Mardin’in merkezindeki meydana gelince bir bakıyorsunuz
önce, nereye gitsem, nereden başlasam diye. Minibüsler, insanlar, arabalar,
otobüsler geçiyor etrafınızdan ama siz nereye gideceğinizi bilmiyorsunuz. Bir
işaret arıyorsunuz, bir yönlendirme… Bir umutla, en son gelişimden hatırladığım
turizm danışma kulübesine bakıyorum, bienalle ilgili bir afiş, bir harita
bulurum diye ama orası da güvenlik noktası haline getirilmiş. Elde hiçbir şey
yok.
Bir tanıdığımı
arayıp soruyorum Tokmakçılar Konağı’nı. Kendi memleketimde
yabancı hissediyorum, bilmediğim için, ama o kadar çok konak var ki hangisinin
adı ne bilemiyorsunuz, bilseniz de aklınızda tutamıyorsunuz. Tarifi alıp
dalıyorum o çok sevdiğim dar sokaklara ve çok sevdiğim bu labirent sokaklarda
kayboluyorum neredeyse, çünkü “AbbaraKadabra”nın duraklarından
biri olan konak, labirentin iç kesimlerinde. Sonunda karşıma çıkıyor, kapısında
bienalle ilgili bir afiş, tek işaret...
Konakta sizi Mehmet
Çeper’in fotoğrafı karşılıyor. İçeri doğru adımınızı attığınız anda ise
Mezopotamya denizinde salınan küçük bir sandal çarpıyor gözünüze; Erdal
Duman’ın özellikle geceleri denizden bir farkı kalmayan Mezopotamya’ya
bir göndermesi. Kezban Arca Batıbeki’nin “Teneke Balerin”inin
akabinde Hülya Özdemir “Resmi hafıza kaybı” ile karşınıza
çıkıyor. Tony Kemplen’in bienale ismini veren
“abbara”lara ait bir yorumu olan “An abbaration”dan sonra
kendinizi bırakıyorsunuz.
Nasıl gezdim, nasıl fotoğraflar çektim,
konaktan çıkıp Zinciriye Medresesi’ne nasıl yürüdüm,
Kasımiye Medresesi’ne nasıl vardım anlamıyorum.
Maurizio Pellegrin’in “Trenlerin uçtuğu yer”inin fotoğraflarını
çekerken kendimi Hakan Irmak’ın hazırladığı “Manşetin” için
ziyaretçilerin yazdığı manşetleri okurken buluyorum. Ferhat
Özgür’ün “Azizler”i, Ahmet Müderrisoğlu’nun
“Takı(ntı)” sı, Helene Kazan’ın “Geçmiş Zaman”ı, Serhat
Kiraz, Selim Birseli, Bertrand Ivanoff, Hüseyin Çağlayan derken
bitiveriyor duraklar peşi sıra. Bienal Mardin’in içine, Mardin bienalin içine
akıyor. Belki de bunun için zamanın nasıl geçtiğinin farkına varmıyor, Mardin’i
mi gezdiniz yoksa bienali mi anlayamıyorsunuz. Günü bir taşla iki kuş vurmanın
tatmini ile bitiriyorsunuz.
Bienal ve
Mardin birbirleriyle yoğrulmuş. Abbara da eklenince tat versin diye bu güzel
hamura, ortaya “AbbaraKadabra” çıkmış. Bir sonraki bienal için
daha büyük beklentiler içine giriyorsunuz. Mardin’e tümüyle yayılmış, sokaklara
taşmış, daha iyi yönlendirmelere sahip, daha çok ziyaretçi, daha çok ziyaretçi,
daha çok ziyaretçi alan, etkinliklerle dolu bir bienal. Ve biliyorsunuz ki iki
sene sonra geldiğinizde beklediğinizden de çok etkileyecek sizi, bu gelişinizde
olduğu gibi...