirlerinin emekli aylığı ve sağlık harcamalarını karşılama oranı yüzde 72. Açığın GSYİH'ye oranı ise yüzde 0,92 yani yüzde 1'in altında. Her üç göstergeye göre de bugün sosyal güvenlik sistemi, devraldığımız günle mukayese edilemeyecek kadar iyi durumdadır ve kaldıki 2002'de emekli aylıklarının gayrisafi yurt içi hasılaya oranı 4,63 iken bugün artan gayrisafi yurt içi hasılaya rağmen yüzde 7'ye, sosyal güvenlik sisteminin sağlık harcamalarının GSYİH'ye oranı ise yüzde 1,42'den yüzde 2,6'ya çıkmış. Yani daha fazla emekliye kaynak aktardık, daha fazla sağlığa harcama yapıldı. Fakat bununla beraber, mali yapı daha da iyi bir noktaya gelmiş durumda ve bunun da ötesinde, 1999'da yani mali göstergelerin kötü olduğu zamanda Türkiye'de sadece nüfusun yüzde 51'i kapsam altında iken şu anda bizim sigorta sistemimize yani SGK sistemine dahil olan nüfusumuzun oranı yüzde 99,5. Dolayısıyla diyebiliriz ki emekli sayımız, kapsama dahil nüfusumuz arttı, GSYİH'den emekliye verilen pay arttı, kamu sağlık harcamalarının GSYİH'ye oranı arttı. Buna rağmen sosyal güvenlik sisteminin mali durumu bozulmadı ve her yıl daha da iyiye giderek uluslararası kabul edilebilir oranlara gelmiştir."
Sadece bugünü değil geleceği de düşünerek sürdürülebilir bir sosyal güvenlik sistemi inşa ettiklerini ve ciddi bir dışsal, yapısal müdahale olmadıkça sosyal güvenlik sisteminin, tahmin ufukları olan 2071 yılına kadar güvenli bir şekilde yoluna devam edeceğini belirten Selçuk, bugün SGK'nin mali bünyesinin uluslararası kabul edilebilir düzey olduğunu ve her yıl da daha iyiye gittiğini söyledi.
"Türkiye, bütün OECD üyesi ülkeler içinde en erken yaşta emekli eden ülkedir"
Aktif sigortalı sayısının 2009 yılında yaklaşık 15 milyon iken 2019 yılı eylül ayı itibarıyla 22,5 milyona ulaştığını ifade eden Selçuk, "Pasif sigortalı sayımız da dosya bazında 2009 yılında 8,5 milyon iken 2019 yılı eylül ayında yaklaşık 12 milyon kişiye yükselmiş durumda. Bütün dünyada 'aktif/pasif oranı' dediğimiz, çalışanın emekliye oranı 4 iken bizde 2'nin altında ama yine bakıyoruz, 2009 yılında aktif-pasif oranı 1,78'lerdeyken bugün 1,82'lere yükselmiş durumda." diye konuştu.
Bütün dünyada emeklilik için üç şart arandığını, bunların belirli bir yaşa gelmek, belirli bir süre prim-gün ödeme sayısına ulaşmak ve belirli bir hizmet süresi olduğunu anımsatan Selçuk, şöyle konuştu: "Yasalarla belirlenen bu üç şarttan herhangi birisinin olmaması durumunda emeklilik müktesep hak kılmaz yani kişi emekli olamaz. Türkiye'de, bütün dünyada olduğu gibi, emeklilik için belirli bir yaş şartı vardı ve maalesef, 1992'de bu şart kaldırıldı. 1999'a gelindiğinde, o dönem SSK Genel Müdürü olan Kemal Kılıçdaroğlu'nun kendi ifadesiyle sistem iflas etme noktasına geldi ve bu tarihte emeklilik için yine bir yaş şartı getirildi ama bu sefer kademeli bir geçiş öngörüldü. AK Parti 2008'de, 1999 yılında o dönemin hükümeti tarafından çıkarılan 4447 sayılı Kanun ile getirilen kademeli yaşı aynen muhafaza etti. Nitekim, şu ana kadar uygulamada bizim fiili emeklilik yaşımız 52. Yani 2019 yılında emekli aylığını bağladığımız emeklilerin ortalama yaşı 52. 65 yaş ancak 2048'de devreye girecek. Şu an Türkiye, bütün OECD üyesi ülkeler içinde en erken yaşta emekli eden ülkedir. Dünyanın hiçbir ülkesinde ortalama 52 yaşında kimseyi emekli etmiyorlar."
2005 yılında 21,7 milyon olan iş gücünün bugün 33 milyonu aşmış durumda olduğunu dile getiren Selçuk, "İş gücündeki yaklaşık 11 milyonluk artışa karşılık, ülkemizde aynı dönemde 9 milyon kişinin üzerinde de ilave istihdam sağladık ve 2002'den 2019 yılı kasım ayı sonuna kadar toplam 8 milyon 640 bin kişiyi işe yerleştirdik. Sadece 2019 yılında 1 milyon 430 bin kişiyi işe yerleştirdik İŞKUR aracılığıyla. Sağlanan bu ilave istihdamla 2005 yılında yüzde 40,6 olan istihdam oranını bu yıl ağustos ayı itibarıyla 46,3 olarak gerçekleştirdik." diye konuştu.
İşsizlik Sigorta Fonu'nun amacının dışında kullanıldığına dair mesnetsiz iddialar olduğunu belirten Selçuk, şöyle devam etti: "İşsizlik Sigorta Fonu, devletin, işçinin ve işverenin ortak fonudur. Devlet yüzde 1, işçi yüzde 1 ve işveren yüzde 2 katkı verir. Bu fon, milletimizin refahı, ülkemizin büyümesi için istihdamın desteklenmesine yönelik fayda gördüğü alanlarda işçi, işveren ve devlet temsilcilerinden oluşan bir İŞKUR yönetim kurulu tarafından ilgili mevzuata göre etkin ve şeffaf bir şekilde yönetilmektedir. Bugün itibarıyla fonun varlığı, 131 milyar liradır. İstihdam teşviklerimizin de ön şartı istihdamı korumaktır ve dolayısıyla baktığımız zamanda da fonun varlığı her bir yıl artmaktadır.
Diğer bir konu, geçen asgari ücret görüşmelerinde açıkladığım, istihdamı korumak işvereni korumak değildir. Bizim devlet olarak amacımız hem işvereni hem işçiyi korumaktır. İstihdamın olmadığı, istihdamın azaldığı bir yerde işçiyi koruduğumuzu söyleyemez hiç kimse. Dolayısıyla istihdam meselesi, işçi ve işverenden bağımsız işi koruma meselesidir. Asıl olarak işçiyi korumak istiyorsak istihdamı korumak mecburiyetindeyiz. Yine, Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi'nin ilk asgari ücret tespiti tüm tarafların oy birliğiyle gerçekleşti. 2002 yılında 184 lira olan net asgari ücreti 2019 yılı için yüzde 26 artırarak net 2020 liraya çıkardık.
Geçen, yine, asgari ücret konuşmam eleştirildi. Asgari ücrette satın alma gücüne göre baktığımızda, AB üye ve aday ülkeler arasında 2002 yılı başında 15'inci sıradayız. 2017 ve 2018 yılına geldiğimizde 12. sıradayız, bu yıl ülkemiz 10. sıraya yükselmiş durumda; dolayısıyla bizden geride 4 ülke yok, biz 10'uncu sıradayız, geçen sene 11'inci sıradaydık, ondan önce 12'nci sıradaydık."