Geçen haftaki 'aynı başlık'lı yazımızda; İstanbul'un 2010 yılı 'Avrupa Kültür Başkenti' (AKB) seçilmesinde etkili olan 'Dört Elementin Kenti...' temasını şöyle özetlemiştik:
''Medeniyetlerin kesişme noktasında yer alan İstanbul, 'farklılıkları yaşama'yı bilen bir kent olarak Avrupa'yı doğusuna bağlayan köprüdür... Bu anlamda yaşamın kaynakları dört elementten 'toprak' , gelenek ve dönüşüme işaret ederken, 'hava' yerli ve yabancı müzisyenleri bir araya getirecek; 'su' kent ve deniz ilişkisinde Boğaziçi etkinliklerine esin kaynağı olurken, 'ateş' de geleceği yaratmanın heyecanını modern sanatlara taşıyacak...''
Bu temaya uygun bir 'hazırlık süreci' için 'tüm kurumlara sorumluluk' düştüğünü de aynı yazımızın üst başlığında vurgulamıştık... (Cumhuriyet - 25 Mayıs 2006)
Ne var ki daha ilk 'sorumsuzluk' , 28 - 29 Mayıs'taki 'Fetih Gösterileri'nde yaşandı... Belgradkapı törenleri için Milliyet'in başlığı her şeyi anlatıyordu; ''Yeniçeriler Surlara Saldırdı!'' ... Gerçi Bizans surlarının önünde artık 553 yıl önceki gibi 'hendek'ler yoktu; ama aynı yerlerdeki 'bostan'ları bağrış çağrış yararak ve 'sebze bahçeleri'ni kan ter içinde aşarak kılıçlarla, mızraklarla ve bayraklarla tarihi duvar kalıntılarına tırmanmak, 'efsanevi heyecan'ı yaşatmaya yetmişti!..
Kimi tarihçilerin 'gerçek dışı' demelerine rağmen, 'destansı gururumuz' olan, gemilerin karadan Haliç'e indirilmelerine ya ne demeli?
28 Mayıs 2006 Pazar sabahı TBMM Anayasa Komisyonu Başkanı Burhan Kuzu, Vali Muammer Güler, Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş ve AKP İstanbul Milletvekili Nusret Bayraktar'ın konuşmalarıyla Dolmabahçe'den Taksim'e doğru 'Mehter Takımı' eşliğinde yola çıkan ''kamyonlara yüklenmiş iki kadırga'', Haliç'e inerken 'dağılma'ya başlamasınlar mı?
Kasımpaşa'da top atışıyla karşılanan kadırgaların kürekleri kırılmış; birinin burnu da caddeye düşmüştü... Buna rağmen onları 'çekiştiren' leventler ise kamyonların egzoz dumanından kaçmaya çalışırlarken kortejin önünde atlarıyla giden temsili Fatih Sultan Mehmet'le birlikte Molla Gürani ve Akşemsettin gibi ünlü 'hocalar' bile bu duruma çare bulamadılar...
AKB'nin fetih kutlaması
Evet... Yaklaşık 3.5 yıl sonra ''farklı kültürlerin ortak yaşamını öğreten gelenekler''i nedeniyle AKB'liğine hazırlanan İstanbul'daki bu 'fetih manzaraları', aynı ev sahipliği için yapılan 'adaylık sunumu'na ne kadar uygundur?
Üstelik bütün bunları AKB olmayı çok isteyen 'yerel yönetici'ler yapıyor ve 2010 için en anlamlı adımın da aslında 'Fetih Yıldönümü'nde atılabileceği belli ki akıllarına bile gelmiyor...
Oysa, özellikle bu yıl 1453'ün yıldönümü, ''öncekilerden farklı'' bir içerikte düzenlenebilirdi... İstanbul'un alınışındaki 'savaş'kanlık, tarihin bilinen gerçekleri arasına terk edilip; aynı olayın daha 'az bilinen' ama AKB kimliğine de çok yakışacak 'insancıl' yönleri öne çıkartılabilirdi... Özellikle de Osmanlı'nın toplumsal kültürünü dillerinden düşürmeyenlerin; ''Fetihten sonra tüm inançların özgür bırakıldığı ve güvenceye alındığı''na dair tarihsel övünmeleri, 2006 etkinliklerine de 'esin kaynağı' olamaz mıydı?
Örneğin 'temsili' Fatih, kadırgadan çok 'balıkçı kayığı'na benzeyen oyuncak teknelerin önünde atıyla yürümek yerine, Ayasofya önünde 'temsili' Bizans'ın din adamlarıyla görüşmeler yaparak onlara ''ibadet ve geleneklerinizi sürdürünüz...'' diyebilirdi...
Ya da yine 553 yıl önceki gibi 'Hızır Reis'i kentin belediye başkanlığına tayin eder; belki de bu rolü Kadir Topbaş üstlenirdi... Ardından da Fener, Balat gibi mahallelerde yine 'temsili' Rum sakinlerle toplantılar yapılarak ''evlerinde ve semtlerinde yaşamaya devam edecekleri'' anlatılabilirdi... Hatta böylesi etkinliklerle düzenlenecek 'fetih sonrası' canlandırmalarda, Rum sakinlerle İstanbul'un yeni Türk sakinleri 'meyhane'lerde birlikte şarap bile içebilirler; kentin ''hoşgörü ve ortak yaşam tarihi''ni de birlikte yaşatmış olamazlar mıydı?..
İstanbul'un 2010 yılındaki AKB'liğine hazırlanması demek, işte bu gibi yaşanmışlıklardan kök alan insancıl düşüncelerin sadece yabancılara karşı sunumlarda ya da özel sohbetlerle kalmaması, ''yaşama da katılmaya başlanması'' demek...
Nitekim Cumhurbaşkanımız Ahmet Necdet Sezer de kutlama mesajında, artık 'surlara saldırmak' yerine 'insanlıkla kucaklaşmak' gerektiğini şöyle anımsattı;
''İstanbul'un ev sahipliği yaptığı çeşitli uygarlıklardan ve kültürlerden bugüne taşınan mirası korumak, dokusuna zarar vermeden geleceğe aktarmak, kendimize karşı olduğu kadar, insanlığa karşı da sorumluluktur...'' Bakalım İstanbul'u yönetenler, hiç değilse AKB sürecinde bu sorumluluğu ne zaman duyumsayacaklar?
Konuyu değerlendirmeyi sürdüreceğiz; 29 Mayıs 2007'yi de merakla bekleyeceğiz...