Kopenhag'ın Siyasal Ekonomisi



Kopenhag'da 192 ülkenin katılımıyla yapılan Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Konferansı ülkelerin küresel ısınmaya neden olan sera gazı salımlarını (SGS) gelecekte ne kadar kısacaklarına dair bağlayıcı bir anlaşma yapılamadan sona erdi. Yine de en azından ülkeler arasında küresel sıcaklık artışının 2 dereceyi geçmemesi gerektiği üzerinde görüş birliği oluştu. Ancak bu artışın yarından fazlasının atmosferdeki mevcut karbondioksit (CO2) miktarı nedeniyle zaten garanti olduğu, bu iddialı hedefin yakalanması için 2050 yılına kadar SGS salımlarının mevcut düzeylerinden yarıya yakın azaltılmalar gerekeceğini hatırlatalım.

OECD hesaplarına göre hiçbir şey yapılmazsa yıllık SGS salım miktarı 50 milyon tonluk mevcut düzeyinden 2050'de 75 milyon tona çıkacak. Bu artışın, muazzam iklim değişiklilerine neden olması, iklim değişikliklerinin de yaygınlaşacak açlık ve yoksulluk gibi nedenlerle dünyayı büyük bir kargaşaya sürüklemesi bekleniyor. İnsanlığa yönelik bu acımasız tehdidi kabul etmek önemli ancak büyük ihtimalle beyhude. Çünkü bu tehdidin bertaraf edilmesi için gereken fedakârlıklara hangi ülkenin ne kadar katlanacağına dair anlaşmaya varılamıyor ve zaman daralıyor.

Günümüzün zengin ülkeleri sanayi devriminden bu yana gerçekleşen SGS artışının büyük bölümünden sorumlular. Buna karşılık gelecekteki artışın büyük bölümü yoksulların sanayileşmesinden kaynaklanacak. İki nedenle. Birinci neden, zenginlerde nüfus artık pek artmıyor ve büyüme düşük. Buna karşılık milyarlarca yoksul gelecek 40 yılda sanayileşmenin refahından yararlanmak için üretimi hızla artıracak. İkinci neden, zenginlerin teknolojik ilerilikleri sayesinde bir birim mal üretmek için yoksullara kıyasla 7-8 kat daha az fosil enerji tüketiyor olmaları. Yoksulların sanayileşerek zenginleşmeleri ve bunu özellikle fosil enerji ile yapmaları sonucunda küresel ısınma geri döndürülemez bir noktaya gelecek ve insanlık bir felaketle karşı karşıya kalacak.

Gelecekte SGS salımının çok büyük bölümünden yoksullar sorumlu olacaklarına göre kısıtlamaların büyük bölümünü de onlar üstlensin denebilir. Bu öneri mantıklı olabilir ama adil değil. Sanayileşmişler ortalama 15 birim CO2 üretirken, içlerinde gelişmekte olanların ortalama üretimi 5 birimi bulmuyor. Ancak zenginlerin arasında da büyük farklar var. Avrupa en sorumlu zengin olarak temayüz ederken ABD en sorumsuz zengin olarak karşımıza çıkıyor. Yoksulların arasında da Çin geleceğin en büyük "ısıtıcısı" olmaya aday. Dolayısıyla kritik soru, tüm bu eşitsizlikler çerçevesinde küresel ısınmayla mücadelenin maliyetinin ülkeler arasında nasıl paylaştırılacağı.

Bu soruya Kopenhag'da yanıt verilemedi. 2010 yılında Bonn'da ve Mexico City'de yapılacak toplantılarda maliyet paylaşımı üzerinde denetlenebilir, şeffaf bir anlaşmaya varılacağı umuluyor. Böyle bir anlaşma olasılığını ne yazık ki çok düşük görüyorum. Anlaşmanın mümkün olması için yoksulların büyüme hızlarını kısıtlamaya razı olmaları gerekiyor. Milyarlarca insan Batı'nın refah seviyesini yakalamasa da en azından ona yaklaşmayı umuyor. Onlara, "Kusura bakmayın, bunu yapmaya kalkarsanız hep birlikte batarız" demek pek ikna edici değil. Kısmi bir çözüm, sanayileşmiş ülkelerin büyümelerini sıfırlamaları olabilir. İşsizliğin büyük sorun haline geldiği bu ülkelerde mağdur çoğunluğa bunu kabul ettiremezsiniz.

Çözüm fosil enerjiyi ikame edebilecek çevre dostu teknolojilere büyük çapta yatırım yapmaktan geçiyor. Ama ne yazık ki bu ikamenin küresel ısınmayı durduracak hızda gerçekleşmesi mümkün gözükmüyor. Kömür, petrol, doğalgaz gelişmekte olan ülkeler tarafından giderek artan miktarda kullanılmak zorunda. Bu durumda geriye fosil enerjinin neden olduğu CO2 salımlarını tutacak ve dönüştürecek teknolojilerin uygulanması kalıyor. Bu çok pahalı bir çözüm ve bu teknolojiler yoksullarda yok. Zenginler de onlara bunları bedava vermek istemiyor.