Türk Dil Kurumu’nun sözlüğünde, kriz “bir ülkenin, bir kuruluşun veya bir kimsenin yaşamında görülen güç dönem, bunalım, buhran” olarak tanımlanmaktadır. Tarihsel süreç içersinde Türkiye’de ve dünyada çeşitli bunalımlar olmuş, insanlar çok sıkıntı çekmiş sonunda bir düzene kavuşmuştur. Cumhuriyet devrinde tanık olunan 6 adet çok ciddi 4 adet kısa süreli 10 kriz olmuştur. Bunlardan en çok bilineni ve üzerinde bilimsel çalışmalar yapılanı 1929 ve 2001 krizleridir. Ekonomi ve işletme kitaplarına baktığımızda, 1929 krizi en büyük krizdi. Nedeni üretim artışı ve bunu karşılayacak talebin olmayışı idi. Bu kriz diğer ülkeleri de etkilemesine rağmen esas ABD’yi etkileyen bir krizdi. Etkilenmeyen ülke Rusya idi çünkü kapalı bir ekonomisi vardı. Hatta o güne kadar serbest piyasa ekonomisini benimsemiş olan Türkiye bu nedenle karma ekonomiye geçmiştir.
2001 ve 2008 krizleri ise, herkesin bildiği gibi tam bir küresel krizdir. ABD’de gayrimenkul krizi ve ona bağlı olarak bankacılık sektöründe ortaya çıkmış bir krizdir. Türev piyasalarda defalarca çevrilen para aslında bankacıların kazanma hırsının, kontrol edilememesi nedeniyle patlak vermiştir. 2008 krizi yapısal bir krizdir. Türkiye 2001 krizinden sonra bankacılık sektöründe önemli adımlar atmış olması dolayısıyla belki bu krizi daha hafif atlatabilirdi. Ancak sanayisini Batı’ya entegre etmiş olduğu için bu krizden Avrupa ve Amerika’dan daha çok etkilenecektir. Ayrıca bu bir yapısal krizdir. Bu yapısal krize yapısal bir politikayla karşılık verilmelidir. (Fransa Cumhurbaşkanı Nicholas Sarkozy’nin 25 Eylül 2008’de Toulon’daki konuşması.)
Türkiye ne yapmalı?
Genel olarak söylenen şudur. Madem ki bu kriz küresel bir krizdir, o halde çözümü de küresel olmalıdır. Ancak her ülkenin sosyal, siyasal ve ekonomik yapısı farklı olduğu gibi işletmeleri ve işletmelerin yapıları da farklıdır. Örneğin, bu krizden en çok sanayileşmiş ülkeler kazandı, 3. Dünya ülkeleri ise zarar gördü. Göreceli olarak etkilenmeyen ülkelerin başında İran, sonra da Çin ve Hindistan gelmektedir.
O zaman her ülkeye uygun bir çözüm olabilir mi? Ayrıca ABD Keynes’i tartışırken, Avrupa’da Marx’ın kapitali satış rekorları kırıyor. Kriz ortamında hızlı karar vermek gerekir. ABD, Avrupa’ya nazaran daha hızlı karar verebilmekte. Avrupa 27 farklı ülkeden oluşan yapısıyla hızlı karar verememektedir. Örneğin, Avrupa bir karar alıncaya kadar İzlanda iflasını açıkladı. O halde Türkiye ne yapmalı? Küresel çözümleri mi beklemeli, yoksa kendi çözümünü mü bulmalı.
Türkiye geçmiş krizlerden ders alan bir ülke olarak hızlı davranmalıydı. Olmadı. Bazı iş sahipleri kendi öngörülerine göre tedbirler almaya çalıştılar. Olmadı. Doğal olarak önce ekonomik tedbirlerin alınması gerekir. Bunlar alınmakta ve izlenmekte. Biz burada ekonomik tedbirleri değil, Türk işletmelerinin bu şartlar altında ne yapması gerektiğini tartışmaya açmak istiyoruz. Bizim temel hipotezimiz şudur: İşletmeler maddi ve maddi olmayan kaynakları ile bir değer üretirler. Bu kriz işletmeleri parasal açıdan sıkıntıya sokacaktır. O zaman işletmeler bu sıkıntıdan kurtulmak ve rekabet edebilmek için entelektüel sermayelerine ağırlık vermek zorundadırlar. Bunun için aşağıdaki önerilerimizi okurların dikkatine sunmak istiyoruz:
• İşletme sahipleri dünyanın gidişini iyi takip etmeli. Her krizden sonra yeni bir düzen kurulmakta, ekonominin ve rekabetin paradigmaları değişmektedir. Bu yeni düzeni bir an evvel okumak gerekir.
• Her işletmede kriz yönetimi uygulanmalı. Bunun için danışmanlardan ve üst kademe yöneticilerinden oluşan bir kurul kurulmalıdır. Bu kurulun işletmede bir ofisi olmalı ve gidişat günbegün izlenmelidir.
• İşletmeler piramitsel yapılardan çıkmalı. Buna bağlı olarak Türkiye’de her işletmenin yönetim kurulunda olan aynı kişiler tasfiye edilmeli. Bu da piramitsel yapıyı destekliyor ve ABD’de yasak olan içerden bilgi alma Türkiye’de müesseseleşmiş oluyor.
• Entelektüel sermayeye önem vermelidir. Entelektüel sermaye dediğimiz zaman insan sermayesi, yapısal sermaye ve müşteri sermayesi anlaşılmalıdır. Kriz zamanında en önemli unsur insan sermayesidir.
• Girişimci önemlidir ama girişimciyi yaşatan çalışanlardır. Türkiye’de çalışanlar ikinci plana atılmıştır. Krizde ilk yapılan yüzlerce kişiyi işten çıkarmak olmaktadır. Oysa işten çıkarılması gereken kişiler yöneticilerdir. Kararlara katılamayan kişiler nasıl suçlanabilir ki? İşletmeler kesinlikle işletmenin önemli varlığı sayılan kişileri işten çıkarmamalıdır.
• İşletmeler krizi bahane ederek çalışanların ücretlerini kesmemelidirler. Bir fedakârlık yapılacaksa bu işçi ve işverenin ortak sorunu olmalıdır. İşçi, işveren ve devlet arasında yeni bir denge kurulmalıdır.
• Yöneticilere güven kaybolmuştur. Yöneticilerin iş akdi yeniden gözden geçirilmelidir. Ücretleri ekonomik performanslarına endekslenmeli ve bir çerçeveye oturtulmalıdır. Bir işletmeyi batıran bir yönetici bir başka işletmeye genel müdür oluyor. Hizmet sözleşmelerinde gerekli düzenlemeler yapılarak, sorumlu yöneticiler en azından para cezasına çarptırılmalı ve/veya TTK’nda mevcut düzenlemeler gereği yöneticilerin mali sorumluluğuna gidilmelidir.
• Değişen paradigmalara göre yeni iş modelleri uygulanmalı. Bunun için yeni ve yaratıcı kişilere gereksinim duyulacaktır. Düşünme ve davranış şekillerimizi değiştirmeliyiz. Bunun için eğitime ağrlık vermek gerekir.
• Entelektüel sermayenin temel unsuru olan organizasyon yeniden ele alınmalı. Bu organizasyon bu konuda uzman bir danışmanla yapılmalı.
• İşletmeler ellerinde bulunan entelektüel mülkiyetlerini (patent, know-how gibi) iyi korumalılar. Stratejik işbirlikleri ile işletmenin içini boşalttırmamalılar. Aksine bu öz yetenekleriyle değer şebekeleri oluşturmalılar. Teşvikler de şimdi olduğu gibi illere veya sektöre değil, değer şebekelerine verilmelidir.
• Muhasebe sistemlerini yeniden gözden geçirmeli, maliyetlerini doğru hesaplayabilmeli. Bütün dünyada işletmelere ve hatta denetim şirketlerine de güven kalmadı. Müşterisine, çalışanına hatta işletmeyle doğrudan ilişkisi olmayan kişilere dahi dürüst, açık ve şeffaf olmalı. Dürüst olursa zaten açık olmaması için bir neden kalmaz. Sonuç olarak, ekonominin temeli üretim ve finansmandır. Finansal kriz ister istemez reel sektörü etkileyecektir. O zaman işletmelerin elindeki en önemli kaynak entelektüel sermayedir. İşletmeler bu sermayelerini kullanarak krizden büyük bir başarıyla çıkabilirler. Entelektüel sermayesi olan işletmeler için kriz bir fırsat olacaktır.
Prof. Dr. Minâ Özevren / Marmara Üni., İkt. ve İdari Bil. Fak., İşl. Böl.