Konut, bir toplumun modernleşme süreci içinde bulunduğu aşamanın en büyük göstergelerinden birisi olagelmiştir. Konut, iç mekanın kullanım biçiminden dışarı ile ilişkisi ve çevresindeki kamusal alan kullanım biçimlerine kadar, pratikte bir toplumun modernleşme derecesini işaret eden göstergelerle doludur.
Konut üretiminin modernleşme ile ilişkisi, sanayi devrimini yaşayan ve ilk modernleşen ülkelerde ortaya çıkan sağlıksız konut alanlarının iyileştirilmesi ve minimum yaşam ve sağlık standartlarının belirlenmesinden ibaret değildir. Eğer modernleşme bir toplumsal kalkınma projesi olarak ele alınabilirse; konut, bu süreç içinde ilk müdahale edilen alanlardan birisi olmuştur. Bir toplumsal ve ekonomik kalkınma projesi olarak modernleşmenin pek çok boyutuyla yaşamın tüm alanlarında bir dönüşüm gerçekleştirdiği söylenebilir. Dolayısıyla konutun modernleşme ile ilişkisinde de birden fazla yön olduğunu ileri sürmek mümkün.
Bunlardan ilki, bir yaşama mekanı olarak konutun, modernleşme ile ortaya çıkacağı var sayılan yeni yaşama biçiminin en büyük belirleyicilerinden biri olarak kabul edilmesidir. İnsanların yaşama biçimlerinin şekilleneceği yer olarak aile hayatı, konut aracılığı ile tasarlanmıştır. Ailedeki her bireyin kendine ait özel bir mekanının olması, bunun yanısıra planların değişen ihtiyaç ya da beğenilere göre esnek ve değiştirilebilir bir ortam sunması, tasarımlardaki hedefleri oluşturmaktaydı. Burada artık değişen aile yapısı ve ekonomisinin etkilerinin yeni, daha bireysel ve değişken yaşama biçimi ile yorumunu görüyoruz.
Sosyal bir hak olarak konut
Konutun modernleşme ile ilişkisindeki ikinci yön ekonomiktir. Belli bir ülkenin hem kendi kaynakları ile ortaya çıkan ekonomik yapısı hem de dünya içinde aldığı konum, konut üretimi ve tüketiminde belirleyici olmuştur. 20. yüzyıl başında ulus devletin konutu sosyal bir hak olarak vatandaşlarına sağlamayı üsdenmesi dolayısıyla devlet organları, konut üretim süreci içinde yer alan aktörlerden birisi haline gelmiştir. Aynı zamanda konut üretimi özel sektör açısından da temel bir meta çevrimi ve birikimin yönlendirilmesi için bir pazar alanı olagelmiştir.
Geçen yüzyılda, Avrupa'da konut üretimi 1929 ekonomik krizi, II. Dünya Savaşı gibi, tüm dünyayı etkileyen ekonomik koşullardan etkilenmiş, ucuz konut üretimi, hedeflerden biri haline gelmiştir. Özellikle ikinci dünya savaşı sırasında yıkılan kentlerin yeniden inşası sürecinde, kısa sürede konut üretimi öncelikli konulardan birini oluşturmuştur. Burada Avrupa ekonomisinin genel olarak savaş dolayısı ile sarsıldığını ve mümkün olan en kısa zamanda üretilmesi gereken bu konutların, aynı zamanda en ucuz maliyetle ortaya çıkması gerekliliği de unutulmamalıdır. Dolayısı ile en düşük inşa maliyeti kadar, en düşük arsa ve altyapı maliyeti de önemli idi.
Amerika'da ise konut üretimi, II. Dünya Savaşı sonrasında Amerikan para biriminin dünya üzerinde hakim ve piyasayı düzenleyici hale gelmesi dolayısıyla kazandığı değerin, piyasa koşullarında çevrime girmesini sağlamak üzere önemli bir iç pazar olmuştur. Amerika'da konutun yeni bir yaşam biçimi ile simgelenen ve hedef kitlesi niteliklerine göre ayrılan (sanatçı, çekirdek aile, çocuksuz çiftler, vs.) piyasa içinde bir tüketim nesnesi olarak pazarlandığını görüyoruz.
Konut üretiminde değişiklik
Konutun modernleşme ilişkisinde bir diğer boyut teknolojiktir, yeni üretim biçiminin ortaya çıkışıdır. Bu yeni üretim biçimleri sanayileşmeden önce bilinmeyen prefabrikasyon ve seri üretim ile özetlenebilir. Bu yeni teknoloji, konut üretiminde köklü dönüşümlere yol açmıştır. Konutları oluşturan parçaların sanayide üretimi bir yandan maliyeti düşürürken, diğer yandan seri üretimin doğası gereği bir standardizasyona yol açmıştır. Aynı zamanda bu teknoloji, inşa süresini de kısaltıyordu. Dolayısıyla, modern teknik, her anlamda modernleşme sürecinin hedeflerine uygun bir araç oluşturuyordu: düşük maliyet, kısa vadede üretim ve yeni yaşama biçimini gerçekleştirecek ortam ile bu yaşamı simgeleyecek bir görsel kodlar dizgesinin oluşması.
Sistemin sürekliliği
Konutla modernleşme ilişkisinin bir boyutu da toplumsal boyut olarak tariflenebilir: özellikle işçiler için minimum standartta konut üretimi gereği, konut üretiminde devlet kadar özel sektörün de katkısını sağlamıştır ki özellikle Almanya'daki uygulamalardan bunu takip etmek mümkündür. Ayrıca Avrupa'daki uygulamalarda genelde özel sektörden bir sponsorun bulunuşu da bu durumun göstergelerinden birisidir.
Emeğin yeniden üretimi, sermayenin çevrim içinde tutulması için minimum refah standartlarının tutulması gerekmektedir. Dolayısı ile kapitalist refah devletinin en önemli görevlerinden birisi de kazandığı artı değeri vatandaşlarına döndürmek suretiyle sistemin sürekliliğini sağlamak olmuştur. Refah devletinin vatandaşlarına karşı üstlendiği görevler bu kadar basit biçimde açıklanamaz, ancak uzun vadeli ve kamusal yatırımların sistemin sürekliliğini sağlamada bir araç olarak kullanıldığı vurgulanmalıdır. Dolayısı ile konut üretimi piyasası, sistemin sürekliliği açısından gerekli bir yatırım olarak görülmektedir.
Son yıllarda gayrimenkul piyasasında ciddi bir hareketlenme görülmektedir. Bu hareketlenmenin kaynaklarından biri orta üst gelir gruplarına yönelik konut üretimindeki artıştır. Barınma ihtiyacına yönelik kamunun üstlenmesi gereken sorumluluğun yeterince yerine getirilmediği aksine kentsel dönüşüm adı altında insanların yerlerinden yurtlarından edilmesinin gündemde olduğu bir dönemde, İstanbul'un en önemi alanlarında Arap sermayesinin cirit atması şaşırtıcı olmasa gerek. Modernizm aşılırken, gecekondulaşma gibi yöntemlerle yenilmeye çalışılan konut sorunu giderek daha fazla çözümsüzlüğe sürüklenmekte, rant ekonomisinin anahtarı ise "din" kardeşlerimize bırakılmak istenmektedir
Rant ekonomisi
Modernleşme, hayatın toptan bir dönüşümü olarak ifade edilebilir. Yukarıda, konut üretimi ve tüketimi ile modernleşme süreci, farklı boyutları ile kısaca ele alınmaya çalışıldı. Kimi zaman bu dinamikleri birbirinden bağımsız açıklamaya çalışmak zor olsa da, böyle bir ayrıştırmaya gitmek, konuyu netleştirmek açısından gerekli olmaktadır.
II. Dünya Savaşı öncesi dönemde Avrupa'da yapılan uygulamaların örnek oluşturduğu savaş sonrası Amerika'nın konumu, kapitalist sistem içinde farklı koşullarda ve farklı düşünce biçimlerine sahip toplumlarda, konuta bakışı özetlemektedir. 1930'larda ekonomik kriz içinde olan Avrupa refah devletlerinde konut üretimi ucuz ve ivedi üretilmesi gereken bir sosyal hak olarak görülürken, savaş sonrasının varlıklı Amerika'sı, konutu, Amerikalı kimliğini güçlendirmeye yönelik bir meta olarak görmüştür. Burada Avrupa'nın düşünce altyapısı ile Amerika'nın pragmatik yaklaşımlarının etkisi de oldukça güçlü biçimde görülmektedir.
Günümüzde ise konut, orta ve üst sınıflar için prestiji, sosyal statüyü ve yaşam tarzını gösteren bir tüketim nesnesi haline gelmişken, alt sınıflar için erişilebilir olmaktan çıkmıştır. Konut ve çevresi, sosyal üretim ve yeniden üretim için temel bir alandır. Dolayısıyla piyasa koşullarına terk edilebilecek bir tüketim metası olmaktan öte, kişilerin bireysel ve sosyal yeniden üretimi olarak düşünülmelidir. Türkiye ne yazık ki konut sorununun değil, rant ekonomisinin anahtarını kime vereceğinin derdini gütmektedir.
KAYNAKLAR:
» Berman, Marshall (2002), Katı Olan Her Şey Buharlaşıyor, İletişim Yayınları, İstanbul.
» Harvey, David (1999), Postmodernliğin Durumu, Metis Yayınları, istanbul.
» Searing, Hellen (1989), "Case Study Houses: In The Grand Modern Tradition" in Blueprints of Modern Living: History and Legacy of the Case Study Houses, MIT Press.
» Macionis, J., Parrillo, V. N. (1998), Cities and Urban Life, içinde, 3. Bölüm: The Development of North American Cities, Prentice Hall, New Jersey.