Sınır Deneyimleri / On the frontiers of experience sergisi, 11 Kasım- 15 Aralık 2005 tarihleri arasında Akbank Sanat Beyoğlu'nda. Sergi, resim sanatı - fotoğraf ilişkisi üzerine yoğunlaşırken, resim sanatının fotoğrafı nasıl dönüştürebileceğini, bir grup sanatçının üretim ve düşünceleri ile ortaya koyuyor. Levent Çalıkoğlu, sergi ile ilgili olarak şunları söylüyor:
"Sınır Deneyimleri: Fotoğrafın Arkeolojisi" adlı bu sergi, resim sanatının fotoğrafı nasıl dönüştürebileceğine ve 1990'lı yılların başından itibaren bu dönüştürme eylemini 'gizlemeyen' bir grup sanatçının üretim ve düşüncelerine odaklanıyor.
Dönüştürme fiili, birbirine bağlı iki ayrı düşünceyi harekete geçiriyor. İlki, resimsel imge ile ilgilenen sanatçıların sosyal ve kültürel kodlarla aralarında kurdukları ilişkinin bağlamlarına yönelik. Tekillikten ziyade çoğulculuğa ve ressam olarak sanatçının kolektif düzenin görselliğini nasıl okuyup anlamlandırdığına işaret ediyor. Bu durum onların, çağdaş sanatın diğer tüm temsil olanaklarında görülen 'yeniden üretim' modelleriyle kurdukları yakınlaşmanın izlerini görmek açısından önemli.
İkincisi ise, düşüncenin resimsel ve fotoğrafik imge arasında nasıl yol aldığı ile ilgili. Çünkü dönüştürme kelimesini telaffuz ederken dahi zihnimizde imkansızlık soruları beliriyor: Ne, neye, kime ve nasıl dönüşecek? İmgenin tek ve biricikliğinin ölçüsünü sanatçısının 'tek ve biricik' imgelem gücüne endeksleyen resim sanatı, yaratma eyleminde başka bir bilginin dönüştürülmesini ne ölçüye kadar kabul ediyor? Başka bir imgeyi dönüştürmek, aynı zamanda ona bir şey vermek değil mi? Karşılıksız bir dönüştürme mümkün mü? Dönüştürme eylemi hangi kodları tahrip ediyor, hangi anlamların izini sürüyor? Eğer resim sanatı bir temsilse, ressam yeniden kurduğu fotoğrafı bünyesine nasıl dahil ediyor?
Bizde genellikle esinlenme, aşırma, kopya, taklit gibi kelimelerle tarif edilen başka bir üretimin içerisine yerleşme ve onu temellük etme niyeti ve düşüncesi, her iki üretim arasındaki bir asırlık yakınlaşmayı henüz doğru düzgün kavrayamadığımızı gösteriyor. Kübist kolajlardan Dada'cıların fotoğrafın teknik ve anlam dizgesinde sahip olabileceği gerçekliği gölgeleyen yorum denemelerine, bir daha tekrar edilemeyecek performansların kaydından, yorum bilgisini dışlayan hiper-gerçekçilere kadar farklı kullanım olanaklarına bakarak bu yakınlaşmanın izi sürülebilir. Öte yandan bugün fotoğrafın çağdaş sanatlardaki kullanım mantığı, onun belge niteliğini, gören ve gösteren durumunu ve gerçekliğe nüfuz eden ayrıcalıklı konumunu, yeri geldiğinde bozuma uğratıyor yeri geldiğinde de politik bir aktarıcı olarak yeniden kuruyor. Estetik bir kategorinin aracı olmaktan çok fotoğrafı, gösteren, ifşa eden ve hatta gerçekliği maniple eden bir araç olarak kullanıyor. Fotoğrafı sanat olarak kabul edenlerle, onu basit bir kaydedici olarak gören ve kullanan düşünceler birbirleriyle zıtlaşıyor.
Sergi iki ayaklı bir yapı üzerine kurulu: Yazarlar, metinleriyle ressamlara eşlik ediyorlar. Görsel imge kadar yazılı imge de devreye giriyor ve resmin ulaşamadığı ya da gösteremediği noktalara işaret ediyor: Fotoğrafın resme müdahalesini ya da tam tersi resmin fotoğraftan nasıl yararlandığını; Modernizmin son anlarında fotoğrafın resme verdiği 'ölüm öpücüğünü'; Primitif olarak adlandırdığımız ressamlardan başlayarak, biz de fotoğraf-resim ilişkisinin nasıl bir seyir izlediğini; Fotoğraf ve resmi betimlemek için gerekli olan dilin anlamı nasıl belirlediğini; Fotoğrafçı ile ressamın 'göz' ve 'teknik'lerinin birbirinden ne kadar farklı olduğunu ve gerçekliğe nüfuz eden her iki anlatım biçiminin hangi anlam dizgeleri üzerinden okunması gerektiğini açıklayan altı ayrı metin, serginin giriş katında görsel bir enformasyon merkezi oluşturuyor. Metinlere eşlik eden röportaj ve imajlar, aynı zamanda serginin üst katı için bir hazırlık işlevi görüyor.