Le Corbusier'de Söylem, Prost'ta Eylem Var

 

Cânâ Bilsel: Örneğin Le Corbuiser daha çok biliniyor. Le Corbuiser’ye ilişkin anekdotlar daha fazla anlatılıyor. Halbuki Le Corbusier 1930’lu yıllarda daha kendini kanıtlamış bir mimar değil. Şehircilik konusunda yaptığı yayınlar ve sergiler de Fransa’da tepkiyle karşılanıyor. Buna karşılık Prost çok saygı duyulan ve Paris’i planlayan bir şehirci-mimar.

 

İpek Akpınar: Bunun yanı sıra, Fransız Hükümeti ile de müthiş bir Kuzey Afrika deneyimi var. Fransa’nın şehircilik ve kentleşme alanındaki ana ilkelerinin oluşumunda, ‘Musée Social’ ortamının oluşumunda, Cânâ’nın isimlerini saydığı, Prost’un çağdaşı plancılar ve mimarlarla sosyal ve entelektüel olarak oluşturulduğu ortamlar rol oynuyor. Ve buradan esinlendiği gelişmeler ile birtakım uygulamalar yapıyor. Mesela Le Corbusier Prost kadar çok uygulama yapmıyor, bol bol yazıyor ve söylüyor. Prost ise söylem açısından daha geri planda ama uygulama yapıyor.

 

Câna Bilsel: Prost saygı duyulan bir plancı, dolayısıyla birtakım uygulamalar ona emanet ediliyor ve o, bu uygulamaları gerçekleştiren kişi. Le Corbusier’nin ise kitaplar yazmasının arkasında kendini kanıtlama hatta giderek iş alabilme isteği var. Ancak İkinci Dünya Savaşı’nın yarattığı yıkımlar ile birlikte Le Corbusier’nin fikirleri, şehircilik ve konut alanlarının tasarımında etkin olabiliyor. İkinci Dünya Savaşı öncesinde le Corbuiser tamamen ütopyalar ortaya atan bir mimar. Tabii bunlar çok değerli ütopyalar, bunları ortaya atabilmek, geliştirebilmek ve insanları bunlara inandırabilmek çok önemli. Bu söylemin inşası, CIAM deneyimi… Bütün bunlar çok önemli.

 

Buna karşın Prost ilk dönem şehirci-mimarlardan. Bu ekolde Beaux Arts (Güzel Sanatlar) geleneği biraz daha uzun sürüyor. Yani kimi modern fikirleri uyarlayabilmiş olsa bile, aslında gelenekçi olduğunu söyleyebiliriz.

 

İpek Akpınar: Tam bu noktada küçük bir parantez açılabilir. Bu Le Corbusier-Prost karşılaştırması, zıtlaştırması belki de çalışanlar üzerinden, yani bizim nedenimizle de oluyor ama şunu da belirtmekte fayda var; Le Corbusier söyleminde çok ütopik, fantastik şeyler üretiyor gibi görünse de sonuçta, örneğin Kuzey Afrika için yaptığı öneriler ile Henri Prost’un uyguladığı öneriler arasında çok ciddi örtüşmeler olduğunu düşünüyorum ben. Bu çok başka bir araştırma konusu ama Obus Planı’nın kente, kentin ana arterlerine ve insanına karşı yaklaşımının Prost uygulamaları ile çok örtüştüğünü Prost’a saygı anlamında anımsatmakta fayda var. Prost’a bu anlamda çok haksızlık ediliyor diye düşünüyorum.

 

 Le Corbusier zamanında İstanbul’un planını yapması için davet edildiğinde, modernizmin kurucularından olmasına rağmen, İstanbul’un organik dokusunun korunması gerektiğini savunuyor ve bu yönde bir öneri getiriyor. Bu nedenle de işi alamıyor ve plan yapımı Prost’a veriliyor. Ve daha sonraki yıllarda Le Corbusier bundan duyduğu pişmanlığı bir röportaj sırasında itiraf ediyor sanırım…

 

Şemsa Demiren’in Le Corbusier ile 1948 yılında yapmış olduğu söyleşide, Le Corbusier ilk defa bu iddiayı ortaya atıyor. İstanbul için Atatürk’e bir mektup yazdığını, bu kenti planlamak istediğini vs. Öyle zannediyorum ki 1933 yılında açılan İstanbul şehircilik yarışmasına katılmak için bu mektubu yazdığını düşünüyorum ben, eğer gerçekten böyle bir mektup varsa tabii. Bu iddiada göre, “Bir milletin en büyük devrimcisine, bir tarihi kenti bütün tozuyla toprağıyla, olduğu gibi korumayı önermiştim. Ne büyük hata yaptığımı sonradan anladım” gibi bir ifade kullanıyor. Bu Şemsa Demiren ile yaptığı konuşmada söylediği bir şey. Şemsa Demiren de bunu bir alıntı olarak makalesine koyuyor. Oradan biliyoruz. Fakat arşivlerde hiçbir şekilde buna ilişkin bir belge yok. Ne Cumhurbaşkanlığında böyle bir belge var ne de Le Corbuiser’nin arşivinde, çünkü orada da ayrıntılı bir çalışma yapmıştım.

 

Le Corbusier bunu söylediğinde, İzmir için plan önerisini geliştiriyor. Şemsa Hanım’ın da Le Corbusier ile konuşmasının ardında bu var; o sırada İzmiri planlamakta. Ama tabii asıl İstanbul’u planlamış olmayı istediğini ifade ediyor. Söz konusu söyleşide, “İstanbul’a hiç de korumacı yaklaşmayabilirdim.” diyor. Çünkü İzmir için yaptığı planı biliyoruz, tarihi çevreyi koruyan bir plan değil. Kadifekale eteklerindeki tarihi İzmir’de ya da Kemeraltı’nda belli başlı anıt yapıları bırakıp, onun dışında bir ızgara sistemi oturtarak, bütünüyle modernist bir yeşil kent önerisi sunuyor.

 

Dolayısıyla eğer Le Corbusier İstanbul’u planlasaydı “Doğu’ya Yolculuk” (Voyage à l’Orient) adlı eserinde hayran olduğu anıtları koruyacaktı yönündeki fikir bir efsane. Buna karşılık Prost çok daha korumacı bir mimar. Fas planlarına baktığımız zaman, o kentleri yani ‘medina’ları, mevcut Fas şehirlerinin tarihi çekirdeklerini olduğu gibi koruyan; yeni kenti onun dışında kurgulayan bir planlama anlayışı var Prost’un. Özellikle Fransa’da korumacı şehircilerden sayılıyor. Françoise Choay’ın meşhur ‘culturaliste’ (kültürcü), ‘progressiste’ (ilerici), ‘naturaliste’ (natüralist) oayrımı içerisinde “culturaliste” kategorisinde yer alan plancı-mimarlardan Prost.