'Menderes-Özal'cılık ve 'Kültür'



Geçen yazımda Tarihi Kentler Birliği'nin (TKB) Şanlıurfa Buluşması'nı anlatırken, Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay'ın henüz görevi devraldığı gün, gelip katılmasından söz etmiştim.

Açılışta konuşan Prof.Dr. Metin Sözen, yaklaşık "50 yıl"dır süren politikaların tarihi kentlerimizdeki "imar tahribatı"nı anımsatarak, TKB'nin öncelikle bunu "durdurma"yı hedeflediğini söylemişti. TKB Başkanı ve Kayseri Büyükşehir Belediye Başkanı Mehmet Özhaseki de "tarihe karşı umarsızlığı terk etmenin coşkusu"nu anlatmıştı.

Bu sözlerin ardından söz alan Bakan da "aynı tahribat"la yüreğinin yandığını belirterek, bunu yaratan uygunsuz yapılaşmaya "artık" TKB'yle birlikte müdahale edileceğini belirtti.

Peki, ya Başbakan Erdoğan 'ın, aynı 50 yıldaki "imar yıkımları"na da önderlik eden Menderes ve Özal 'a olan bağlılığına ne demeliydi? Sorudaki "merak"ımızı ise bu yazıya bırakmıştık...

"Gerilimli" birliktelik
AKP lideri 60. hükümet için "ilk" bakanlar listesini sunduğunda, Sezer'in yeni cumhurbaşkanına havale ettiği kabinede "kültür" ile "turizm"in ayrılacağı sanılmıştı. Çünkü kültür çevrelerinin aynı yöndeki talepleriyle birlikte, bakan sayısının da artacağı duyumları vardı.

Ancak beklenen olmadı; önceki AKP hükümetine Erkan Mumcu'nun kabul ettirdiği birleşme "sürüyor" . CHP kökenli Ertuğrul Günay da "muhafazakâr" bir iktidardaki "soldan gelen" kimliğiyle, bu "zoraki evliliği" yönetmekten sorumlu.

Yani, kültürel değerleri özünde "yaşam" ve "yaratıcılık" kaynağı sayan bir çağdaşlığı savunanlarla, aynı değerleri sadece "turistik zenginlik" sayan bir çıkarcılığın "ortak bakan"ı olacak!

Nitekim Günay'ı ilk kutlayan Avrupa-Türkiye Turizm İş Konseyi Başkanı Hüseyin Baraner demiş ki; "Bakanlığınız turizm sektöründe büyük mutluluk yarattı". Buna karşın kültür ve sanat çevreleri de günlerdir şunu yazıp söylüyor: "Turizmi kültüre duyarlı kılmak yerine kültürü turizme teslim eden anlayışa karşı önlem alınmalı".

İşte bu "gerilim"li buluşmanın, sadece "uyuşmazların çatışan birlikteliği" yüzünden değil, Başbakan Erdoğan'ın yeğlediği "Menderes ve Özal'ın devamı" bir siyasetin "öncelik"leri karşısında, pek de kolay olmayacağını şimdiden söylemek gerekiyor.

Neden mi? Yine geçen yazıda demiştik ki: "Oysa Menderes, Türkiye'yi 'küçük Amerika yapma' uğruna kentlerimizin teslim edildiği 'tarih düşmanı kimliksiz apartmanlaşma düzeni'nin başbakanıydı; Özal da aynı düşmanlığı 'ayrıcalıklı imar rantı yapılaşması'yla doruğa çıkartan, 'gecekondulaşmanın kaçak kentleşmeye dönüşmesi'ni başlatan, 1980'lerin 'iş bitirici' lik lideri". (Cumhuriyet- 6 Eylül 2007)

Biraz daha açalım:

Kültürel soykırım
Kültür ve Turizm Bakanlığı'na bağlı Koruma Kurulları, yıllardır hep "sivil mimarlık örneklerini yok eden apartmanlaşma hırsı"na ve aynı anlayışın "otomobillere yol için tarihi yıkması"na karşı direniyor. Her iki kültür tahribatının temelinde de "Menderes dönemi" var.

Öncelikle 1950'lerin "kat mülkiyeti yasası"yla, dünyada "örneği görülmemiş" bir tarihi yapı kıyımı başlatılarak, kentlerimizi bezeyen eski evler "kat karşılığı yap-sat sektörü"nün yıkımlarına teslim edildi. Dönemin ünlü "her mahallede bir milyoner" sloganıyla, sivil mimari örneklerimizin apartman müteahhitlerine "arsa" diye verilmesi özendirildi. Bu "yok edici imar düzeni" , bir yandan toplumsal kent kültürünü hızla yozlaştırırken, bir yandan da bugünkü tekdüze apartman kentlerini yarattı.

Menderes işte bu "kültürel soykırım"la birlikte, 'dev Amerikan otomobillerine yol' uğruna "İstanbul'u yıkarak" da tarihe geçmişti.

İşbitirici yağmacılık
Özal döneminde ise kentlere ve kültürel mirasa karşı tutum, bu kez 12 Eylül yasalarıyla ve adına "işbitirici"lik denen hukuk dışı yöntemlerle doruğa çıktı. İstanbul'da Park Otel ve Gökkafes'ler, Ege ile Akdeniz kıyılarındaki tarih ve doğa "işgal"leri, dönemin "simge"leri oldular.

Aynı yasalarla bugün de sürdürülen "ayrıcalıklı imar talanı" uygulamalarının ilk ve öncü örnekleriyle birlikte doğal-kültürel koruma alanları ile ormanların, turizm tesislerine tahsisi Özal'la başladı.

Hâlâ yine Kültür Varlıklarını Koruma Kurulları'nın en fazla sıkıntı çektikleri alanlar, bu tür yağma projelerine açılan sitler ile tarihsel ve doğal dokuları parçalamalarına rağmen "bacasız sanayi" denerek çevre suçları görmezden gelinen dev turizm yapılaşmalarıdır.

"Heyecan"ın soruları
İşte böylesi "tahripkâr" bir kültür ve turizm politikasının iki tarihsel liderine "bağlılık" içindeki bir partiye "sosyal demokrasiye uygun gördü"ğü için katıldığını açıklayan Günay, acaba nasıl bir yol izleyecektir?

Ünlü kitabı "Bosna Yazıları"nda (1997) aktardığı, Balkanlar'daki "kültürel imha"ya karşı tepkisini, bizdeki "benzer sonuçlar" yaratan imar aymazlıklarında da görebilecek miyiz? Örneğin ülkenin en değerli sitlerinin "turizm bölgesi" kararıyla "bakanlık eliyle" yapılaşmaya açılmasından, ya da "AKM'yi yıkma" projesinden vazgeçilecek mi?

Günay, yeni görevindeki ilk demecinde demiş ki; "Her bakanlık önemlidir; ama kültür beni heyecanlandırıyor". (30 Ağustos 2007-ajanslar) Bakalım AKP'yle sürdüreceğine inandığı; "insan"dan yana dünya görüşüyle, Menderes ve Özal'ı izleyen Erdoğan'ın "rant"tan yana politikalarını da aynı heyecanla göğüsleyebilecek mi?