Kentsel Dönüşüm ve Mekânsal Stratejiler

Bu yazı, (08.02.09 Radikal İki) Melis Oğuz’un “Kentsel Dönüşüme İtiraz” başlıklı yazısına sadece bir eleştiri olmayıp konuya başka bir bakış açısıyla yaklaşmayı amaçlıyor. Oğuz, “İzmir’de Kentsel Dönüşüm ve Seçim” adlı yazısını eleştirdiği Eğilmez’in yazdıklarından hareketle, “Dolayısıyla, gecekondu alanları, tüm dünya literatüründe de, dönüştürülmesi gereken birincil alanlar arasında addediliyor ve bu durum kentsel gelişmenin doğal bir sürecidir” dedikten sonra yazısını, “Kent ve toplumu incelerken ya da kent ve toplumsal sorunlara çözüm ararken sadece duygusal gözlükler arkasından ‘mazlum’un yanında olma çabası taşıyan bir tutum, ‘mazlumun neden mazlum olduğu’nun yeterince irdelenmemesini ve kentsel ve toplumsal sorunların doğru analiz edilmemesini beraberinde getiriyor. Halihazırdaki kentsel dönüşüm projelerinin kentli gruplar ve kentsel sorunlar için doğru çözümler sunmamaları da, kent ve toplumu analiz etme konusundaki eksikliklerden kaynaklanıyor” diyerek tamamlıyor.

Genel bir anlatımla, kapitalist üretim biçimi insan topluluklarının ihtiyaçları için değil kapitalist sınıfın kâr elde etmesi için üretim yapar. Başka bir ifade ile kapitalist üretimin amacı faydalı nesneler (kullanım değeri) üretmek değil, değişim değeri olan metalar üretmektir. Bu üretim biçimiyle kapitalizm insan ihtiyaçlarının dışında üretime yönelerek, insanın gerçek ihtiyaçlarına çare olamıyor ve insanlığı yıkıma sürüklüyor. “Kentsel dönüşüm” adı altında yapılan uygulamalar bu yıkımlardan sadece biridir. Günümüzde “kentsel dönüşüm” olarak ifade edilen olgu, kaçınılmaz bir modernleşme projesi değil, kapitalizmin bizzat kendisinin ürettiği krizleri aşma çabası içindeki kaynak arayışları olarak algılanmalıdır. Bugünkü anlamında “kentsel dönüşüm” çağdaş kapitalizmin yeni bir çözümüdür.

Biriktirici üretim tarzının ilk ortaya çıktığı dönemden bugüne kapitalizm, kullanamayacağı fazlalar yaratmaya başlamasıyla önce istihdam edilemeyen bir fazla nüfus yaratır, sonra da kârlı bir biçimde satılamayan fazla mallar, kârlı bir biçimde yatırıma yönelemeyen fazla sermaye, bu fazlanın değerlendirilebileceği yeni alanlar, yeni avlanma alanları aramaya yönelir. Hem bu alanlara girebilmek hem de bu alanları sermayenin değerlendirmesine uygun bir biçimde yeniden düzenlemek için sık sık şiddete (askeri, siyasi, mali) başvurulur. Tüm bunların meşrulaşması için de uygun bir hukuksal çerçeve ve hukuksal ideoloji de üretilir. Ki “devlet” denilen büyük aygıt, bu hukuksal ideolojiyi üretmek için vardır. Böylece mekân; bugünkü ulaştığı aşamada sermaye, dolaşım ve tüketim ilişkilerinin örgütlendiği bir yer olmaktan öte, gelişimi için kendisi metalaşmış ve “sermaye birikim” süreçleri açısından yaşamsal önem kazanan yer olarak görülür.

Kapitalizm güç oluşturmak ve bu gücü korumak için daima “mekânsal stratejiler” kullanır. Bu stratejilerin önemli ayaklarından biri mekân üzerindeki denetimdir. Bu bağlamda sermaye birikimi ve bitmek tükenmek bilmeyen kâr arayışlarının egemen olduğu kapitalist sistemin genişlemeci mantığı, sürekli olarak kendi faaliyetlerini kolaylaştıracak coğrafi mekânlar arar. Ürettiği kendi krizlerinin çıkış yoludur söz konusu olan. Böylece coğrafi genişleme ve mekânsal düzenlemeler bu duruma yönelik bir seçenek olur.

Yaratıcı yıkım

Coğrafi genişleme ve mekânsal düzenlemeler uzun ömürlü fiziki ve sosyal altyapı yatırımlarını gerektirdiği için, üretim ve mekân ilişkilerinin yeniden düzenlenmesi, kapitalizmin kriz yaratıcı eğilimini ortadan tamamıyla kaldırmasa da bir ölçüde dizginler. Bu tür düzenlemeler, zamanın bir noktasında söz konusu mekânı tamamen yok etmek zorunda kalır (kentsel dönüşüm adına gecekondu yıkımları). Zamanın başka kesitinde ise sonsuz sermaye birikiminin açlığını doyuracak, tamamıyla farklı bir coğrafi mekân yaratacaktır (kentsel dönüşüm adıyla üretilen mekânlar). İşte bu süreç David Harvey’nin deyimiyle “sermaye birikiminin, yaratıcı yıkım (creative destruction) etkinliğinin tarihidir”. Böylece mekân, sadece kendi başına varlığı olan bir nesne değil, kapitalist üretim tarzındaki toplumsal ilişkiler sonucunda üretilen bir meta, bu ilişkilerle yeniden üretilen ve bu ilişkileri etkileyen bir dinamik olur.

Kentsel süreç, üretim, dolaşım, değişim ve tüketim için maddi altyapının yaratımını ifade ediyor. Harvey’ye göre “kente kapitalist birikim süreçlerinden özerk bir yapı ve bir özgünlük atfetmek hatalıdır. Kent ancak kapitalist birikim süreçleri ile anlam kazanıyor. Tersi, mekânı fetişleştirmek, toplumsal ilişkilerden bağımsız bir güç atfetmek anlamına geliyor”.

Ülkemizde gecekondu rantından ya da diğer adıyla “kentsel dönüşüm”den milyarlarca dolar bekleniyor olması, sorunun ülkemiz gibi “çevresel konumlu ülkelerde”, mekânın, merkez ülkeler için yeniden üretilmesiyle ilgili olduğu gerçeğini ortaya koyuyor. Sonuç olarak, kentsel süreçler egemen iktidarların ideolojisi tarafından belirlenir, bu bakımdan tüm “kentsel dönüşüm” projeleri sınıfsal açıdan ele alınmalıdır. Başka bir ifadeyle, merkez ülkeler, sistemi aşırı sermaye birikiminden kurtararak Harvey’nin deyimiyle zaman-mekân sabitesi ararlar. Bu yolla “mekânsal dönüşüm”ü, kendi lehlerine çevirerek kaçınılmaz eşitsizlikleri yaratırlar. Bütün bunlar olurken; varlıklarını, işlerini, ekonomik güvenliklerini, onurlarını ve umutlarını kaybederek bunun bedelini ödeyenler, bizim ülkemiz gibi “çevresel konumlu ülkelerin” en alt kesimdeki halklarıdır.

“Yeni emperyalizm”e ve onun dayattığı “kentsel dönüşüm”e karşı, örgütlenmiş yerelliklerle enternasyonalist dayanışmanın varlığından söz edildiği oranda, söz konusu sorunlar aşılıp insanların yarınları aydınlık olacaktır. Tarihsel açıdan bakıldığında geleceğini yaratmak için mücadele eden insanları hiçbir güç durduramamıştır. Bu anlamda insanlığa dayatılan tüm bu olumsuz “mekânsal stratejilere” karşı, yeni bir dünyanın mümkün olduğuna inanmak gerekiyor.

Yazımızı, Brezilya’nın Amazon eyaletinin Balem kentinde 9. kez toplanmış bulunan “Dünya Sosyal Formu” kapanış bildirgesinden bir cümle ile tamamlayalım: “Bu krizi aşmak için sorunun kaynağına inmeli ve elimizden geldiği kadar hızlı bir şekilde, mevcut kapitalist sisteme radikal bir alternatif dünya sisteminin kurulması için çaba sarf etmeliyiz”...

İrfan Mukul / Yard. Doç. Dr., Sinop Üni.