Osman Hamdi Bey ve Yakup Kadri Karaosmanoğlu'ndan sonra Karun Hazineleri de ülkenin kültür hayatına bomba gibi düştü!..
Atatürk Dolmabahçe'de ölmeseydi!
Osman Hamdi Bey ve Yakup Kadri Karaosmanoğlu'ndan sonra Karun Hazineleri de ülkenin kültür hayatına bomba gibi düştü!.. Osman Hamdi Bey, kurduğu Arkeoloji Müzesi, Sanayi-i Nefise Mektebi ya da Nemrut Dağı'nda yaptığı çalışmalarla değil, Kablumbağa Terbiyecisi adlı tablosuyla anıldı. Bu tablo içi boşaltılan, iflas eden bir bankanın kasasından çıkmıştı. Yakup Kadri Karaosmanoğlu, eserleriyle değil, adının verildiği 'hızlandırılmış tren'in devrilmesiyle gündeme geldi, konuşuldu! Karun Hazinesi haberi ise henüz çok sıcak!.. Bir millet düşünün ki, ressamlarını bankalarının içi boşaltılınca, yazarlarını trenleri devrilince, antik eserlerini de müzeleri soyulunca anımsıyor! Müzelerimizin ne durumda olduğu, sergilenen eserler sanki çok umurumuzdaymış gibi ahlanıyor, vahlanıyoruz. Dürüst olalım!.. Atatürk Dolmabahçe Sarayı'nda ölmemiş olsaydı, biz o tarihi eseri de müze değil, otel yapmıştık! Yalan mı... 1992 yılında Kız Kulesi'ni Şiir Cumhuriyeti ilan etmiş, içinde şiir kitaplarının, şairlerin elyazmalarının, kalemlerinin, daktilolarının sergilendiği bir müzeye dönüşmesini istemiştim. Bunların hiçbiri olmadı, Kız Kulesi 'kafeterya ve satış merkezi' yapılmak üzere ihaleye açıldı. Daha da kötüsü ihalede tarihi eser şöyle tanımlanmıştı: "900 metrekare inşaat alanı!!!" Bergama'dan sökülerek Berlin'e götürülen Zeus Tapınağı'nı Almanlardan geri istiyoruz. Peki ama neden? Gidip ölçtük mü, Zeus Tapınağı kaç metrekare inşaat alanı? Türkiye'ye geri getirirsek, lokanta olarak hizmet vermeye uygun mudur? Yoksa, tarihi en az Bergama Tapınağı kadar eski olan Kız Kulesi'nin şanssızlığı yurtdışına kaçırılmamış olması mıdır? Hiç kimse kusura bakmasın ama, işte ben bu halimize çok gülüyorum! "Avrupa ülkelerinin yüzlerce müzesi var. Bu milletler önce zengin oldular, ekonomilerini düzelttiler, sonra müzelerinin olmadığını fark edip, paralarla müzelerini mi kurdular, yoksa önce müzeleri açıp, oralardan geçerek mi bu zenginliklerini oluşturdular?" Şüphesiz ki doğru yanıt ikinci seçenektir. Peki öyleyse, AB'ye üye olmanın yolu müzelerden geçiyorsa, bu müzeleri kim kuracak? Koç, Sabancı, Eczacıbaşı müzelerini kurdu. İyi de yaptılar. Elimde yetki olsa bu holdinglere ülkenin her kentine birer müze açtırırım. Sahi, kimden bekleyeceğiz yeni bir müzeyi? Duyarlı, esas zenginliğin kültür mirasımız olduğunu kavrayan yeni bir holdingimizden mi? Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın kapısından içeri girin ve Akdeniz'de ya da Ege'de bir koya beş yıldızlı bir otel yapmak istediğinizi söyleyin... Paranız yoksa size 'Turizmi teşvik primi' diye kredi verirler... Üstelik, beş yıl da vergi alınmaz!.. Aynı bakanlığımızın kapısından içeri girin ve müze kurmak istediğinizi söyleyin!.. Bakın başınıza neler geliyor!?. Her şey, gökyüzü ile yeryüzünün kızı Mnemosyne'nin Zeus'la yaşadığı dokuz geceden dokuz kızın doğmasıyla başlar!.. Helikon Dağı'nda oturan bu kızlar 'Musalar' diye bilinirler ve Tevrat'ta, İncil'de, Kuran'da adları aynen anılmaktadır. Musalar düşünceyi yönetir, kavgaları yatıştırır, insanlar arasında barışı sağlar. Beyaz, kanatlı bir at olan Pegasus bu dağdan şairlere ilham götürür. Sahi, siz Musalar'ı 'ilham perileri' olarak tanırsınız! Müze sözcüğü işte bu dokuz kızdan doğmuştur. Müze sözcüğünün kaynağı 'müz' yani ilham perisidir. (Devam edecek.)