Doğayla iç içe yaşayan insanların yollarına çıkan akarsuları aşmak için
devirdikleri ağaç dallarıyla kurulan geçitler, köprülerin tarihteki ilk
örneklerini verir birkaç bin yıl önce… Suların ayırdığı yakaları, dik yamaçları
ve derin vadileri geçmemizi sağlayan temel ulaşım çözümleri olan köprüler, tarih
boyunca insanoğlunun yaşam alanları ve yaşayış biçimlerindeki değişimlere de
ayak uydurmuştur. Bu süreçte farklılaşan yapısal özellikler, işçilik,
mühendislik çözümleri ve teknolojik ilerlemelere rağmen değişmeyen tek şey
köprülerin yapılış amacı olmuştur: Salt insanların ve insana dair hizmetlerin
erişimini sağlamak.
Tıpkı Mezopotamya’dan Anadolu içlerine ilerleyen İpek Yolu’nun ticareti
kolaylaştıran taş kemerli köprülerinde, Karadeniz’deki engebeli köy yollarını
derelerin üzerinden geçiren asma köprülerde, Doğu Anadolu’nun derin
vadilerindeki nehir yataklarını aşan demiryolu köprülerinde ve eski ile yeni
kent dokularını birbirinden ayıran ırmakların üzerinde kurulan betonarme
köprülerde olduğu gibi…
Köprüler, okuluna varmak isteyen çocuklar dereyi aşıyorsa; ürünü ve geliri
adil paylaşılan bir ticareti kolaylaştırıyorsa; köylüye şehre giden yolu
kısaltıyorsa; kısacası insanların doğayla iç içe, daha ekonomik ve sosyal
erişimini sağlayabiliyorsa amacına ulaşmış ve savunulabilirdir.
Gelin görün ki, İstanbul gibi içinden deniz geçen bir kentin iki yakasını
birleştiren ve neredeyse her 10 yılda bir yenisinin yapılmak istendiği köprüler,
ne diğerleri kadar masum ne de savunulabilirdir. Sürekli artan nüfusu ve
yapılaşma baskısıyla ekolojik/doğal değerlerini kaybetme riski taşıyan bu hassas
coğrafyada şimdi de 3. Boğaz Köprüsü yapılmak istenmekte. Selefinde olduğu gibi
yanlış zamanda, yanlış yerde ve yanlış bir biçimde…
İlk iki köprüden sonra…
İlki 1973’te, ikincisi de 1988’de faaliyete geçen boğaz köprüleri, yaka
geçişlerinin kentin arazi kullanımı, doğal dengesi, ulaşım yapısı ve ulaşım
tercihleri ile kent gelişimi üzerindeki büyük ve geri dönülemez etkilerini
açıkça ortaya koymaktadır:
» Kentin mekânsal gelişimi 1973 yılında Boğaz’a birinci köprünün (Boğaziçi
Köprüsü) ve çevre yollarının yapılması ile köklü bir değişime girmiş ve kent;
gerek nüfus, gerekse arazi kullanım yapısı bakımından yoğunlaşarak daha kuzeye
yönelmiştir. Kentin transit taşımacılık işlevini güçlendiren Boğaziçi Köprüsü ve
çevre yolları, hızlı büyüme sonucunda kısa sürede kent içi ulaşım ağının
omurgası haline gelmiştir.
» Boğaziçi Köprüsü’nün yapılmasından sonra 1973’ten 1974’e, boğazı geçen
taşıt sayısı % 200 artarken taşınan yolcu sayısındaki artış sadece %4 kadar
olmuş ve köprünün asıl etkisinin insan değil araç taşımaya dönük olduğu
anlaşılmıştır.
» Boğaziçi Köprüsü’nün yapımıyla birlikte özel otomobil sahipliliğinin
1970-1990 yılları arasındaki artışı % 230’a ulaşmıştır. 1988’da transit
trafiğin kentin daha kuzeyine taşınması amacıyla yapılan 2. boğaz köprüsü (Fatih
Sultan Mehmet) ve TEM (Trans-European Motorway) bağlantı yollarıysa kentin
kuzeyindeki içme suyu kaynakları, orman alanları, su havzaları, kırsal
yerleşimler ve tarım alanları üzerindeki yapılaşma baskılarını arttırması yanı
sıra özellikle yasal sorunlarla şekillenen yeni yerleşim alanlarının
gelişmesinde en önemli itici güç olmuştur
» 2. Köprü ve TEM bağlantılı yollarının faaliyete geçişini takip eden 10
yılın sonunda, TEM boyunca uzanan ve köprü bağlantılarıyla beslenen ilçelerden
Gaziosmanpaşa’nın nüfusu 360 bin, Ümraniye’nin nüfusuysa 305 bin kadar
artmıştır. 1989’da Ümraniye’ye bağlı bir yerleşim olan Çekmeköy’ün nüfusu aynı
dönemde 13.500’den 37.500’e, Kartal’a bağlı bir belde olan Sultanbeyli’nin
nüfusu 82.000’den 175.000’e ve Gaziosmanpaşa’ya bağlı bir yerleşim olan
Arnavutköy’ün nüfusu ise 21.000’den 37.500’e yükselmiştir. Beykoz, Sarıyer ve
Eyüp ise nüfusu önemli oranda (45-70 bin arasında) artan ilçeler olarak öne
çıkmışlardır.
» 2. Boğaz Köprüsü yapıldıktan sonra boğazdan geçen taşıt sayısı % 1.180
artarken, yolcu sayısındaki artış sadece % 170 olmuştur. İlk köprüde de benzer
bir tablonun yaşanmış olması, ne kadar köprü yapılırsa yapılsın artan değerin,
köprüden geçen insanların değil araçların sayısı olduğunu tekrar
göstermiştir.
» 1987-2006 yılları arasında, araçlarla yapılan yolculuklarda özel
otomobiller ve servis araçlarının paylarındaki artışa rağmen; otobüs ve deniz
ulaşımı kullanımındaki düşüşler ve raylı sistemlerin payındaki % 1’in bile
altındaki artış, 2. köprünün kent içi trafiğine olan temel etkilerinin “özel
araç sahipliğini arttırmak” ve “boğaz geçişlerinde toplu ulaşımın önemini
azaltmak” şeklinde olduğunu göstermektedir (Tablo 1).
Her iki köprü sonrasında yaşanan süreç İstanbul’daki arazi kullanımı ve
ulaşım dinamiklerinin köprü inşa etmeyi, kısa süre sonra köprülerin kendi
trafiklerini yarattıkları bir kısırdöngüye dönüştürdüğünü ortaya koymaktadır.
Çünkü İstanbul’da nüfus artışı yılda % 4, özel otomobil sahipliliğindeki artış
ise yılda % 16’dır. Buna göre, mevcut eğilimin devam etmesi halinde bu talebi
karşılamak için 2020 yılında 7 köprü, 2040 yılında ise 70 köprü gerekecektir.
Sonuçta ilk iki köprü projesinin kente etkileri, ulaşım ve planlama anlamında
her iki köprünün de çözümden çok yeni sorun alanları yarattığını doğrulayarak;
daha kuzeyde yeni bir köprü yapılması seçeneğinin ideal bir çözüm olmadığını,
hatta ulaşımdaki mevcut tıkanıklıkların ve karmaşıklığın bu seçenek ile daha da
kötüleşeceğini ortaya çıkarmıştır.
Kente karşı 3. köprü...
3. Boğaz Köprüsü yapımına gerekçe olarak gösterilen transit trafiğin boğaz
geçişlerindeki payı sadece % 2-3 dolayındadır ve bu pay, yeni bir transit ulaşım
odaklı köprü yapımını gerektirmeyecek bir öneme sahiptir. Boğaz’da yapılan
ikinci köprünün de (FSM) transit trafiğin kuzeye-kent dışına taşınması
gerekçesiyle yapıldığı, ancak bugün kent içi ulaşıma hizmet eder durumda olduğu
ve kentsel yerleşim alanlarının kuzeye yönelmesine zemin hazırladığı
düşünüldüğünde, bugün yeni bir köprü yapımı konusunda aynı gerekçenin gerçekçi
ve kente yararı olmadığı açıktır. İstanbul’da kent içi ulaşım sistemini olumsuz
etkileyerek, iki yaka arasındaki köprü geçişlerini sürekli gündemde tutan yük
taşımacılığındaki temel sorun, ağırlıklı olarak karayollarına bağımlı
sistemlerin kullanılarak, deniz ve demir yolu kullanımı ve yatırımlarının
kısıtlı tutulması ve lojistik odaklarının kent içinde kontrolsüz-dağınık bir
şekilde bulunmasıdır.
İstanbul’da bir günde toplam 11 milyon araçlı yolculuk yapılmakta ve bunun %
11’ini ise kentin iki yakası arasındaki boğaz geçişleri oluşturmaktadır. Yakalar
arası geçişlerde Anadolu’dan Avrupa’ya yapılan yolculukların payı -sabah zirve
saatlerinde- %72 iken, Avrupa’dan Asya’ya yapılan yolculukların payı ise %28’dir
(Tablo 2). Yakalar arası yolculuklardaki bu oransal dengesizliğin temel
kaynağını, Anadolu yakasından Avrupa yakasına iş amaçlı yapılan günlük
yolculuklar oluşturmaktadır ki; bu yolculuklar yakalar arasındaki 1,1 milyonluk
toplam yolculuğun yarısından fazladır. Yakalar arasındaki yolculuk
hareketliliğinin bu ağırlıklı yönü, iki yaka arasındaki nüfus-istihdam
dengesinin daha sağlıklı kurgulanmasını ön plana çıkarmaktadır.
Anadolu ve Avrupa yakaları arasındaki geçişler ulaşım türlerine göre
incelendiğinde köprü geçişlerinin % 81’lik, deniz yoluyla yapılan boğaz
geçişlerinin ise % 19’luk bir paya sahip olduğu görülmektedir (Tablo 3). Yakalar
arasındaki köprü geçişlerinde otomobillerin yolcu taşımadaki payı yaklaşık % 24
olarak hesaplanmaktadır. Ancak köprülerdeki araç kompozisyonu içerisinde, trafik
sıkışıklığının esas nedeni olan özel otomobillerin payı % 82’dir. Başka bir
deyişle, köprülerden geçen araçların % 82’si özel otomobil iken, bu
otomobillerin taşıdığı yolcu sayısı sadece %24 oranındadır. Bu da köprülerin
insanların değil, özel araçların karşıya geçişlerine hizmet ettiklerinin en açık
göstergelerinden biridir.
Kent içi ulaşımın –Boğaz geçişleri de dahil olmak üzere– genel durumuna
bakıldığında, yine karayolu ulaşımının araçlı yolculuklarda en büyük paya
(%93,4) sahip olduğu görülmektedir (Şekil 1). İstanbul’da kent içi ulaşımda
toplutaşımanın payı ise % 47’dir. Toplutaşımanın % 86’sı karayolu ile
sağlanırken, % 4’ü denizyoluyla ve % 10’u ise raylı sistemlerle sağlanmaktadır.
Dünya metropollerinin kentsel ulaşım sistemlerinde topluulaşım ağının
belkemiğini oluşturan raylı sistemlerin topluulaşım içindeki payları
incelendiğinde İstanbul’un % 10’luk payı; Londra’nın % 72, Paris’in % 87,
Moskova’nın % 77, New York’un % 77 ve Tokyo’nun % 96’lık raylı sistem
oranlarının oldukça gerisindedir.
Kentin planlı geleceğine karşı...
Özellikle ilk iki köprü deneyimi, İstanbul’da kentsel ulaşım ve arazi
kullanım kararlarının birbirinden bağımsız alınamayacağını ciddi bir şekilde
ortaya koymaktadır. Bu konuda özellikle ikinci köprü ve sonrası yaşanan kentsel
yayılım, önemli ulaşım kararlarının kendi trafiğini ve nüfus çekimini de
beraberinde getirerek kentin fiziksel yapısını nasıl etkilediğinin en somut
örneğidir. İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB) tarafından hazırlanarak 2009
yılında onaylanan 1/100.000 ölçekli İstanbul Çevre Düzeni Planı (ÇDP), temel
arazi kullanım ve ulaşım kararlarının bir arada bulunduğu ve alt ölçeğindeki
diğer tüm planları yönlendirici bir anayasa niteliğindedir. ÇDP’de, İstanbul’un
doğusu ile batısı arasında sürekliliği karayolu ile sağlanmış bir Boğaz
geçişinin İstanbul’un kentsel gelişimi açısından olumsuz sonuçları, FSM Köprüsü
geçişi sonrasında ortaya çıkan kentsel gelişme deseni ile açıkça görüldüğünden,
TEM Otoyolu boyunca kentin doğusu ile batısı arasında uzanan, yağ lekesi
şeklinde büyüyerek doğal yapıyı tahrip eden, niteliksiz bir yapı stoku ve
Sultanbeyli ve Sarıgazi gibi yerleşmeleri oluşturan süreçlerin tekrarlanmaması
vurgulanmıştır. Ana ulaşım kararlarında üçüncü bir boğaz köprüsüne yer
verilmeyen ve kesin bir dille karşı politikaların savunulduğu Çevre Düzeni
Planı’nın özellikle kentin fiziksel gelişimi ile ilgili 2023 yılı öngörüsünde,
kuzeye yönelik yerleşim baskılarının önlenmesi ve doğal eşiklerin korunması
amaçlanmış, kentin bundan sonraki gelişimi doğu-batı ekseninde
kurgulanmıştır.
Kentin doğal çevresine karşı...
İstanbul’un mevcut yerleşim alanları ile Karadeniz kıyısı arasında kalan
kesiminde, önemli orman alanları, su havzaları, kumullar, barajlar,
bentler, tabiat parkları, rekreasyon (eğlence-dinlence) alanları ile çok
sayıda endemik (başka yerde yaşamayan) bitki ve hayvan türlerinden oluşan farklı
ekosistemlerin bir arada bulunduğu bütüncül bir ekolojik alan yer almaktadır. Bu
alanın en önemli bileşenlerinden olan kentin kuzeyindeki ormanların özellikle
havadaki zehirli karbon gazını tutma ve havadaki zararlı tozları filtreleyerek
ürettiği temiz hava, kuzeyden güneye esen hâkim rüzgârlar sayesinde kentin hava
ve yaşam kalitesini artırmaktadır. Diğer yararlarıysa odun ve diğer orman
ürünlerinin kaynağı olması, su üretimi, su varlığını koruma ve düzenlemesi,
toprağı koruması, biyolojik çeşitliliği geliştirmesi, iklim üzerinde olumlu etki
yapması, rekreasyon yönünden yararı, sağlık üzerinde etkili olması, iş alanı ve
geçim kaynağı sağlaması, ulusal savunma ve güvenlik yönünden yararları olarak
sıralamak mümkündür.
Boğaz’da yapılması düşünülen 3. Köprü Projesi ve bağlantı yollarının kısa
süre sonra kendi trafiğini yaratarak egzoz salınımlarını arttıracağı ve yeni yol
ve bina yapılaşmalarını tetikleyerek doğal alan tahribatına yol açacağı
düşünüldüğünde projenin çevresel analizlerden uzak bir zeminde hazırlandığı
anlaşılmaktadır. 3. Boğaz Köprüsü yapıldığı takdirde, FSM Köprüsü sürecinde
yaşandığı gibi “orman niteliğini yitirdiği gerekçesiyle” bazı alanların orman
sınırları dışına çıkarılması yönündeki baskılar da artacaktır (Anadolu
Yakası’nda TEM Otoyolu’nun geçtiği bölgede, orman niteliğini yitirdiği
gerekçesiyle 11.856 hektar alan orman sınırları dışına çıkarılmıştı). 2B
alanları, özel ormanlar ve tarım alanları bu süreçten ilk olarak etkilenecek
alanların başında gelmektedir.
Örtülü gerekçe…
Bugünkü Başbakanımızın, 1995 yılındaki İstanbul Belediye Başkanlığı
döneminde, hiçbir plan ve projede 3. köprüye yer verilmemesini savunan
kararlılığının bugün taban tabana zıt bir politikaya evrilmesi, projenin tüm iyi
niyetli savunma mekanizmalarını da ortadan kaldırmaktadır. 1988’de FSM Köprüsü
faaliyete geçtikten sadece 5 yıl sonra yatırım programına alınan 3. Köprü
Projesi’nin bugün ne ulaşım ne de diğer kentsel gelişim dinamikleri bakımından
bir ihtiyaç olmadığı bilimsel yaklaşımlarla ortaya koyulabildiği ve
savunulabildiği için bu projeyi, kentler üzerindeki parasal getiri (rant)
üzerinden beslenen projelerle belirli sermaye gruplarına ve siyasi aktörlere
kazanç sağlanmasının günümüzdeki en somut örneği olarak tariflemek mümkündür.
Asıl neden transit trafiğin transferi değil, rantın paylaşımına dönüktür. 3.
köprü yapıldığı takdirde kentin kuzeyinde -nüfusu artma eğilimindeki
ilçelerinde- yeni yapılaşmalar ve nüfus birikimleri yaşanacağından bu yayılma
beraberinde yeni imar, inşaat ve hizmet faaliyetlerini doğuracaktır. Uzmanlarca
300-350 milyar dolarlık bir rantın yaratılacağı bir süreç yaşanacaktır. Hangi
hükümet bu rant için 6 milyar dolarlık bir projeden vaz geçebilir, geçmişte
keskin bir dille karşı durmuş olsa dahi?
Referandumun bağlayıcılığı…
Hükümet’n Anayasa değişiklik paketinde 1982 Anayasası’nın 125. maddesine
eklediği "Yargı yetkisi, idarî eylem ve işlemlerin hukuka uygunluğunun denetimi
ile sınırlı olup, hiçbir surette yerindelik denetimi şeklinde kullanılamaz"
hükmü, var olan idari yargının yerindelik denetimi yapamayacağına ilişkin
sınırlamanın Anayasa'da da yer alarak pekiştirilmesi ve kaynağını anayasaya
dayandırarak yerindelik denetimi yapmasının önüne geçilmesini amaçlamaktadır.
Anayasa değişikliği paketi referandum sonucunda kabul edilirse, idarenin 3.
Köprü Projesi ile birlikte çok sayıda mevcut ve olası eylem ve işlemlerine karşı
açılan davalarda özellikle "kamu yararı" veya “sosyal adalet” kriterlerinin
yerindelik denetimi olarak kullanılmasının önüne geçilebilecektir. Bu durumda 3.
Köprü Projesi ve benzeri üst ölçekli ve etkileri milyonlarca insan üzerinde
sonuçlar doğurabilecek projelerde (HES Projeleri gibi) yürütmenin durdurulması
kararı hukuksal anlamda ancak uygulamada telafisi güç veya imkânsız zararların
doğması ve açıkça hukuka aykırılık şartlarının birlikte gerçekleşmesi durumunda
alınabilecektir. Yerindelik denetiminin kullanılmaması bireylerin devlete karşı
hukuk yoluyla gerçekleştirdiği muhalefeti zayıflatacak ve meslek odalarının
hukuki denetim alanını kısıtlayacaktır.
Sınırlı sorun analizinin yapılabildiği bu yazı, kentin Boğaz geçişlerine
yönelik yeni bir karayolu köprüsü yapılmaksızın önerilebilecek çözüm
yaklaşımlarını bir başka yazıya bırakıyor ve ekliyor: Referandumda hangi rengi
tercih edersiniz bilmem ama 3. köprü yapılırsa İstanbul’un renginin ne olacağı
belli: Asfalt karası ile beton grisi arası…