Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın Gezi Parkı hakkında görüşlerini almak için çağırdığı heyet içinde yer alan İTÜ Mimarlık Fakültesi'nden Doç. Dr. İpek Akpınar, bugün Facebook hesabı üzerinden yaptığı açıklamada, toplantıda neleri dile getirdiğini aktardı.
"Bir İstanbullu, Taksim mahallesinde okuyan, çalışan, 15 gündür öğrenci ve asistan arkadaşlar üzerinden bu protestoların parçası olan, içinde yaşayan, destek veren bir kentli olarak buradayım. İki yıldır bu konuda 5 panel-konferans düzenleyen bir kimlikle davetinizi kabul ettim. Barışçıl protesto sürecinde olaylar size filtrelerden geçerek ulaştı. Bu diyalog ortamı için de teşekkürler…
21. yüzyıl İstanbul’unda üzerinde çalıştığınız 3.500 proje var… Bir dünya kentine doğru hızla ilerleyen İstanbul’da Taksim simgesel merkez.
İstanbul’u abad etmek, 17. yüzyıl sonundan beri önemli bir düş... Henri Prost ise kültür, eğitim, spor işlevleriyle yeşili, kamusal mekanları iç içe geçirdiği bir yaşam senaryosu kurgulamış; bu kamusal mekan, zaman içinde Türkiye’nin meydanı olmuş. En acı günümüzü, kanlı 1 Mayıs'ı yaşadık, GS şampiyon olduğunda hep birlikte buradaydık… Kentin, toplumun bellek mekanlarından olan bu park, bugün Türkiye’nin meydanı. Bu kamusal mekan, toplumun farklı kesitlerini kucaklıyor. Üzüntümüzde, sevincimizde birlikte yürüdüğümüz, şarkılar türküler söylediğimiz bir mekan burası... Hepimize ait…
Dünyanın en gelişmiş metropollerinde dünya kentlerinde en önemli belediye uygulamaları kamusal park alanlarının geliştirilmesi yönünde… Olağanüstü bir cennet köşesini yok etmeye yönelik uygulamanızı düşünmek liderlik ötesinde bir devlet adamlığı gereği…
Demokratik ülkelerde bu tür kentsel kararlar katılımcılıkla, yerel ile yerel yönetici arasındaki diyalog ile, uzmanların el ele yürüttüğü toplumun farklı kesimlerinin fikri alınarak çoğulcu süreçlerle gerçekleştirdi.
İşte tam da bu noktada Ahmet Hamdi Tanpınar diyor ki; “Yıkmak, yapmak için dahi olsa daima zararlıdır ve hakiki yapıcılık, ilave etmektir.” (Yaşadığım Gibi, s.202)
Planlamacılar ve tasarımcılar, kentsel-mimari bir tartışmadan çok, Ertuğ Uçar’ın da vurguladığı gibi, politik-ideolojik bir tartışmanın içine çekiliyorlar. Taksim’deki yıkım süreci yan anlamlar taşıyor. Kamusal mekanımıza el konuyor, özelleştiriliyor. Yerel ve merkezi yönetim tarafından, entelektüel ve kamusal bir düşünce üretimi olmaksızın gerçekleştirilen sözde proje var. Kentin bu yegane kültür vadisinin rehabilite edilmesi, geliştirilmesi, geleceğe taşınması için ortada katılımcı bir özne yok. Bu alanın korunmasının ve geliştirilmesinin bugün Koruma Kurulu kararlarıyla, güvenlik önlemleriyle, ya da park ve bahçelerle ilgili sorumluluklarla gerçekleşmesi mümkün gözükmüyor.
Tanpınar, Saatleri Ayarlama Enstitüsü'nde (1961, 1999) iki uygarlık, iki değerler sistemi arasında bocalayan Türk toplumunun ironik tablosunu çizer.
Taksim’de kapalı kapılar ardında gerçekleştirilen süreç, Uğur Tanyeli’nin deyimiyle “histiografik” bir sorun. Geçmiş, binaları yeniden yaparak yeniden inşa edilemez. Geçmişin sorunsuz olduğu sorunlu bir duruş...
Walter Benjamin’in de belirttiği gibi, estetizasyon aslında “totaliter bir tavır”. Müzeleştirme, aslında geçmişi paranteze almaktır.
• Genelde geçmişe bakışımız, müzeleştiren bir bakış.
• Ya “müzeleştirerek” ya da “yıkarak yaparak” yeniyi de hayattan koparıyoruz.
Tarihe, kurumlara, yaşama tercihlerine kategorik olarak bakmamak gerekir.
• Ötekinin farkına varmadan, bireyselleşemeyiz, kendimiz olamayız.
Gündelik yaşamı zenginleştirecek, sıradan olana / banal olana / saklı olana / göz önünde olan ama algılanamayana / fark edilemeyene odaklanana, kentliye farklı yaşam senaryoları sunabilecek bir parka gereksinim var.
• Temel sorular: İstanbul'un 19. yüzyılda gelişen merkezi Beyoğlu ile 20. yüzyılda gelişen merkezi Nişantaşı arasındaki devasa rekreasyon ve kültür vadisinin 21. yüzyıldaki geleceğini biçimlendirecek adımlar nasıl atılmalı? Bu kamusal alanın insani bir değer kazanması, kente değer katması için neler yapılmalı? İstanbul'un merkezinde, Taksim'den başlayan Maçka’ya uzanan yeşilin korunması ve geliştirilmesi, bu önemli kamusal alanın canlandırılması için insanı baz alarak neler yapılabilir?
Bu devasa kamusal alanda, çağdaş bir metropolün yönetim pratikleri açısından yeni bir deneyime ihtiyaç duyuluyor. Bu alanın restorasyonu, rehabilitasyonu meselesi yalnızca fiziksel varlığının yenilenmesinden, iyileştirilmesi çabasından ibaret olmamalı.
• Bugünü sorunlaştırabilmek, diğer bir deyişle kamuda proje alma-verme süreci ve bağlamı için kültür vadisine alternatif yaklaşım olabilmeli.
• "Taksim’den hareketle, kent ekolojisinden kültür ekonomisine kadar bir çok deneyimi, disiplini sınırların dışına taşıyarak, entegre bir planlama deneyimi nasıl oluşturulabilir" sorusu gündemde tutulmalı.
(Bu çerçevede "Sizi insani İstanbul'u keşfetmeye çağırıyoruz" başlığı altında Taksim Gezisi, yani Beyoğlu'ndan Nişantaşı'na İstanbul'un rekreasyon ve kültür alanını canlandırmak için alternatif yaklaşımların bulunduğu dosya Başbakan’a teslim edildi.)
Bitirirken
Hiçbir şey göründüğü gibi değil. Değişik açılardan bakabilenler “lider”dir, iyi yönetir. Bütünü kavrayanlar, çoğulculuğa kucak açanlar devlet adamlarıdır. Park militarist bir gençlik yerine; hümanist/ barışçıl, eski dönemlerini silmiş, yeni dönemin paradigması içinde yetişmiş olağanüstü bir gençlik tarafından savunuluyor. Bu gurur verici…
Bugün tek sözünüzle bu krizi bitirebilirsiniz. Dışlamak yerine kucaklamak devlet adamından beklentimiz… Grubu yönetmek liderlik; çoğulcu bütünü yönetmek ise devlet adamlığıdır."