Küresel iklim değişikliğiyle mücadele için oluşturulan
tek uluslararası girişim olan Kyoto Protokolü’nü sonunda
Türkiye de Şubat 2009’da imzaladı. Ancak gerekli tüm koşullar ve prosedür
işlemler 26 Ağustos 2009 tarihinde tamamlandı. Böylece artık Türkiye resmen
protokolün bir parçası haline geldi. Bu Türkiye’nin iklim değişikliğiyle ilgili
mücadelede aktif şekilde yer alacağını vaat ettiği anlamına geliyor. Türkiye
bunu dedi demesine ama, peki Kyoto Protokolü’nün yükümlülüklerini yerine
getirmeye hazır mıyız? Karbondioksit ve sera etkisine neden olan gazların
salımını Kyoto’ya dahil tüm ülkeler gibi 1990’daki seviyenin yüzde 25’i kadar
azaltabilecek miyiz? Ve ne gibi adımlar atmalıyız?
Öncelikle Türkiye’nin içinde bulunduğu durumu açmak gerekir. Türkiye iklim
değişikliği tehdidine neden olan sera gazı salımında başı çeken ülkeler
arasında. Türkiye’nin sera gazı emisyonları 1990-2007 yılları arasında yüzde 110
artmış. Türkiye İstatistik Kurumu’nun geçen yıl yaptığı araştırmada, 2020
yılında Türkiye’nin emisyonlarının 2007 yılının tam iki katı olacağı öngörüldü.
Yani tablo felaket ve bu işe bir dur demek gerekiyor! Türkiye Kyoto’ya katılarak
önemli bir adım attı ancak şu an hiçbir yükümlülüğün olmadığını da hatırlatmak
gerekir. Aralık 2009’da Kopenhag’da yapılacak iklim değişikliği toplantısında
2012 sonrası hangi ülkelerin ne kadar yükümlülük alacağı belirlenecek. Yani 2012
yılına kadar hiçbir sorumluluğu yok Türkiye’nin.
Tabii Türkiye’nin 2012 sonrası gerekli adımları atabilmesi için şimdiden
hazırlanmaya başlaması gerekiyor. Öncelikle düşük karbon ekonomisine geçmek için
gerekli adımlar atılmalı, mevcut fosil yakıtlara dayalı enerji politikalarından
vazgeçilmeli ve kirli enerji politikası terk edilmeli. Ancak Türkiye anlaşmaya
yeni taraf olduğundan mı bilinmez henüz bir girişimde bulunulmuş değil. Peki
bunları nasıl başaracağız? Ya da bir başka deyişle gerçekten bunlara hazırlıklı
mıyız? Kyoto’nun gerekliliklerini yerine getirebilecek miyiz? Cevap Greenpeace
İklim ve Enerji Kampanyası Sorumlusu Korol Diker, WWF-Türkiye Doğal Hayatı
Koruma Vakfı Genel Müdürü Dr. Filiz Demirayak ve çevre hukukçusu Arif Ali
Cangı’dan...
Korol Diker / Greenpeace İklim ve Enerji Kampanyası
Sorumlusu
Dünyayı kirletmek siyasi bir tercih
Kyoto’nun 2012 yılına kadar Türkiye’ye bir yaptırımı olmayacak. Ancak ülkeler
öyle ya da böyle Kopenhag’da yeni karbon salımı azaltım taahhütleri ve
mekanizmalarla ilgili kararlar alacak. Türkiye’nin de belirlenecek olan
taahhütlerini yerine getirebilmesi için 2012’ye kadar hiçbir şey yapmamak yerine
şimdiden adımlar atması gerekiyor. Özellikle de Türkiye’nin son yıllarda karbon
salımı artışıyla rekor kırdığını düşünürsek... Türkiye Kyoto’ya taraf olarak ve
iklim felaketi ile mücadelede sorumluluğu olduğunu kabul ederek tabii ki belli
dönüşümleri gerçekleştirecek. Ancak gerçekten etkin bir dönüşüm için fosil
yakıtlara dayalı enerji politikalarımızı değiştirmemiz gerekiyor, çünkü
salımlarımızın yüzde 75’i enerji kaynaklı. Çözüm Türkiye’nin derhal düşük karbon
ekonomisine geçiş yapması. Bu dönüşümlerin ne kadar maliyetli olduğundan da
bahsediliyor ancak İsveçli enerji şirketi Vattenfall’ın yaptırdığı araştırma bu
yatırımların yüzde 40’ının negatif maliyetli olduğunu ortaya koyuyor. Aynı
zamanda Greenpeace ve DLR’ın ortak çalışması olan “Enerji Devrimi Raporu” bu
dönüşümle sırf yakıt maliyetlerinden 6 kat tasarruf sağlanabileceğini açıklıyor.
Yani aslında kirli fosil yakıtlar ve nükleer ile dünyayı kirletmeye devam etmek
siyasi bir tercih.
Greenpeace’in Türkiye’den beklentisi yüksek düzeyde gelişmekte olan ülkelerle
birlikte 1990 seviyesine göre 2020 yılında artıştan yüzde 25 karbon salım
indirimi gerçekleştirmesi. Bu oranda azaltım ile 2050 yılına gelindiğinde yüzde
1.1’e kadar düşmüş oluyoruz ki, bunu sadece enerji kaynaklı salımlarımızı
düzenleyerek yapabiliyoruz. Diğer sektörlerden sağladığımız tasarruflarla da
karbon salımımızı yüzde 25’in üzerinde indirebiliriz. Üstelik bunun karşılığında
Türkiye fonlardan maddi destek alabilir. Ancak Kyoto içerisinde gelişmekte olan
ülkeler için tanımlanmış fonlardan faydalanabilmemizin önünde ciddi bir engel
daha var. Türkiye’nin sunduğu “1. Ulusal Bildirim Raporu”na, Birleşmiş Milletler
İklim Değişikliği Konferansı şeffaf, tümel, karşılaştırılabilir, devamlı,
tutarlı olmama ve kontrol mekanizmasının bulunmaması gibi eleştiriler getirdi.
Türkiye eğer bu fonlardan faydalanmak istiyorsa mutlaka daha düzgün
raporlandırmalar yapmalı.
Dr. Filiz Demirayak / WWF-Türkiye Doğal Hayatı Koruma Vakfı Genel
Müdürü
Yenilenebilir enerji kaynaklarına geçiş hızlandırılmalı
Türkiye iklim değişikliğinden oldukça ciddi derecede etkilenecek ülkeler
arasında. Ancak buna rağmen iklim değişikliği tehdidine neden olan sera gazı
salımında da büyük paya sahip. Kyoto ile 2012 sonrası dönemde, iklim
değişikliğinin dünya için bir felakete yol açmadan önlenebilmesi için daha etkin
önlemlerin alınmasını öngörecek yeni bir çerçeve çizilecek. Aralık 2009’da
şekillenecek olan 2012 sonrası süreçte de Türkiye’yi önemli kararlar bekliyor.
Bu anlamda, Türkiye’nin bir yandan önümüzdeki süreci yakından izlemesi,
uluslararası sürece aktif şekilde katılması, bir yandan da ulusal ölçekte
alınacak önlemlerin, atılacak adımların kapsamlı ve sistematik şekilde ele
alınacağı ulusal ikim değişikliği stratejisini ve eylem planını oluşturması
büyük önem taşıyor. İklim değişikliğinin çeşitli sektörlere olan etkilerinin ve
bunun maliyetinin saptanacağı sektörel etki analizinin sonuçları doğrultusunda
sera gazı emisyonlarının düşürülmesi yönünde çalışmalar hızla başlatılmalı,
temiz teknolojilere ve yenilenebilir enerji kaynaklarına geçiş hızlandırılmalı,
bu yönde verilecek teşvikler arttırılmalıdır.
Şunu da unutmamak gerekir. Küresel ısınma istenen şekilde sınırlansa dahi
günümüze dek yapılmış sera gazı salımları nedeniyle iklim değişikliği etkileri
kaçınılmaz olarak yaşanacak. Artık geri döndürülmesi olanaksız olan bu etkilere
karşı dayanıklı hale gelebilmek için ulusal uyum stratejileri geliştirilmeli,
gerekli önlemler zaman geçmeden alınmalı. Yoksa iklim değişikliğinin etkilerinin
meydana gelmesinden sonra alınması gereken önlemlerin maliyeti daha da fazla
olacaktır.
Arif Ali Cangı / Çevre hukukçusu
Ekolojik hukuk yaratılmalı
Yapılan araştırmalar, küresel iklim değişikliklerinde en büyük etkenin insan
faaliyetleri olduğunu gösteriyor. En önemlisi de petrol, taş kömürü, doğalgaz
gibi fosil kökenli yakıt kullanımında ısrar edilmesi. Türkiye’nin Kyoto’ya
katılması şu aşamada bir yükümlülük getirmiyor. Şunu da hatırlamakta fayda var.
Avrupa Birliği tüm üyelerine Kyoto Protokolü’ne taraf olma zorunluluğunu
getirdi. Türkiye’nin Kyoto’ya taraf olmasını zorlayan da bu gelişme aslında.
Kyoto Protokolü sera gazı emisyonunun kontrolü için şu anda var olan tek
uluslararası sözleşme olması itibarıyla önemli. Ancak dünyada en fazla sera gazı
üreten ABD’nin henüz tam olarak taraf olmaması, Kyoto Protokolü’nün de küresel
iklim değişikliğini önleme konusunda etkili olamayabileceği şüphesi yaratıyor.
Diğer yandan, Kyoto Protokolü için, karbon ticareti, karbon vergileri ile
küresel iklim değişikliğinin de piyasalaştırıldığı, dolayısıyla neo-liberal
havadan başka bir şey olmadığı eleştirisi de var.
İnsanlık, canlı yaşamını tehlikeye atan kalkınma politikalarından
vazgeçmediği sürece Kyoto Protokolü de sorunu çözmeye yetmeyecek. Sorunun çözümü
için ‘daha fazla kâr’ amacından vazgeçilmeli, tüketim doğanın ürettiği seviyeye
indirilmeli. Kapitalist Pazar Ekonomisi ile bu olası değil. Küresel düşünüp,
yerel hareket etmeli, doğayla uyum içinde bir yaşamın kurallarını oluşturacak
Ekolojik Hukuku yaratacak yeni politikalar geliştirilmeli. Politikaların
ürettiği hukuk, yaşamsal risklerden korunmayı sağlamalı. Çünkü yaşamın sürmesini
sağlamak için bunu yapmak zorundayız.
KYOTO nedir?
Dünya için tehlike çanlarının çalmaya başlaması üzerine, BM üyesi devletleri
bir araya getirip dünyada iklim değişikliğine yol açmayacak faaliyetlerin
koşullarını belirlemek amacıyla hazırlanan “BM İklim Değişikliği Çerçeve
Sözleşmesi”, 1992 yılında Rio de Jenerio’da imzaya açıldı. Sözleşme, 1994
yılında yürürlüğe girdi. Böylece taraf devletlerin temsilcileri her yıl
toplanarak iklim değişmelerini önlemeye yönelik önlemleri ve fosil yakıtlarının
kullanımına kısıtlamalar getirilmesini tartışmaya başladı. Bu çerçevede 1997’de
Japonya’nın Kyoto kentinde “Uluslararası İklim Değişikliği Konferansı”
düzenlendi ve toplantı sonucunda Kyoto Protokolü olarak anılan bir sözleşme
yapıldı. Protokolün hayata geçirilebilmesi için, sözleşmeye imza koyan
devletlerin neden olduğu karbon gazı emisyonlarının dünya toplamının yüzde
55’ini bulması gerekiyordu. Rusya’nın 16 Şubat 2005 tarihinde imzalamasıyla
protokol yürürlüğe girdi.
Protokolün amaçlarının başında “2012 yılına kadar sera gazı etkisi yaratan
gazlarının yüzde 5.2 düşürülmesi, enerji tasarrufu yapılması, fosil yakıtların
azaltılması ve yenilenebilir enerji kaynaklarından yararlanmanın
yaygınlaştırılması” geliyor.
Türkiye de 5 Şubat 2009 tarihli ve 5836 sayılı Kanun’la ‘Birleşmiş Milletler
İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi Kyoto Protokolü”ne katıldı. Bu konuda
Bakanlar Kurulu’nca 7 Mayıs 2009 tarihinde alınan karar 13 Mayıs 2009 tarihli
Resmi Gazete’de yayımlandı. Türkiye 26 Ağustos 2009 itibarıyla tamamen Kyoto’nun
bir parçası haline geldi. Bugün Kyoto’ya dünyada 184 ülke üye. Kyoto’ya üye olup
olmayacağına dair henüz hiçbir şey belirtmemiş sadece 12 ülke
var.