Kent Belleği ve Sürdürülebilir Kültür Buluşmaları’nın İlki Gerçekleştirildi



Hollanda Başkonsolosluğu ve İstanbul Kültür Sanat Vakfı‎ (İKSV) işbirliğiyle Yapı Medya İletişim tarafından düzenlenen "Kent Belleği ve Sürdürülebilir Kültür Buluşmaları”nın mimarlık ve fiziksel çevre aracılığı ile sürdürülebilirlik temasına odaklanan etkinliğinin ilki, 16 Eylül Pazartesi günü Hollanda Sarayı’nın (Hollanda Başkonsolosluğu) içerisindeki şapelde gerçekleştirildi.

Reklam Goruntulenme Bolumu

Hollanda İstanbul Başkonsolosu Bart van Bolhuis açılış konuşmasında; İstanbul’un, özellikle de İstiklal Caddesi’nin kent belleği açısından önemli bir bölge olduğunu belirterek etkinliğin gerçekleştirildiği 480 yıllık konsolosluk binası ve içerisindeki 320 yıllık şapelin kent hafızasındaki yerini vurguladı.

Mimarlık ve Kültürel Sürdürülebilirlik Konuşuldu
Kültürel sürdürülebilirliğin yerel ipuçlarını aramak, dönüşüm ve devinim içindeki Türkiye’de fiziksel çevre ve bellek konularını gündeme taşımak amacıyla moderatörlüğünü Y. Mimar Banu Uçak’ın yaptığı; Mimarlar Tasarım Danışmanlık Kurucusu Han Tümertekin, İKSV İstanbul Tasarım Bienali Direktörü Deniz Ova ve Tarihçi, Yazar Saadet Özen’in konuşmacı olarak yer aldığı programın ilk bölümünde mimarlık ve kültürel sürdürülebilirlik masaya yatırıldı.

Moderatör Banu Uçak, değişim ve devinimin tarihin yıkılan son imparatorluğu olan Osmanlı mirası üzerine kurulmuş genç cumhuriyetimizin merkezine oturan bir kavram olduğunu vurgulayarak konuşmasına başladı. Daha çok İstanbul, hatta Pera üzerine odaklanılan toplantıda Uçak, İstanbul’da doğan çok az kişinin kendi doğduğu evi gösterebileceğini, 1600 yıldır başkent olan bu kentin doğası gereği son yüz yılda çok hızlı değiştiğini, Pera’nın ise bu değişimin omurgası olarak okunabileceğini ifade ederek sözü Beyoğlu’nda yaşayan tarihçi Saadet Özen’e verdi.

"Beyoğlu Bir Müze Olarak Algılanıyor"
Saadet Özen
ise 20 yıldır Beyoğlu’nda, İstiklal Caddesi’nde çalıştığını ve son 6 yıldır da burada yaşadığını belirterek; eskiden insanların, ailelerin İstiklal Caddesi’ndeki evlerde yaşadığını, bugün ise bölgenin alışveriş ve sanat bölgesi olduğunu, yatırımcıların kentin bu bölümünü neredeyse sadece ticari ve kültürel fonksiyonlarla değerlendirdiklerini ve artık insanların burada yaşamayı tercih etmediğini söyledi. Özellikle İstiklal Caddesi’nin geçmişimizle bağlantımız olduğunu vurgulayan Özen, bölgenin tekrar insanların yaşadığı bir yer haline getirilerek yaşama döndürülebileceğini savundu.

Özen, koruma anlayışının merkezine tarihi koymanın problemli sonuçları olduğunu, tarihin her zaman bir perspektifle yazılması nedeni ile koruma kavramının neredeyse altını boşalttığını, bunu Beyoğlu’nda yaşamaya başladığında çok daha net kavradığını belirtti. Her türlü toplu taşıma ağının ortasında, kent merkezinde yaşamaya talep olmamasının bu açıdan sorgulanması gerektiğini ifade etti.


Banu Uçak tam da bu noktada Saadet Özen’in vurguladığı bölgesel bütüncül ve insan yaşamını göz ardı etmeyen koruma ve planlama yaklaşımının ardına ekonominin güçlerinin yer alması gerektiğini vurgulayarak, Han Tümertekin’e dünyada ve Türkiye’de çokça örneği görülen tekil yapıların, iyi mimarlığın dönüştürücü etkisine ilişkin bir soru yöneltti.

Han Tümertekin Cihangir’de doğduğunu, İTÜ’de eğitimini tamamladığını belirterek, profesyonel hayatında da Beyoğlu’nda bölgede yapı yapma imkanı olduğu için kendisini şanslı hissettiğini söyledi. Tümertekin, özellikle Beyoğlu gibi tarihi bağlamı güçlü alanlarda proje üretirken asla dönüştürücü bir etki hedeflemediklerini, bunun yerine yapıyı olanca sadeliği ile özgün halini ortaya koyarak, program ve fonksiyonu merkeze alarak tasarım yaptıklarını, bu yaklaşımın da gerçekten uzun soluklu, kalıcı ve de çevrelerini dönüştürme yeteneğine sahip yapılarla sonuçlandığını aktardı.

Özellikle Salt, Santral İstanbul Enerji Müzesi ve Robinson Crusoe kitabevi projelerindeki tasarım kriterlerinden bahseden Tümertekin, amaçlanmış dönüşüm iddiası yerine problemi yapı içinde, yapı özelinde, duyarlılıkla ele almanın çok daha güçlü bir etkisi olduğunu ifade etti.

İKSV Tasarım Bienali Direktörü Deniz Ova ise kente, kent hafızası içinde farklı mekanlara yayılan ve çoğunlukla o ana dek unutulmuş yapıların, sanat etkinlikleri aracılığı ile geçici de olsa kültür hayatına katılması konusunu değerlendirdi. İKSV’nin 47 yıl içinde İstanbul’da 297 farklı lokasyon kullandığını, bu mekanların önemli bölümünün ulaşım ve diğer altyapı avantajları nedeni ile Pera bölgesinde olduğunu belirtti. Ova, bu etkinliklerle gündeme gelen bazı yapıların kent kültürüne uzun soluklu katılımının sağlandığını ancak bazılarının istenmeden de olsa tüketim döngüsü içinde zarar gördüğünü vurguladı.  

Deniz Ova, Saadet Özen, Banu Uçak, Han Tümertekin

Laparelli, “Nostaljinin Geleceği”ni Anlattı
Soru-cevap bölümüyle devam eden panelin ardından verilen kısa aradan sonra etkinliğin anahtar konuşmacısı olan OMA'nın ortaklarından mimar ve küratör Ippolito Pastellini Laparelli’nin “Nostaljinin Geleceği” başlıklı sunumuna geçildi. Laparelli, nostaljinin geleceği kavramı ile doğuşunu anlatarak başladığı sunumunda, nostaljinin; müzik, sinema, mimari gibi sanatın her alanında ilgi gördüğünü söyleyerek, tarihi bağlamdaki yapıların günümüzde kullanılmasına ilişkin Han Tümertekin’in fonksiyon ve sirkülasyon konularındaki görüşüne katıldığını vurguladı.

Aynı perspektifte hayata geçirilen, hareket eden platforma sahip ve oldukça küçük ölçekli bir yapı olan Paris’teki Fondation Galeries Lafayette, Moskova’da Gorki Park içinde modern mimarlık mirası olan Çağdaş Kültür için Garaj Merkezi projesinin dönüşümü, Sicilya Palermo’da uzun soluklu ve büyük ölçekli bir planlama gerektiren Manifesta 12 ve Venedik Mimarlık Bienali için Fondazione Prada’da 1969 yılında gerçekleşmiş bir serginin yeninden canlandırmasını içeren “When Attitudes Become Form” sergisine ilişkin çalışmaları anlatarak OMA’nın konuya ilişkin yaklaşımını paylaştı.

Ippolito Pastellini Laparelli

Laparelli’nin sunumunun ardından etkinlik, Hollanda Sarayı Bahçesi’nde düzenlenen kokteylle devam etti.