Küresel ısınmanın Türkiye üzerindeki olası olumsuz etkilerini dile getiren bilim adamlarının amacı, kuşkusuz, felaket tellallığı yapmak değil; aksine Türk kamuoyunu ve konu ile ilgili kişi, kurum ve kuruluşları, küresel ısınma ve Türkiye üzerindeki olası olumsuz etkileri konusunda bilgilendirerek bilinçlendirmek; yapılması gerekenler ve alınması gereken önlemler konusunda erken uyarıda bulunarak bu olayın Türkiye’ye verebileceği zararları önlemek ya da en aza indirgeyebilmektir.
1970’li yılların başlarında, evrimci bilim adamı James Lovelock, “Dünya gezegeninin canlı bir varlık olduğu ve yaşamını sürdürebilmek için kendisini koruyabildiği” teorisini ortaya atmıştı. Aynı bilim adamı bugün ise, “insanoğlunun neden olduğu çevre kirliliğinin bu mekanizmayı tersine çevirdiğini ve Dünya’nın artık, insanoğlunun lehine, kendini koruyamayacağını; küresel ısınmanın dönüşü olmayan bir noktaya ulaştığını ve Dünya’nın kısa bir süre sonra yaşanılamaz bir hale gelebileceğini” ileri sürmektedir. Avrupa’da sıcaklıkların 8°C artacağını da iddia eden Lovelock’a göre Dünya’nın birçok bölgesi artık tarım yapılamaz hale gelecek; milyonlarca, hatta milyarlarca insan da susuz kalacaktır.
Dünya Meteoroloji Örgütü ve Amerikan Uzay Araştırmaları Merkezi’nin (NASA) raporlarına göre atmosferdeki karbondioksit birikimi düzenli olarak ve hızlı bir şekilde artmaya devam ediyor ve stabilizasyonu, yani belirli bir dengeye ulaşması yolunda hiçbir işaret yok. Aslında uyarıcı olması gereken en önemli bulgu budur. Daha korkutucu olan ise karbondioksitin atmosferde kalma süresi 50 ile 200 yıl arasında değişiyor olması. Bunun anlamı: atmosfere salınan karbondioksit emisyonu bugün tamamen durdurulsa bile; bunun ancak 50 ya da 100 yıl sonra atmosferdeki karbondioksit miktarında bir azalmaya yol açabileceğidir. Çünkü karbondioksit çok dirençli bir gaz ve atmosferde uzun bir süre kalabiliyor. O nedenle, atmosferdeki karbondioksit miktarını azaltabilmek için daha ciddi önlemlerin alınması ve bunların bir an önce uygulamaya konulması gerekiyor.
Yapılan bilimsel araştırmaların sonuçlarına göre küresel ısınma en çok Akdeniz bölgesini etkileyecek. Bu bölgede meydana gelecek olan ısınmanın, yazların çok daha sıcak ve kurak geçmesine ve bitki örtüsünün dejenere olmasına yol açacağı öngörülüyor. Bu durumda, Türkiye’nin güney kıyılarındaki turizmin olumsuz etkilenebileceği çok kuvvetli bir olasılık.
Atmosfere karbondioksit salınımının yanı sıra, ozon tabakasındaki delinmenin oluşturacağı sera etkisi de Dünya’nın daha fazla ısınmasına yol açabilecek; dolayısıyla, yağışsız kurak bir döneme girilecektir. Buna bağlı olarak su tüketimi de artacaktır. Bölgesinde en yüksek su rezervlerine sahip olan Türkiye’nin, sınır komşuları ile su yüzünden çatışmaya girmesi olasılığı da göz ardı edilmemelidir..
Tüm bu olası gelişmelerin ışığında, Türkiye’de bilime siyasal etki tartışmalarını bir kenara bırakıp; küresel ısınmaya karşı önlem almanın aciliyeti üzerinde durmamız gerekiyor. Teknolojinin, hem su kaynaklarının kullanımı ile hem de iklimle bağlantılı olarak, sorunlara tek başına çözüm bulmaya yetmeyeceği bir gerçektir. Bu konuda mutlaka sağlam bir siyasal iradenin oluşumu gerekmektedir.
Ayrıca, küresel ısınmaya karşı bir ülkenin tek başına alacağı önlemlerin fazla bir anlamı olmayacaktır. Çünkü sorun, büyük ölçüde, fosil yakıtların kullanımından kaynaklanmaktadır. Fosil yakıtlar da, dünyadaki tüm ülkelerde sürekli olarak ve hemen her sektörde tüketildiğine göre küresel ısınma ile mücadelede uluslararası işbirliği ve dayanışma kaçınılmazdır.
Öte yandan bugün üzerinde yaşamımızı sürdürebildiğimiz yaklaşık 4.5 milyar yıllık bu yaşlı gezegene, Dünyamıza, bazı bilim adamları, ancak birkaç yüzyıl daha ömür biçiyorlar. Yani, 200-300 yıllık bir zaman diliminde Dünya’daki insan yaşamı belki de sona erecek. Daha sonrasında insanoğlunun yaşamını sürdürebileceği başka bir gezegen aramak mı gerekiyor acaba? Tüm ekonomik sıkıntılarına karşı Amerika Birleşik Devletleri ve Rusya’nın uzay araştırmalarına trilyonlarca dolar harcamalarının nedeni de acaba bu mu?
Yoksa, tüm bu çabalarımızdan vazgeçip kaderimize razı mı olmalıyız? Tabii ki “Hayır”. Çünkü, diğer doğal afetlerle mücadelede olduğu gibi, küresel ısınma ile mücadele de insanoğlunun doğa ile olan bir mücadelesidir ve bu mücadelede insanoğlunu doğaya egemen kılabilecek tek güç “bilim”dir. O nedenle, bilim adamlarımıza güvenmek ve onların bu konudaki bilimsel araştırmalarını desteklememiz gerekir.
Küresel ısınmadan etkilenecek olan diğer ülkelerin bilim adamları, özellikle tarım alanında yaşanacak olası kuraklık koşullarında yetiştirilebilecek tohum üretimi konusunda önemli gelişmeler kaydederken; Türkiye bu konuda henüz hiçbir somut adım atmadığı gibi, küresel ısınmaya karşı hiçbir politika geliştirememiş olan AKP Hükümeti, Avrupa Birliği’nin direktifleri doğrultusunda, ekonomide olduğu gibi, tarımda da Türkiye’yi tamamen dışa bağımlı hale getirme çabalarını sürdürmektedir.
Prof. Dr. K. Erçin KASAPOĞLU / Hacettepe Üniversitesi Jeoloji Müh. Böl. Öğr. Üye.