2005 yılında başlayan Türkiye'nin AB üyelik müzakereleri, geçen zaman içerisinde inişli çıkışlı bir seyir izledi. Müzakere süresinin zamana bağlanmamış olması ve başta Almanya, Fransa gibi bazı üye ülkelerin muhalefeti nedeniyle Türkiye'nin AB hevesinin gittikçe azaldığı gözleniyor. Her ne kadar Türkiye Başbakanı Erdoğan, Almanya ziyaretinde AB konusunda destek istese de sadece Türkiye'nin Avrupa'ya değil, Avrupa'nın da Türkiye'ye ihtiyacı olduğunun altını çizdi. Bu nedenle Türkiye'nin AB üyeliği kimilerine göre ahde vefa, kimilerine göre neticesi imtiyazlı ortaklığa varması gereken bir süreç, kimilerine göre de zoraki bir evlilik olarak yorumlanıyor. Peki, müzakerelerde bugün gelinen nokta gelecekle ilgili neler söylüyor?
‘Türkiye'nin iç sorunları AB önünde bir engel'
Deutsche Welle Türkçe'de Özlem Coşkun imzasıyla yayımlanan habere göre Berlin Hür Üniversitesi Siyasal Bilimler Fakültesi'nden Prof. Dr. Alpaslan Yenal, AB'nin yanlış ve zorlayıcı tutumu nedeniyle Türkiye'nin süreçte yorgun düştüğünü kaydediyor. Siyasal bilimler profesörü ayrıca Türkiye'nin bugün itibariyle yaşadığı yolsuzluk skandalı, yargının ve medyanın bağımsızlığı gibi iç sorunların da AB önünde ciddi bir engel teşkil ettiğini söylüyor:
”AB’yi Türkiye’ye kapayanlar, bu olaylarla birlikte yeni bir ivme kazandılar. Ve bu, Türkiye’nin AB’ye yaklaşma politikası açısından zorlayıcı bir durum. Bunu her gün medyada takip edebiliyoruz; bunu politik elitin Türkiye üzerine yaptıkları yorumlardan da anlıyoruz. Bu tür bir gelişme Türkiye’nin geleceği için ciddi bir sorun olarak görülüyor ve şüphesiz öyledir de."
Ekonomi uzmanı Prof. Dr. Orhan Kocagöz, Türkiye AB ilişkilerinde bir tıkanıklık yaşanmasına rağmen ekonomik ilişkilerin aksamadan devam ettiğini belirtiyor. Ancak Orhan Kocagöz, ülkedeki gelişmelerin yatırımcıyı etkileyebileceğini ve ülke ekonomisine olumsuz yansıyabileceğini de ekliyor:
"Hukuk sistemindeki istikrarsızlık ya da sistemin tam oturmamış olması dış yatırımcıyı elbette tedirgin etmektedir. Dolayısıyla istikrarsızlığın ve siyasette olan çalkantıların bir an önce çözülmesi gerekiyor. Ancak o zaman ülkede sağlam bir ekonomiden ve gelişimden söz edebiliriz. Ama şuanda siyasette ve hukuk sisteminde yaşananlar Türkiye adına son derece negatif bir imaj çiziyor."
‘Türkiye'nin AB'ye daha fazla ihtiyacı var'
"AB'nin mi Türkiye'ye, Türkiye'nin mi AB'ye ihtiyacı var?" sorusunu da değerlendiren Prof. Kocagöz, ekonomik büyüme hızına ve cazip pazarına karşın Türkiye’nin AB’ye daha fazla ihtiyaç duyduğunu şu sözlerle aktarıyor:
"AB, Türkiye'nin en büyük ticari partneridir. AB için Türkiye ise, altıncı büyük ticari partneri konumundadır. Dolayısıyla aslında bizim AB’ye daha fazla ihtiyacımız var. Tabii bir de sürekli işaret edilen Avrupa’da azalan nüfus açığının Türkiye’de artan nüfus tarafından karşılanabileceği iddiası var. Ancak AB Türkiye’den alacağı nüfusu onu AB’ye almadan da karşılayabilir. Bunu atlamamak gerekiyor"
Siyasal bilimler profesörü Alpaslan Yenal ise karşılıklı ihtiyaç sorusunu yöneltmek için geç kalındığını belirterek, gerek genişleme politikasında AB’nin, gerekse Türkiye’nin müzakere sürecinin başında ihtiyaçlarını masaya yatırması gerektiğini ifade ediyor. Yenal, Türkiye'nin AB dışında farklı ülkelere yönelmesine de değinerek, bu eğilimi AB-Türkiye ilişkileri açısından şöyle değerlendiriyor:
"Bir cümle ile söylemek gerekirse, bu aşk ümitsizdir. Buna bel bağlamamak lazım. Zaten Türkiye'nin stratejik politikası da daha çok çeşitlenen ve çeşitlenmesi gereken bir politikadır. Batıya yönelik demokratikleşme çabası ise, benim için nihai hedeftir ve bu yolda diğer politikaların daha çok çeşitlenmesi lazım."