Bu yazı, 1 Şubat 2009 Radikal İki’de yayınlanan D. Burcu Eğilmez’in “İzmir’de Kentsel Dönüşüm ve Seçim” başlıklı yazısının bir eleştirisidir. Burcu Eğilmez’in kentsel dönüşüm projeleri ile ilgili hassasiyetlerinden bir kısmına katılmakla birlikte, bazı tespit ve değerlendirmelerinin doğru olmadığı kanısındayım.
Öncelikle, Eğilmez’in, gecekondu alanlarının kentsel dönüşümün “en gözde özneleri” olduğunu belirtirken yaptığı vurgudan ve yazının genel havasından, gecekondu bölgelerinin kentsel dönüşümün odaklarından birisi olmasını yanlış bulduğu kanısına kapıldım. Dolayısıyla bu konuda bir açıklama yapma ihtiyacı duyuyorum. Türkiye’de de, pek çok gelişmekte olan ülkede olduğu gibi, sindirilmeden yaşanan sanayileşmenin ve sanayileşmenin beraberinde getirdiği kırdan kente göçün gereksinimlerine uygun kent ve hizmetler geliştirilememiş, kente yeni göç eden kesim ise, sistemde ucuz ve yasal konut sağlayan bir mekanizma olmadığı için, yine sistemin açıklıklarından ve zaaflarından yararlanarak çoğu zaman illegal yerleşmelere gitmişler/gitmek zorunda kalmışlardır. Devlet ihtiyaç duyduğu işgücünü barındıran bu gecekondu alanlarının oluşumuna uzun süre ses çıkartmadı, gecekondu alanları büyüdü, kemikleşti, hatta zamanla, özellikle de seçim zamanlarında birer oy yuvası olarak ele alınan bu alanlar, “mahalleleştirildi”, resmen tanınır hale geldi, elektrik, su, kanalizasyon, toplu taşıma olanakları gibi alt ve üstyapı hizmetleri sunulmaya başlandı.
Günümüzde ise, Eğilmez’in de belirttiği gibi, şimdiye dek yok sayılmış ve yönetimleri rahatsız etmemiş olan bu “mahalleler” dönüştürülmeye başlandı. Özellikle, kent merkezlerinde arsa arzının kısıtlı olmasından dolayı, kent merkezinde ve ana ulaşım aksları üzerinde yer alan gecekonduların üzerine kurulu olduğu alanların spekülatif olarak değeri arttı, bu durum da bu alanların gecekondu gibi düşük değerli bir kullanıma tahsis edilemeyecek kadar rant kazanmasını, bu nedenle de dönüştürülmelerini gerekli kıldı. Dolayısıyla, gecekondu alanları, tüm dünya literatüründe de, dönüştürülmesi gereken birincil alanlar arasında addediliyor ve bu durum kentsel gelişmenin doğal bir sürecidir.
Hedef kim?
İkinci önemli eleştirim ise, Eğilmez’in kentsel dönüşüm alanlarında daha çok Kürtlerin hedef alındığı ile ilgili yorumu üzerinedir. Eğilmez’in yorumundan, kentsel dönüşüm projelerinin özellikle etnik ayrımcılık yapan bir zihniyete sahip olduğu sonucu çıkartılabilir. Oysa, aslında etnik ayrımcılık kentsel dönüşüm projeleriyle değil, devletin sosyal politikaları ile başlıyor. Ne yazık ki, mevcut durumda, kentsel dönüşüm projelerinin hedef aldığı gecekondu alanlarının büyük kısmında etnik azınlık (Kürt, Çingene, mülteci, vs.) gruplar yaşıyor. Bu ise, kentsel dönüşümün etnik ayrımcılık yapmasından çok, bu grupların bunca sene ancak bu düşük standartlı bölgelerde barınabilmelerine “izin veren” ayrımcı devlet politikaları ve toplumsal dışlamalardan kaynaklanıyor. Sorun, yeni bir sorun değil, köklü bir sorundur. Çözüm ise kentsel dönüşüm yapmamak değil , bu grupların kente uyum sağlayabilecekleri olanaklar sunacak sosyal dönüşüm mekanizmalarını devreye sokabilmek ve etnik ayrımcılığı toplumsal düzeyde dahi minimize edecek sosyal politikalar gerçekleştirmektir.
Son eleştirim ise Eğilmez’in Mike Davis’den yaptığı alıntı ile ilgili yorumu üzerinedir. Eğilmez yazısında, “tehlikeli bölgelere kurulmuş yerleşim alanlarının, jeolojik ya da meteorolojik risklerinin ‘güçlü mühendislik’ sayesinde azaltılabileceğini” ve gecekondu alanlarının da bu şekilde sağlıklılaştırılabileceğini belirtiyor. Günümüzde, mühendislik ve mimarlık teknolojileri, “bedeli ödendiğinde” her çeşit çözümün üretilebildiği bir noktaya geldi. Eğilmez de neden gecekondu alanlarının da bu bedellerin ödenerek sağlıklılaştırılmadığını soruyor. Bu konuda iki önemli noktaya değinmek gerektiğini düşünüyorum.
Gecekondu alanlarının genellikle (İzmir’de rahatlıkla izleneceği üzere) jeolojik açıdan sakıncalı ya da doğal afetlere dayanıksız, yerleşime uygun olmayan yerlerde olmaları bir rastlantı değildir. Bu alanlar, yerleşime uygun hale getirilmesi oldukça maliyetli olduğu için, orta ve üst gelir grupları tarafından öncelikli yerleşim alanı olarak tercih edilmezler. Bu da, düşük gelirli, özellikle de kente yeni göç eden ve yasal bir konut elde edemeyecek grupların, bu gibi atıl arazileri işgal etmelerine olanak sağlayan bir zemin oluşturur.
Örneğin, İzmir Narlıdere ya da Yeşilçam gibi gecekondu mahalleleri, çoğunluğu hazine arazileri olmak üzere işgal ile oluşmuş alanladır. İşgal ise sadece arazinin birincil sahibine karşı değil, kentte arazi işgal etme yolunu tercih etmemiş ve yasal bir konutta barınan her vatandaşa karşı yapılan bir “haksız” girişimdir, haksız “kazanç”tır. Bu sebeple, böyle bir alanda devletin zaten yasal olarak “suç” işlemekte olan bir kesimi “destekleyerek”, böyle bir külfetin altına girmesi, devletin güvenirliliği açısından çelişkili bir durum sergilemekle kalmaz, toplum içinde kaotik bir durum dahi yaratabilir.
İkinci önemli nokta ise devletin yapması gerekenin, kentte yaşayan düşük gelirli gruplar için ucuz arsa stoku ve ucuz konut arzı sağlamak, konut edinimi ile ilgili yasalarda düşük gelirli grupların dezavantajlı olmayacağı uygulamalar yapmak yoluna gitmektir. Bu da yine, kapsamlı sosyal politikalar geliştirilmesi ile olacaktır. Sorun burada da sadece bir “seçim öncesi propagandası” değil, eski ve mevcut sistemdeki hatalardan kaynaklanan bir sorundur.
Kısaca toparlamam gerekirse, Eğilmez’in mevcut kentsel dönüşüm projelerine karşı duruşunu desteklemekle birlikte, projeleri eleştirdiği noktaların sağlıklı dayanakları olduğuna inanmıyorum. Kent ve toplumu incelerken ya da kent ve toplumsal sorunlara çözüm ararken sadece duygusal gözlükler arkasından “mazlum”un yanında olma çabası taşıyan bir tutum, “mazlumun neden mazlum olduğu”nun yeterince irdelenmemesini ve kentsel ve toplumsal sorunların doğru analiz edilmemesini beraberinde getiriyor. Halihazırdaki kentsel dönüşüm projelerinin kentli gruplar ve kentsel sorunlar için doğru çözümler sunmamaları da, kent ve toplumu analiz etme konusundaki eksikliklerden kaynaklanıyor.
Melis Oğuz / İTÜ