Localar Zenginlerin Elinde



Loca ya da VIP basit anlamıyla “halka açık alanlarda oluşturulan kişiye özel mekânlar” olarak tanımlanabilir. Ancak etrafına ördüğü kimi zaman gözle görülen, kimi zaman “mesafe” maskesinin arkasına gizlenen duvarlarla “seçkin” insanlara “halkın” arasına karışmış gibi yapma fırsatı sağlayan özellikleriyle bu basitliği çokça aşan bir kültürün temel yapılarından biri olduğu da söylenebilir. Ancak bu tip sınıfsal ayrımlara yönelik sembolleri yerden yere vurmak, “nasıl demeli” biraz da modası geçmeye başlayan bir durum. Bu yaz plajlarda başlayan loca kiralama modası çoğumuz için yeni bir şeydi belki ama bu işe biraz kafa yorsak böyle bir şeyin olacağını kestirebilirdik. Asla kestiremeyeceğimiz şey ise plajlardaki locaların fiyatlarının 50 bin dolardan başlaması.

Localar birçok toplumsal mekânda alışılageldik yapılar haline geldi. Statlar, konser alanları, tiyatro sahneleri sıra sıra koltukların etrafını çevreleyen küçük odacıklara ya da özel bölümlere alıştık. İyi de bu alanları dolduranlar neden halka açık, dolayısıyla doğaları itibarıyla ortalamaya hitap eden hazları göz ardı etmezken, bu zevklerini diğerlerinden ayrı bir şekilde yaşamaya ihtiyaç duyarlar?

Bununla saplantılı olarak asıl can alıcı soru ise şu; localar ve VIP bölümleri belli bir hayat standardını tutturmuş insanlar için lüksten doğan gösteriş açlığının giderilmesi midir yoksa gerçekten bir ihtiyaç mıdır?

Hadi, yüksek zümreye hitap eden aktiviteleri geçtim, insanın güneşlenmek, yüzmek ya da kumdan kale yapmak gibi şeylerin çok dışına çıkamayacağı plajda bile loca ihtiyacının olması pek akıl kârı gelmiyor. Aslında tam da bu durum insanların kendilerine kişisel alan yaratma açlığının zamandan ve mekândan soyutlanmış bir şekilde ne kadar da ileri boyutlara taşındığını gösteriyor. Bu ihtiyacı depreştiren sebepler arasında 80’li yıllarla birlikte keskinleşen neo-liberal politikalar eşliğinde artan birçok ekonomik, sosyal ve kültürel ayrışmayı gösterebiliriz. Ancak herhangi bir özel bölme edinmek sırf kendini izole etme hissini tatmin etmekle kalmıyor.

Şükrü Saraçoğlu Stadyumu İnsanların tonla para saydıkları locadan ya da VIP bölmesinden sınırsız hizmet beklemelerinden doğal bir şey olamaz. İstediklerini de fazlasıyla alıyorlar. Geçen ay İstanbul Park’ta yapılan Formula 1 yarışını locadan izleme şansı yakalayan birisinin dikkatini en çok çeken şey etrafta dolaşan profesyonel masajcılar olmuş. Tabii bitip tükenmek bilmeyen yiyecek ve içecek ikramlarını söylemeye bile gerek yok. Stat localarında sunulan hizmetlerse başlı başına bir yazı konusu zaten. Şükrü Saraçoğlu Stadı’nda İnternet, telefon, mini bar, uydu yayını gibi servislerin yanı sıra maça giren seyircilerin arasına bile girmeden asansörle ulaşılabilmesi locaları birçok futbolsever için cazip kılıyor. Tabii soğukta üşümek ya da sıcakta kavrulmak gibi maça gidenlerin doğal kabul ettiği sorunlar da ısıtma ve soğutma sistemi olan locaların sahipleri için çok uzak kavramlar. Tüm bu imkânlar stat localarının maç günleri dışında da kullanılmasına olanak sağlıyor. Birçok loca sahibi bu mekânları iş görüşmeleri ve toplantıları için de kullanıyor. Elbette bu hizmetlerin bir de bedeli var. Saraçoğlu Stadı’nda loca fiyatları 50 ile 150 bin dolar arasında. Galatasaray ise halen inşa halinde olan yeni stadı Türk Telekom Arena’nın localarının satışına daha şimdiden başladı. Bu locaların fiyatları 1 milyon dolara kadar çıkıyor.

Plajda loca kiralanması bu yaz patlayan bir akım. Kimileri için “iki mindere çuvalla para saymak” kimileri için şezlong kapma derdi olmadan adam gibi tatil yapmak, kimileri içinse emirlerine tahsis edilen garsonlarla gününü gün etmek. Oysa plaj localarının öne çıkan yani konforundan daha çok fiyatlarıydı. Üç ay için 80 bin dolar gibi rakamlar magazin haberlerine yansıdı. Belki de bu locaları kiralayacak kadar refah seviyesine ulaşmış kişilerin şezlong kirası, yeme içme gibi masrafları çıkarıldığında kendileri açısından kârlı bir iş yapmış bile olabilirler. VIP bölmeleriyse localardan biraz daha masumane ayrıcalıkların olduğu bir dünyayı çağrıştırıyor. Konsere giden birinin sevdiği sanatçıya daha yakın olmak için biraz daha fazla para ödemesi belki daha anlaşılabilir bir istek. Ancak anlaşılabilir istekler bazen umulmadık sonuçlar da doğurabiliyor. 1999’da Ali Sami Yen Stadı’nda düzenlenen Metallica konserine giden birisi anlatıyor: “O zaman delirecek gibiydim tüm gençliğim boyunca dinlediğim grup gelecekti. Üstelik konsere birkaç gün kala bir tanıdık vasıtasıyla sahnenin hemen dibindeki VIP bölümüne girme şansı yakaladım. Neyse konser başladı, James Hetfield burnumun dibinde başlarda çok eğlenceliydi. Ancak VIP bölümüne girenler genelde daha oturaklı insanlar, durağan bir halde sahneye bakıyorlar. Sonra geride en uçta arkadaşlarımı gördüm; deli gibi eğleniyorlardı. Onların yanında olmak istedim ama çok geçti.”

Gözetlemek

Başta dediğim insanların arasına karışırmış gibi yapmak localar ve VIP bölümleri sayesinde mümkün. Üstelik bir avantajları daha var. Belki kalabalık sizi takip edecek konumda olamaz ama siz insanların ne yaptığını görebilirsiniz. Localar konumları itibarıyla “plajda bile” çevresinde oluşan kalabalığı izleyebilme imkânı sunuyorlar. Belki de modern çağa ait en büyük avantajı da bu ve yine belki de tüm bu abartılı fiyatlarına sırf bu yüzden değiyordur...

Kalabalığa karşı herhangi bir temel sorumluluk hissetmeden ya da birtakım sosyal paylaşımlar içine girme zorunluluğu yaşamadan, kamusal alanların içinde yer alabilme özgürlüğü günümüze has bir şey olsa gerek. Kalabalık içinse, içinde kimlerin olduğunu bilmediği karanlık bir odada birilerinin sahnede, yeşil sahada olup bitenler karşısında benzer ya da farklı tepkiler verdiğini bilmek ama bu tepkilerin ne olacağını hiçbir zaman kestirememek localar yoluyla edinilen kolektif bir ruh hali.