İddianamesi belli olduğunda bol bol Ergenekon, Anayasa
Mahkemesi kararını açıkladığında da bol bol demokrasi yazısı yazacağız nasıl
olsa, bunlar olana kadar bu iki konuya girmemeye kararlıyım. Hayatın ‘küçük’
gibi gözüken ‘büyük’ meselelerini yazacağım. Geçenlerde bir yeni tartışma
başladı, Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek, Orta Doğu Teknik
Üniversitesi kampüsündeki binaları yıkacağını söyleyince. Neden yıkacakmış?
Çünkü bazılarının imar izni, çoğunun ise iskân izni yokmuş bu
binaların. Tabii Türkiye’nin önemli ve önde gelen bir üniversitesinden,
üstelik ülkenin belki en önemli mimarlık ve inşaat mühendisliği fakültelerini
içinde barındıran, belki Ankara Belediyesi’nde imar ve iskânla ilgili karar
veren teknik kişileri bile mezun eden okuldan söz ediyoruz. ODTÜ’nün
binalarının sahiden imarı ve iskânı eksik mi, bilmiyorum, bunu bu tartışma
sırasında öğrenemedik bir türlü. Eğer eksikse, bu eksik bir an önce giderilmeli.
Ama şunu öğrendik, ODTÜ’yü yıkmaya girişen Melih Gökçek’i eleştirenler, ‘ODTÜ’ye
gelene kadar Ankara’nın geri kalanına bak, diğer resmi binalara bak’
dediler. Bu cevabın yersizliği, ‘suimisal misal olmaz’lığı bir yana,
gerçekten de, Ankara ve İstanbul başta ve herhalde Türkiye’nin bütün
şehirlerinde, önemli bir bölümü imarsız, neredeyse tamamı iskânsız binalarda
yaşadığımız biliniyor. Peki bu neden böyle? Kurallar olmadığı için değil.
Çünkü kural var, bina yapmak için önce gidip imar izni alıyorsunuz, size izin
verilen kadar bir bina inşa ediyorsunuz. Sonra inşaatınız bitince de,
binanızı içinde yaşama veya işyeri olma kurallarına uygun yaptığınızı
gösteriyorsunuz belediyeye ve iskân izni alıyorsunuz. Kaçak, yani imarsız
binalara söyleyecek bir şey yok, onlar zaten kaçak. Onların daha yapım
aşamasındayken yakalanıp yaptırılmaması gerekiyor. Ya iskânsız binalar? Bir
hesaba göre İstanbul’daki binaların yüzde 82’si iskânsızmış. İskân izinli
binalar da, bugün gidip izinlerini yenilemek isteseler büyük ihtimal o izni
yeniden alamazlar, çünkü mutlaka izinsiz bir tadilat yapmışlardır, bir duvarın
yerine değiştirmişlerdir, bir kenara kaçak çıkıntı inşa etmişlerdir vs. Daha
geçenlerde Kültür Bakanlığı, kendisine ait ve tescilli bir tarihi eser olan
binasının bitişiğindeki kaçak binayı yıktı. O yıkılan bina da bakanlığın hizmet
binasıydı. Bizi kuralsızlıktan koruyacak, kuralları uygulayacak kurumun kendisi
kural ihlal etmişti yani. Galiba bütün mesele kurallarda ve kuralların
uygulanmasında. Önce kural mantıklı ve uygulanabilir olacak. O kurala uymak
isteyen bir bedel ödemeyecek, tersine teşvik edilecek. Sonra da kurala
uymayanlar mutlaka bedel ödeyecek, yani kural mutlaka uygulanacak. Topluma
adalet duygusu ancak böyle verilebilir. Yani, kuralların herkese eşit
uygulanmasıyla, kurala uymayanların da kim ve ne olurlarsa olsunlar bedel
ödemesiyle. Geçenlerde Odalar Birliği Başkanı Rıfat Hisarcıklıoğlu bir sohbet
sırasında söyledi. Türk TIR’ı Almanya’dan yola çıkıyor. 3 bin kilometre boyunca
saatte 70 km sürati aşmıyor, sağ şeritten hiç çıkmıyor. Ama aynı kamyon, aynı
sürücüyle Kapıkule’den girer girmez bir canavara dönüşüyor, yer yer 100 km/saati
aşan hıza çıkıyor, bırakın sağdan ikinci şeridi, üçüncü, hatta en sol şeride
kadar çıkıyor. Bunun tek bir nedeni var: Almanya ile Türkiye arasındaki yol
boyunca kural ihlallerinin cezalandırılması, Türkiye’de ise cezanın etrafından
dönmek için her zaman yol bulunması. Yani konu sadece imar-iskân mevzuatının
uygulanmasıyla değil, hemen hemen her şeyle ilgili. Kanun açıkça yazmış,
müzikli eğlence mekânının dışında o mekâna ait ses 65 desibelin üstünde
duyulursa cezai işlem yapılır diye. Bodrum Türkbükü’nde veya İstanbul’da
Boğaz’ın herhangi bir yerinde gidin ölçüm yapın, 65 db sınırının çok aşıldığını,
üstelik sabahın erken saatlerine kadar bu aşma halinin devam ettiğini
göreceksiniz. Nerede cezalar? Kural uygulanmazsa, kuralın ne anlamı kalır?
Kural uygulanmazsa ‘adalet’ten söz edilebilir mi?