Geçtiğimiz Aralık ayında Polonya’nın Poznan kentinde “BM İklim Konferansı” düzenlendi. Konferansa 192 ülkeden temsilci katıldı, haber ajanslarının aktardığına göre tüm dünya tarafından merakla izlenen konferansta maalesef somut adımlar bu sefer de atılamadı. Bu seferki bahane de yaşanmakta olan “global mali kriz”. Yaratılan küresel finansal kriz haliyle reel sektörleri de çok ciddi biçimde etkisi altına aldı, fatura yine çalışanlara, emekçilere çıkarıldı. Kapitalizmin zehirli atıkları yerküreyi yaşanmaz hale getirdi. Uluslararası sermaye ve işbirlikçileri daha çok kâr, daha çok konfor, daha çok lüks ve bitmez tükenmez arzu ve istekleri uğruna dünyayı yaşanılır olmaktan çıkararak cehenneme çevirmek üzere.
Hiçbir şey, küremizin varlığını ve dengelerini sürdürmesinden daha önemli olamaz. Dünya nüfusunun yüzde 10’luk kesiminin daha zengin, daha mutlu olmak ve egolarını tatmin etmek için geriye kalan 6,5 milyar insanı tehlikeye atmaları adaletli midir, olabilir mi? Bu ekonomik krizden birebir sorumlu olan CEO’lar ve banka patronları günahlarının bedelini tüm insanlığa fatura edemezler, buna hakları yok. Bilim insanları da, çevreciler de durmadan uyarmaya devam ediyor: İklim değişikliklerine karşı gerekli önlemler alınmazsa, dünyayı mali krizden daha beter etkileyecek ve mali krizin daha da derinleşmesine, kronikleşmesine neden olacak. Kuraklık, su sıkıntısı, salgın hastalıklar, seller ve birbirini izleyecek doğal felaketler kapıda... (Nitekim, Independent’da çıkan bir habere göre, ABD ulusal buz ve kar veri merkezi Kuzey Buz Denizi’nde geri dönüşü olmayan buzsuz yazların sanıldığından da yakın zamanda gerçekleşeceğini açıkladı.)
BM Genel Sekreteri Ban Ki Moon, Ponzan kentindeki BM İklim Konferansı’nı başlatırken şu çağrıda bulundu: “Aynı anda iki kriz yaşıyoruz. İklim değişikliği ve küresel ekonomik kriz. Ancak bu krizler bize iyi fırsatlar sunabilir. Bu, eşzamanlı olarak, her iki krizin üstesinden gelebilmek için bir fırsat olabilir.” İyi niyetli bu çağrı, atmosferi en çok kirleten ülke olmasına rağmen ekonomisini sekteye uğratmasından korktuğu için Kyoto Protokolü’nü imzalamayan ABD ve küresel mali kriz nedeniyle iklim koruma önlemleri almakta çekimser davranan Avrupa ülkelerinin tutumlarını değiştirmede çok başarılı olamadı maalesef. BM İklim Değişiklikleri Sözleşmesi’ni imzalayan 192 ülkenin temsilcilerinin, sera etkisine karşı yeni tedbirleri belirlemek için, bundan sonra bir yılı var. Kopenhag’da 7-18 Aralık 2009 tarihleri arasında düzenlenecek olan konferansta daha somut sonuçlar elde edilmesi bekleniyor.
Bunun yanı sıra ABD Başkanlığı görevini devralacak Barack Obama, Kasım ayında Kaliforniya’da düzenlenen uluslararası bir konferansta, ABD’nin sera gazı salınımlarını 2020 yılı itibarıyla 1990 yılı düzeyine indirme ve 2050 yılı itibarıyla yüzde 80 azaltma hedefini açıklayarak yeni dönemde ülkesinin iklim değişikliği politikalarında revizyon olabileceği müjdesini vermişti. Bu iki gelişme gözönüne alındığında, her ne kadar geçtiğimiz hafta sona eren konferansta somut sonuçlara ulaşılamasa da, önümüzdeki yıl bu konuda daha başarılı veriler elde edilebileceğini umabiliriz.
Türkiye
Peki, dünyada bu gelişmeler olurken, Türkiye’de küresel iklim değişiklikleri ve Kyoto Protokolü ne kadar gündemde? Geçtiğimiz günlerde gazetelerde yer alan bir haber bu sorunun cevabını öğrenmemizi sağladı. Habere göre Kyoto Protokolü, Kasım 2008 itibarıyla TBMM Genel Kurul gündeminde 30. sırada bulunuyor. Türkiye’nin gündeminde mali kriz, işsizlik, yoksulluk, terör, şiddet, güvenlik vs. gibi birçok önemli konunun bulunduğu su götürmez bir gerçek ancak küresel iklim krizi geleceğimizi birinci dereceden etkileyecek bir konu. Unutmayalım ki bulunduğu iklim kuşağı nedeniyle Türkiye, küresel iklim krizinden en çok etkilenecek ülkelerin başında. Türkiye, gerek iklim değişikliğiyle ilgili uluslararası müzakerelerde, gerekse Kyoto Protokolü ile ilgili görüşme ve uyum çalışmalarında artık daha faal, daha aktif olmalı ve bir an önce önümüzdeki 10-20-50 yıl için alacağı önlem planlarını netleştirmeli. Şu anki küresel mali kriz esnasında, ekonomiyi belki de biraz daha kötüye götürebilecek olan karbon salınımına kısıtlama getirilmesi gibi önlemlerin kısa vadeli birer acı reçete olduğu doğru. Ama bu önlemlerin şimdi alınmaması, uzun vadede doğal kaynakların kullanılamaz hale gelmesi, tarımsal üretimin kötüleşmesi ve verimsizleşmesiyle, ekonomik durumun daha da içinden çıkılamaz olmasına yol açabilir.
Bir an önce, Türkiye olarak üzerimize düşeni yapmalı ve küresel iklim değişikliğine karşı doğru önlem ve tedbirleri alabilmek için kamu-özel sektör-üniversite-sivil toplum işbirliğini hayata geçirmeli ve gerekiyorsa bu işbirliklerinin sürdürülebilir olması için ulusal ve uluslararası fonlardan yararlanılmalı ve bu konuya bütçeden pay ayrılmalı. Ayrıca, ülkemizdeki işletmelerin sera gazı salınımlarının hesaplanmasına yönelik kurumsal kapasitelerinin geliştirilmesi, bir sonraki aşamada sera gazı salınımının azaltılması için alınacak önlemler ilk adım olacaktır. Dünya, nükleer santrallerle enerji üretiminden vazgeçebilmek için çareler ararken, bizim nükleer santraller kurmayı planlamamız, Kyoto gerçeği ve ülkemizin gerçekleriyle çelişiyor. Çünkü, ülkemizin özellikle hidroelektrik, rüzgar ve güneş enerjisi potansiyelinin yüksek olması, Kyoto ve ülkemiz menfaatleri açısından bir avantaj olarak değerlendirilmelidir. Hidroelektrik, rüzgar santrallerinin sayısının artırılması, güneş enerjisinden daha fazla yararlanılması ve yaygınlaştırılması, sanayinin altyapısının geliştirilmesi ve enerji tüketiminde yenilenebilir enerjinin payının yükseltilmesi, mevcut elektrikli alet ve aydınlatmaların daha tasarruflu olanlarla değiştirilmesi, yenilenmesi (eski elektrikli aletler nedeniyle israf edilen enerji, Keban Barajı’nın yıllık enerji kapasitesinin yarısı kadar) gereklidir.
Küresel iklim değişikliği neticesinde bizi bekleyen global ölçekli sorunlar, belki de bugüne kadar yaşlı yerkürenin karşılaştıklarından çok daha ciddi doğal afetler, felaketler, geri dönülemez, kalıcı iklim değişiklikleri olacaktır. Bu nedenle, Türkiye ve dünya ülkeleri bu sorunu yaratan etkenlerin değil, çözümün birer parçası olacak şekilde hareket etmelidirler.