'Kentsel Dönüşüm' ve 'Elma Tasarlamak?'



Geçen haftaki yazıda son dört yıldır Türkiye'de çeşitli mesleki ortam ve kurumların gündemini oluşturan, üzerine seminer ve sempozyumlar düzenlenen 'kentsel dönüşüm' konusuna, sadece şu anda TBMM komisyonlarında tartışılmakta olan tasarı açısından değinmiş; bu tasarının politik önermelerine bir metaforla eğilmiştik:

'Elma Tasarlamak' konulu yasa tasarısında elmanın tanımı, cinsleri, lezzet ve değerleri, yetiştiricilik, toprak kalitesi, yetişme süresi, vb.' konularda bir bakış ve vizyon olmadığı gibi, tasarı sanki 'elma' ilk kez tasarlanacakmış, hatta yeni keşfedilmek üzereymiş gibi davranılıyor; dahası hemen tüm maddeler 'elma'nın kim tarafından, nasıl ve ne zaman yeneceği üzerine kurulmuş, demiştik. Yasa tasarısıyla, kentin biçimlenmesi ve dolayısıyla yönetilmesi konusunda son derecede güçlü yetkiler ve haklarla donatılacak olan yerel yönetimlerin uzmanlıktan uzak ama sıcak politikaya yakın duruşlarına değinerek "Elma Tasarlamak hafife alınacak konu değildir!" diyerek yazıyı bitirmiştik.

Yine de hemen belirtelim: Kent bir elma değildir! Kent de, elma da, ayrı ayrı yöntemlerle, tasarlanabilir!

Kenti hiç tanımamış olsak bile, herhangi bir kenti görmemiş olsak bile (ki küreselleşen dünyada bu giderek daha da olanaksız görünecek bir bekaret) yer, mekan, ortam, bağlam, bölge bağıntıları içinden baktığımızda, şöyle söyleyebiliriz:

Kent kendi dışımızdaki bireylerin farkına vardığımız bir yerdir!

Ya da isterseniz, farklı söyleyelim:

Tek başımıza yaşadığımız, tasarladığımız, inşa ettiğimiz, keyfini sürdüğümüz, sokaklarında sürttüğümüz, fabrikalarında çalışıp okullarında okuduğumuz, çarşılarında dolaşıp pazarlarına koştuğumuz, barlarında akşam efkar dağıtıp, sinemalarında film seyrettiğimiz, geceleri parklarında yatıp, gündüzleri işe gittiğimiz bir kent, olanaklı değildir. Kentin var olabilmesi için, kim olursak olalım, dışımızdaki bireylerin varlığına gereksinim duyarız. Bunu hepimiz biliyoruz, herkes zaten biliyor, diyebilirsiniz; ama belli ki kentimizi, o da bir süreliğine, yönetsin diye teslim ettiğimiz insanlar bunu bilmiyorlar!

Biliyor olsalardı, onları "Kentsel Dönüşüm" başlıklı tasarının içinde insanları ve onların gereksinimlerini, niyetlerini, beklenti ve amaçlarını görmeyen yöneticilerimizi uyarmak için TBMM kulis ve koridorlarında çaba gösterirken görürdük. Oysa onlar elma yeme olanaklarını geliştirecek tasarıları desteklemek için oradalar.

Örnek mekan ve kilit nokta
Biliyor olsalardı, örneğin, Modern Çarşı esnafının ve müşterilerinin yanında yer alırlardı.

Modern Çarşı, 24 Aralık 2003'te sabahın erken saatlerinde bir dükkanda elektrik kesintisi için çalıştırılan mini jeneratöre benzin doldururken çıkan yangının büyümesi sonucunda, çok kısa sürede yandı. Çarşının cadde yüzündeki üç-beş dükkan dışında tümü yanmıştı, bir ölü vardı; bu ölü ilk kurban olacaktı. Yangına Ankara İtfaiyesi 16 grup, 116 araç ve 450 personelle müdahale etti, alevleri kontrol altına alabilmek için yaklaşık 20 ton kimyasal köpük ve 15 bin ton da su kullandı. Bunlar ne yazık ki, Ankara Modern Çarşı esnafına uzanan ilk ve son şefkat eli olacaktı. Sadece taşıyıcı iskeleti ayakta kalan çarşının esnafı umutla, onarım bekledi, devlet elinin uzanacağına umutlandı.

Yangın sonrasında çarşı esnafının yarısından fazlasının sigortalı olduğu, yangının TEDAŞ kesintilerinin üst üste yaşanması ve çarşı esnafının bezdirilmesinden kaynaklandığı basında yer aldı. Olay sonrasında yayınladıkları basın açıklamasıyla ve konuşmalarla Modern Çarşı yangını nedeniyle büyük üzüntü duyduklarını belirten Ankara Ticaret Odası Başkanı Sinan Aygün, "Sorun masada kalmayacak. İlgili bütün bakanlarla ve Ankara Valimizle görüştüm. Yaralar sarılacak" şeklinde konuşmuş, şunları söylemişti:

"Modern Çarşı 1965 yılında kurulmuş ve Ankara ticaret hayatının simgesi haline gelmiştir. Bu simgeyi yaşatmak zorundayız. İlk belirlemelere göre bu çarşıda 30 trilyonun üzerinde maddi zarar var. Esnafın çekleri, senetleri, alacak kayıtları, defterleri, muhasebe kayıtları küllere gömüldü. Şu anda Çarşı esnafı ile tek tek görüşerek görüşlerini alıyor ve zararlarını tespit etmeye çalışıyorum. Yarınki toplantıda bu tabloyu bakanlarımızın önüne koyacağım. Ancak bu sorun masada kalmayacak. Modern Çarşı esnafı rahat etsin, endişe duymasın. Biz bugünler için varız."

Aradan geçen üç (3) yılı aşkın süre boyunca ne yapıldı: Bildiğimiz kadarıyla, İl Özel İdaresi elindeki Modern Çarşı'nın (arsa) mülkiyeti, 2004 yılında tartışmalı bir satış yoluyla Ankara Büyükşehir Belediyesi'ne geçirildi. Bu durum Modern Çarşı'yı Ulus'un kaderiyle oynamak konusunda kilit bir noktaya getirdi, çünkü oldukça büyük bir metrekare ile Ankara'nın aşağı yüzünde, eski ticaret merkezinin ortasında bulunan çarşının konumu, genellikle kentin gelişmekte olan alanlarında arsa spekülasyonu yapmakta olan kişi ve kurumları, bu kez merkezde heveslendirdi. Yapının 'hafifletilen' iskeleti, yıkım riski gerekçesiyle ortadan kaldırıldı.

Bu arada konunun baş mağduru olan Modern Çarşı esnafı, başta Posta Caddesi ve Rüzgarlı Sokak olmak üzere varolan yapıların bodrum katlarına, kenar köşelere, kuytulara sığındı, saçıldı, ekmek teknesini yüzdürmeye çalıştı. Ancak bu, kolay olmadı; esnaf, TBMM'nin 28 Şubat 2006 tarihli oturum tutanaklarına geçen konuşmadan anlıyoruz ki, o tarihe kadar 14'ü kalp krizi olmak üzere, 24 üye ve yakınını kurban vermişti.

Ankara Metro Haber Gazetesi, 23 Şubat 2006 tarihli sayısında, "Modern Çarşı Esnafı Açlık Grevinde" başlığı ve "Ulus Modern Çarşı'daki dükkanları yanan 25 esnaf, yangından sonra 'kendilerine verilen sözlerin tutulmadığını' öne sürerek, açlık grevine başladı" spotuyla çıkan yazıda, esnafın umutlarının tükendiğine ilişkin bilgiyi şöyle aktarmıştı:

"Ulus Modern Çarşı'daki dükkanları yanan 25 esnaf, yangından sonra 'kendilerine verilen sözlerin tutulmadığını' öne sürerek, açlık grevine başladı. Modern Çarşı Esnafı Yardımlaşma ve Dayanışma Derneği Başkanı Özdemir Göktaş, yaptığı açıklamada, Modern Çarşı'daki yangının ardından esnafın mağduriyetinin giderilmesi ve çarşının yeniden ayağa kaldırılması için düzenlenen toplantılarda pek çok söz verildiğini ifade etti. Göktaş, 'Verilen sözler tutulup, mağduriyetimiz giderilene kadar açlık grevini sürdürmeye kararlıyız' dedi. Göktaş, 21 değişik iş kolu, 232 iş yeri, 928 kayıtlı çalışanı bulunan ve devlete aylık 5 milyon YTL'lik katma değer sağlayan Modern Çarşı'nın Ulus'ta ticaretin lokomotifi olduğunu belirterek, 24 Aralık 2003'teki yangından sonra, Modern Çarşı'yla birlikte Ulus'un ve Ulus'taki ticaretin de bitirildiğini iddia etti. Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek'in çeşitli toplantılarda, 'Modern Çarşı esnafının yanında olduğunu ve çarşının onarımı için her türlü desteği vereceğini' söylediğini belirten Göktaş, Melih Gökçek'in çarşı esnafına verdiği 'destek' sözünü tutmadığını ve esnafı mağdur ettiğini öne sürdü."

Kenti ve ülkeyi yönetenler, başkentte kendilerinden başkalarının da yaşadığını biliyor olsalardı, söz konusu yangınla yok olan Modern Çarşı'nın bugün boş kalan ve ironik biçimde, Ankara Büyükşehir Belediyesi tarafından otopark olarak işletilen arsasında, elma bahçeleri ve küfeleri görmek yerine; insanların yaptıkları işle, dünyayla kurdukları ilişkiyle oluşan imkansızlığın yarattığı büyük gönül yarasını görürlerdi.

Biliyor olsalardı, Modern Çarşı esnafı kadar müşterisinin de önemli olduğunu anlar, Birleşik Devletler'de ve İngiltere'de okuttukları oğulları kızları kendilerine Harrods ve benzer mağaza ve çarşı örneklerindeki sürekliliği övmeden, kendi ayaklarını suya erdirirlerdi. Aşağıdakileri biliyor olsalardı, (ki bilmeleri gerekir, çünkü bu kentte, bu ülkede yaşayan sıradan insandan, 'sokaktaki adam'dan daha az sıradandır kendileri, çünkü kendilerini bu kenti ve ülkeyi yönetmeleri için beş (5) yıllığına o koltuklara bizler oturttuk), böyle davranmazlardı:

Yürüyen merdivenli ıilk yapı
Modern Çarşı, yapı olarak bir mimari proje yarışması yoluyla elde edilmişti; yapımı 1967 yılında tamamlanan, mimar Rıza Aşkan'ın tasarladığı yedi kattan oluşan bir çarşı yapısıydı. Ankara'nın, (belki de Türkiye'nin) "yürüyen merdivenli" ilk yapısıydı. 1960'lı yılların sonunda ve 1970'lerde buradaki daracık 'yürüyen merdiven'de kullanım hatalarından kaynaklanan kazalar, sık sık yerel basının gündeminde yer alırdı. Ankara Sebze Hali ve Posta Caddesi arasındaki konumu nedeniyle, açıldığı yıllardan başlayarak, hırdavat, beyaz ev eşyası, halı ve yer kaplamaları olmak üzere ev tefrişi, kırtasiye ve ambalaj malzemesi satan dükkanların toplandığı, sonraları en üstteki iki katına yerleşen tıbbi malzeme ve araç gereç depoları ile müzik kasetçiliğinin parlak döneminden kalan eski kaset ve plak satan dükkanlar ile seçkinleşen bir yerdi. Son dönemlerine kadar en üst katta bir teras çayevi de, bir kentsel niş kalitesiyle büyük bir sürpriz oluşturuyordu.

Şimdi bu kimliğini, yaşayanlardan biri olarak ben yazmasam, nasıl paylaşacağız? Bu kimliğin arkasındaki yaşam portrelerini bilmeyenler, zaten kentli de sayılmazlar. Ama kentli sayılmayacak insanlar, nasıl olur da o kenti yönetmeye talip olabilirler, hatta seçimle başa gelebilirler? Şimdi "Kentsel Dönüşüm" alanları tasarısı, bu örnek durumdaki özel bilgi ve birikimle, buradaki toplumsal ve kentsel felaketin bilinciyle beslenmeyecek de ne yapacak? Kentin, kentlerimizin hep birlikte yaşadığımız yerler olduğunu, 'elma' olmadığını bilenler, kentlerimizin geleceğini elbet değiştirecekler!