13. İstanbul Bienali Kamusal Programı; sivil alana erişim ve kent haklarını odağına alan “Şehri Kamusallaştırmak” etkinliğiyle başladı. Yeni mimari yönetmeliklerin içerdikleri ve dışladıkları, kalmasına izin verilen ve bir kere daha barbar edilen şehrin özneleri açısından kentin geleceği nedir? sorusuyla yola çıkılan etkinlikte; konunun çerçevesi, kent sakinlerini birer aktör olarak nasıl üretileceğine karar veren siyasi bir mekanizmanın oluşumu bağlamında çizildi.
Yurtiçi ve yurtdışından alanında uzman birçok konuşmacının deneyimlerini paylaştığı etkinliğin Agorafobi: İstanbul’da kentsel dönüşüm başlıklı panelinde, kentsel muhalefet pratiklerinin yürütücüleri ve konu üzerine birçok yazın üretmiş akademisyenler bir araya geldi.
Oturumun başkanlığını yürüten Fulya Erdemci; kentsel dönüşüm sürecinin çok büyük bir kentsel bölüşüm projesi olduğunu dile getirerek; İstanbul’un şiddetli bir eşikten geçtiğini söyledi. Oturumda, ortak bir imgelem yaratma olanakları ve müzakere süreçlerinin kısıtlılığı üzerinden bir tartışma alanı yaratılacağını ifade eden Erdemci, sözü bu amaçla bir araya getirilen konuklara bıraktı.
“Güçsüzün Adı Yok”
Oturumda ilk sözü, kentsel planlama literatürüne birçok makale ve kitap katan şehir plancısı ve sosyal bilimci Prof. Dr. İlhan Tekeli aldı. İstanbul’un şehirle uğraşanlar için bir laboratuar haline geldiğini ve şehirle ilgilenen herkesin bu alanda kafa yorması gerektiğini vurgulayarak konuşmasına başlayan Tekeli, mevcut literatürün bu alanda çok eksik kaldığını, bu eksizliğin ise bir çaresizlik yarattığını ifade etti. Panelin konu başlığında yer alan ve psikoloji alanında kullanılan “agorafobi” kavramının kentsel dönüşümle birlikte toplumsal bir duruma tekabül ettiğini söyleyen Tekeli, mevcut algının kavramın tanımı olan kendini durumdan kurtaramama ve kapanma üzerine kurulu olduğunu belirtti. Yalnız dönüşüme maruz kalan insanların değil akademinin de duruma agorafobi halinde baktığını vurgulayan Tekeli, bu çeşit bir kapanmanın iktidar tarafından çok yönlü sunulduğuna dikkat çekti. Toplumsal kapanmanın siyasetin gerçekleştirilme biçimiyle doğrudan ilişkili olduğunu anlatan Tekeli, iktidar tarafından sürecin güç estetizasyonu ve post-modernizm üzerinden yürütüldüğünü belirtti.
Türkiye’nin kentleşme tarihinde dönüşümün daha önce de var olan bir durum olduğunu söyleyen Tekeli, günümüzde kentsel dönüşümün bu kadar vahim algılanmasının sebebini güç estetizasyonuyla yürütülen siyaset biçimi olarak gösterdi. Bu noktada muhalefetin yetersiz kaldığını vurgulayan Tekeli, Duygu Asena’nın “Kadının Adı Yok” kitabına gönderme yaparak, bu post-modernist güç karşısında “güçsüzün adı yok” dedi. Konuşmasının açılışına atıf yaparak eleştirel literatürün eksikliğinin müzakere süreçlerini kısır bıraktığını söyleyen Tekeli, toplumda yaşanan bu agorafobi halinden tek çıkış yolunun eleştirisinin yeniden inşası olduğunu ifade ederek konuşmasını tamamladı.
“Kapitalizm mahalleyi yeniden keşfediyor”
Sözü İlhan Tekeli’den devralan gelişim planlamacısı Yaşar Adnan Adanalı, kendi blogundan sunduğu görselleri anlatarak konuşmasına başladı ve İlhan Tekeli’nin sözünü ettiği eleştirinin yeniden inşası konusu üzerine eğilmek gerektiğini vurguladı. 5 Ekim 2012’de başbakanın katıldığı törenle başlayan kentsel dönüşümün bir “yıkım şöleni” şeklinde kamuoyuna sunulduğuna değinen Adanalı, Avrupa dönüşüm sürecinin benzer bir şekilde yaşandığına ve yapılan toplu konutların daha sonra yıkıldığına dikkat çekti. Kentsel dönüşümün yukarıdan aşağıya bir baskı yoluyla yürütülen bir süreç olduğunu söyleyen Adanalı, bu süreçte yaşam gerçekliğinin dikkate alınmadığını belirtti. Bahsettiklerini örnekleyerek devam eden Adanalı, Ankara Çinçin mahallesinde yapılan dönüşümün reklam afişlerine dikkat çekerek, masal gibi sunulan dönüşüm sürecinde öznelerin yok sayıldığını ifade etti.
Yeni projelerde “mahalle” kavramının bir pazarlama aracı olarak sunulduğunu ifade eden Adanalı, kapitalizmin mahalleyi bu anlamda yeniden keşfettiğini vurguladı. Yapılan yeni konut projelerinde, eski mahalle yaşamına yapılan göndermelerin sanal olduğunu söyleyen Adanalı, gösterdiği projelerde güvenliğin “mahallede dolaşan düdüklü gece bekçileri” tarafından sağlandığını anlatarak durumu örneklendirdi.
Konuşmasının son kısmında İstanbul ve kamusal mekan ilişkisine dikkat çeken Adanalı, İstanbul’da mevcut kamusal mekanların sorgulanması gerektiğini ancak kamusal mekanın artık yalnızca alışveriş merkezleriyle sınırlandırılmaya çalışıldığını aktardı.
“Taksim Projesi, yeni anayasanın izdüşümüdür”
Yaşar Adanalı’dan sonra söz alan Taksim Platformu üyesi ve Boğaziçi Üniversitesi Matematik Bölümü öğretim görevlisi Prof. Dr. Betül Tanbay, kendi uzmanlık alanına gönderme yaparak, esas yaşananların hakikatiyle siyasi iradenin türevlerinin tutmadığını anlattı ve “siyasetçiler hep üçüncü türevden konuşuyorlar” dedi. Yürütülen Taksim mücadelesinde, söyleme çok dikkat edildiğini vurgulayan Tanbay, “Taksim Hepimizin” diyerek ideolojik bir yargılamaya takılmadan birlikte bir söz oluşturmanın önemini aktardı. Taksim Projesi’nin yeni anayasanın yapılmasıyla aynı zamana denk geldiğini söyleyen Tanbay, projenin simgeselliğinin yeni anayasanın izdüşümü olarak görülmesi gerektiğini belirtti.
1 sene içerisinde Taksim’de yaşanan değişimleri aktaran Tanbay, İstanbul Belediye Başkanı’nın “Topçu Kışlası’nda AVM olmayacak” sözünün Başbakan Recep Tayyip Erdoğan tarafından tanınmadığını, iktidarın kendi içinde dahi bir tutarlılığı olmadığını dile getirdi. Taksim’de sürecin hukuksuz işletildiğine dikkat çeken Tanbay, bir sene içerisinde proje görsellerinin bile büyük oranda değiştiğini ifade etti. Yaratılan muhalefetle politik olarak aynı görüşte olmayan insanların bir araya geldiğini anlatan Tanbay, böyle süreçlerde farklı kesimlerle birlikte söz üretmenin öneminden bahsederek konuşmasını sonlandırdı.
“Dün neyse bugün de o”
Oturumun son konuşmacısı; Bir Umut Derneği üyesi ve hukuk danışmanı Erbay Yucak, dönüşüm sürecinin yalnızca son zamanlarda yaşanan olaylara bakılarak anlaşılamayacağını aktardı. “Dün neyse bugün de o” diyen Yucak, sürecin içine dahil olunan noktada başladığı algısının esasın vahametini anlatamadığını dile getirdi. Konuşmasında mekanda yaşayanların mekanla kurduğu ilişki üzerinde duran Yucak; dönüştürülecek alana, mahallenin gıyabında yüklenen anlamla hareket etmenin kendisinden sağlıklı bir müzakere sürecinin doğup doğmayacağının sorgulanması gerektiğini ifade etti. İnsan ilişkiselliğinin önemine değinen Yucak, kişinin kendisini demokratik ve dayanışmacı bir toplum içerisinde bir özne olarak görememesini toplumsal yapının tarihinden miras aldığını belirtti. Kentsel dönüşümü bir sistem sorunu olarak tarif eden Yucak, yalnızca merkezi hükümetin değil akademinin de mekanı metalaştırdığı zamanların yaşandığını ifade etti. Kentsel dönüşüm konusuna odaklanırken yalnızca gerçekleştirme biçiminin şiddetini eleştirmenin sakıncalı yanları olduğunu vurgulayan Yucak, süreç böyle okunduğu zaman biçimi dışında her şey demokratikmiş gibi bir algının ortaya çıkabileceğini söyledi ve “Eğer bu dönüşüm böyle bir biçimde değil de atölye çalışmalarıyla workshoplarla yürütülseydi evet mi diyecektik” şeklinde konuştu. Taksim tartışmalarına da değinen Yucak, Taksim’i sembolleştirerek tanımlamanın tehlikeli olduğunu söyledi. Anlattıklarını 1 Mayıs-Taksim ilişkisi üzerinden örnekleyen Yucak, 1 Mayıs’ı kutlamak için Taksim’e gelen binlerin Taksim Projesi’ne itiraz edilirken neden mekana sahip çıkmadıklarının üzerine düşünülmesi gerektiğini ifade etti.
1999 depreminden sonra köyde yapılan İMECE Evleri’ni örnek gösteren Yucak, bu projede mekanı sahiplenme ve birlikte yaşama ihtiyacından yola çıkıldığını belirtti ve politik olanla olmayan tasnifinin bu noktada yeniden yapılması gerektiğine dikkat çekti. Bu tarz pratiklerin devamlılığının önemini ifade eden Yucak, devamsızlık halinde pratiğin toplumsal inandırıcılığını yitirdiğinin altını çizdi.
Kentsel dönüşüm, HES projeleri, meydan projeleri gibi müdahalelerin kırda ve kentte mekana yönelik müdahale pratikleri olarak bütüncül bir şekilde ve mekanla kurulan ilişki bağlamında ele alınması gerektiğini söyleyen Yucak, etkinliğin başlığına atıfta bulunarak; “Ancak o zaman şehrin kamusallığı üzerine hakkıyla konuşabiliriz” dedi. Yucak; “soylulaştırma”, “nezihleştirme” gibi kentsel dönüşüm kavramsallaştırmalarının insanların nezdinde olayın vahametini anlatamadığını dile getirerek konuşmasını bitirdi.
Tüm konuşmacılara katkılarından dolayı teşekkür eden Fulya Erdemci, anlatılanlar üzerine Lenin’in bilinen sorusunu anarak oturumu kapattı; “Ne yapmalı?”.