Ülkemizde bugün "demokratik, bilimsel ve insan odaklı" bir temele bağlı olarak kentleri planlayacak ve bu planı hayata geçirebilecek mekanizmalar söz konusu değildir. Var olan yapılar ya yok edilmiş, ya içi boşaltılmış ya da başka amaçları gerçekleştirmek üzere yeni kurumlar oluşturulmuştur.
Kentleşme ve planlama alanı bütünleşik bir stratejiden yoksun bırakılarak, sektörel temelli çok başlı bir yapıya büründürülerek dağınık hale getirilmiştir. Planlama ile ilgili kurumların yıllarca süren çalışmalarına bağlı olarak oluşan birikim ve deneyim yok edilmiş, iller Bankası, Bayındırlık ve iskân Bakanlığı gibi kurumlar işlevsizleştirilirmiş, diğer bakanlık ve kurumlar plan yapma ve onama yetkileriyle donatılmıştır. Bunun sonucunda kentlerin geleceği açısından süreç belirsiz ve endişe veren bir aşamaya gelmiştir.
Plan yapma ve uygulama süreçlerinin birlikteliği ve buna uygun olarak kademelendirilmesi ilkesine aykırı olarak çeşitli yasal düzenlemelerle planlama yetkileri birbiriyle bağı olmayan farklı kurumlara verilmiştir. Buna göre çevre düzeni planları ölçeğinde Çevre ve Orman Bakanlığı; turizm alan ve merkezlerinde Kültür ve Turizm Bakanlığı; organize sanayi bölgelerinde Sanayi ve Ticaret Bakanlığı; kıyılarda Bayındırlık ve iskân Bakanlığı; toplu konut alanlarında ve fiilen her yerde Toplu Konut idaresi (TOKi) Başkanlığı; özel çevre koruma bölgelerinde Özel Çevre Koruma Kurulu; nazım imar planlarında Büyükşehir Belediyeleri; il çevre düzeni planlarında il Özel idareleri; nazım ve uygulama imar planlarında Belediyeler vb kurum ve kuruluşlar plan yapma yetkisine sahiptirler.
Merkezî hükümetin her şeye müdahale etme ve dikte anlayışını kentleşme ve planlama süreçlerinde bariz bir şekilde görmekteyiz. Toplum katılımını ve yerel yönetimleri yok sayan uygulamalar "ileri demokrasi" söylemlerine karşın sık sık gündeme gelmekte ve hatta geçmişte var olan yerel yönetimler üzerindeki vesayet daha da güçlendirilmektedir. Bu nedenle belediyeler yasal yetkilerini dahi kullanamaz duruma gelmişlerdir. itiraz etmeleri halinde Hazine yardımı kısılmakta, hükümetin yapmakla yükümlü olduğu yatırımlardan men edilmekte ve soruşturmalarla hareket edemez hale getirilmektedirler.
Böylesine parçalı ve çok otoriteli ve vesayetçi bir yapının, ülkenin ve kentlerin akılcı ve rasyonel olarak planlı gelişmesini sağlaması mümkün değildir. Yetki dağınıklılığının oluşmasında sektörel paylaşımın esas alındığı anlaşılmakta ve bu kesimlerin taleplerinin önündeki her türlü hukuki ve şehircilik ilkeleri bakımından engel görülen hususların aşılması hedeflenmektedir. Bu model ve anlayışla, istense de kentlerin sağlıklı, yaşanılır, afetlere karşı güvenli, kimlikli ve geleceği düşünülerek karar üretilmesine fiilen olanak yoktur. Uygulanmakta olan politikalarda "rant" beklentilerinden başka bu tür kaygılardan söz etme olanağı dahi bulunmamaktadır.