Kendimi Pera Palace'ın Yöneticisi Gibi Değil, Ev Sahibesi Olarak Görüyorum



Yıl 1800'lerin sonu, yer İstanbul. Şehir, gizemiyle o günlerde de tüm dünyanın ilgisini çekmektedir. Anlatılan odur ki, Avrupa'nın en zenginleri, en ünlü sanatçıları ve entelektüelleri İstanbul'a bir başka ilgi duyar. Duyarlar duymasına ama bu koca şehirde kendi standartlarına uygun konaklayacakları bir yer de bulamazlar. Diğer yandan Avrupa'nın en lüks tren seferi Orient Express, 1883'te deniz yolundan geçerek İstanbul'a gelmiş, 1889'da da doğrudan İstanbul'a sefer düzenlemeye başlamıştır. Şirket, acilen İstanbul'da trenin asil yolcularının alışık olduğu konforu sağlayacak bir otel arayışındadır.

Tesadüf bu ya, 1892 yılında o zamanki adıyla Pera, şimdiki adıyla Tepebaşı'nda Esayan Kardeşler bir otel inşaatına başlamıştır. İnşaat 1895'te biter, Pera Palace Hotel'in açılışı dillere destan bir balo ile yapılır. (Sanırım Pera Palace'ın balo geleneği daha o günlerden başlıyor. Otel yine 29 Ekim Cumhuriyet balosuyla resmî açılışını yapacak.) Asil ve zengin yolcularına konaklayacakları yer arayışında olan Orient Express'in o dönemki sahibi Wagon-Lits, müşterileri için aradığı konforu Pera'da bulur ve 1896'da otelin yarı mülkiyetine ortak olur. 1915 tüm dünya için kâbus doludur. Birinci Dünya Savaşı sebebiyle Orient Express'in İstanbul seferleri durdurulunca, otel el değiştirir ve Mersinli tüccar Petros Bodossaki'ye devredilir.

Bu devredilişin de ilginç bir öyküsü var. Pera Palace lüks ve pahalı bir oteldir. Mersinli tüccar bir gece otelde kalmak isteyince kıyafetine bakan resepsiyondakiler Bodossaki'den oteli terk etmesini ister. Lobiye oturan Rum tüccar, "Ya bir oda verirsiniz ya da oteli satın alırım." der. O günlerde maddi sıkıntıda olan otel yönetimi Pera'yı Petros Bodossaki'ye satmakta tereddüt etmez.

Kurtuluş Savaşı sonrası 1923'te, Bodossaki padişahla birlikte yurtdışına gider. Otel Hazine'ye devrolur. 1927 yılında ise otel Misbah Muhayyeş tarafından satın alınır ve sahibinin adına kurulan vakıf tarafından yönetilmeye başlanır. Otelin gelirinden Darüşşafaka'ya, Darülaceze'ye ve Verem Savaş Derneği'ne de pay ayrılır. Yıl 1978, Süzer ailesi Pera'nın sahipliğine ortak olur.

Yıllar süren mülkiyet hakkı davaları ve devir

2006'ya kadar otelde önemli değişiklikler olur. 1981'de Atatürk'ün sürekli kaldığı 101 numaralı oda, doğumunun 100. yılında şahsi eşyalarının da sergilendiği bir müze oda haline getirilir. 1982'de otelin tüm hisseleri Süzer ailesinin olursa da 1994 yılında otelin bir müze olarak gelecek kuşaklara aktarılma düşüncesi hayata geçirilir ve Süzer ailesine dava açılır. Dava bitiminde bina Hazine adına tescil edilir. Otel kısa süreli hizmet dışı kalsa da başlangıçtan bugüne otel olarak tasarlanmış ve otel olarak günümüze gelmiş ender yapılardan biri. 120 yıllık tarihi boyunca hoyratça kullanılmış ve aslına uygun tadilatlar yapılmamışsa da ayakta kalmayı başarmış olan Pera Palace'ın üst kullanım hakları Süzer ailesinin sahibi olduğu İstanbul Turizm AŞ'den, Kalkavan ailesinin sahibi olduğu Beşiktaş Turizm Yatırımları AŞ'ye devredilmiş. 2008 yılında başlayan restorasyon 2,5 yıl sonra geçtiğimiz günlerde tamamlandı ve ne ilginç bir tesadüftür ki, Orient Express'in şehrimize ulaştığı günün yıldönümü olan 1 Eylül 2010'da hizmete açıldı. Osmanlı sarayları dışında ilk elektrik verilen bina Pera Palace olmuş. Eh, elektrik olunca bina, ressamından şairine herkes için çekim merkezi haline gelmiş. Suyun evlerde akmadığı yıllarda ilk akar sıcak suya sahip banyolar Pera Palace'ın broşürlerinde önemli bir özellik olarak yer almış. Paris Eyfel Kulesi'nden hemen birkaç yıl sonra 1892'de Schindler, Türkiye'nin ilk elektrikli asansörünü Pera'da inşa etmiş. Pera Palace deyince, uzun tuvaletleriyle hanımların, smokinleriyle beylerin katıldığı görkemli Cumhuriyet baloları geliyor akla. Pera Palace'ın genel müdürü Pınar Kartal Timer de balo geleneğinin sürdürüleceğini söylüyor ve "Şık tuvaletleriyle hanımları balolarımıza bekliyoruz." diyor.



Pera'nın tarihinde Türkiye'nin ilk moda defilesi, paten ve vodvil gösterileri de var. 'Bundan sonraki ilkler neler olacak?' soruma Pınar Kartal Timer, "Mutfağımızdan sunumumuza kadar günümüzde diğer otellerde yapılan her uygulamayı yeniden yorumlayacak ve otelimizde uygulayacağız. Beş çayı geleneğini Pera Palace başlatmıştı. Şimdi pastanemizin de katkılarıyla bu saatleri yeniden özel kılacağız. Daha açılmadan beş çayına o kadar çok talep var ki rezervasyonla konuk kabul edebileceğiz." diyor.

'Kimler geldi, kimler geçti?' diye sorduğumda

Her biri bir anıyla anlatılacak kadar çok ünlü konuk Pera'nın misafiri olmuş ki. Mesela işgal orduları komutanı General Harrington ile Atatürk'ün ibret verici diyaloğu Pera Palace'ta geçmiş. Pierre Loti en çok Pera'nın manzarasını sever, uzun saatler tarihî yarımadayı en güzel gören yerden Haliç'i seyredermiş. 1926'da film çekmek üzere ülkemize gelen Greta Garbo'nun, yönetmeni beklerken bir Türk beyefendisiyle yoğun duygusal bir ilişki yaşadığı da biliniyor ama bu beyefendinin kim olduğu hâlâ kocaman bir sır. Pera Palace'ta kalan konukların isimleri bile otelin tarihî değerini ortaya koyuyor: Mata Hari, Franz Von Papen, Edouard Herriot, İkinci Dünya Savaşı'nın ünlü ajanı Cicero, Kraliçe Elizabeth II, Ernest Hemingway, Josip Broz Tito, Leon Trotsky, Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Adnan Menderes ve Falih Rıfkı Atay, Pera Palace'ta kalan ünlü konuklardan sadece birkaçı. 1926 yılında herkesten kaçarak otelde 11 gün kalan Agatha Christie'nin öyküsü pek çok kez yazıldı ama 411 numaralı odasının sırrı henüz çözülemedi. Otel yönetimi, herkes 411'de kalmak isteyince ünlü yazarın odasının altı adet benzerini hizmete sunmuş. Aynı yaklaşımı Pierre Loti odası için de uygulamış.  

Pınar Kartal Timer, Avusturya Lisesi'nin yorucu eğitiminden geçip de 'tamam artık, okumak istemiyorum' dediğinde annesi, "Yıllar sonra neden üniversite sınavlarına girmedim dememek için bari sınava gir." diye ısrar etmiş. "İyi ki etmiş." diyor Genel Müdür Timer ve devam ediyor: "Avusturya Lisesi'nde eğitim Almancadır ve fen ile matematik kavramlarının Türkçesini öğretmezler. Buna rağmen ne kursa gittim ne de çalıştım. Tercihime hepsi Boğaziçi Üniversitesi'nde olan altı bölüm yazdım. En başa da en çok puanla öğrenci alan turizm otelciliği yerleştirdim. Bütün olumsuz şartlara rağmen okulu kazandım. İlk stajımı yaparken de işime âşık oldum. 23 yıldan bu yana otel yönetimindeyim. Bütün uluslararası zincirlerde çalıştım. En son Çırağan Kempinski'de iş geliştirmeden sorumlu direktör olarak görev yapıyordum. Otelin girdilerini iki katına çıkarmış bir yönetici olarak pek çok kurumdan iş teklifi alıyordum. Daha telefonda hayır diyor, aklımı yeni işlere takmıyordum.

Yine bir iş teklif yapıldığında, ki o zaman Pera Palace kapalıydı, 'Eğer Pera Palace'tan teklif gelirse olur.' demiştim. Aradan epey zaman geçti ve sektörden birisi arayarak, 'Biliyorum reddedeceksin ama!' diye başlayınca yine dinlememiştim. Bir gerekçeyle aynı kişiyle tekrar görüştüğümüzde, 'Kabul etmedin ama teklif edilen yer Pera Palace'tı.' deyince 'Tamam!' dedim. Ertesi gün Yönetim Kurulu Başkanımız Yavuz Kalkavan'dan şık bir davet mektubu aldım. Pera Palace'a genel müdür değil, tam yetkili ev sahibesi arıyorlardı. Zaten sadece bu davet bile beni cezbetti."

Tarihe sahip çıkan anlayış

Otelin satılacağını duyan İhsan Kalkavan, Pera'ya yatırımın ne kadar efektif olduğunu ekibine sorar. Yavuz Kalkavan'dan da olumlu cevap alır. Bu karar sonrasında 15 milyon dolar Süzer ailesine ödenir. 20 milyon dolar da Tarihî Değerleri Koruma Kurulu'na. 15 milyon Euro ile başlanan tadilat süreci beklenmedik zorluklar sebebiyle 23 milyon Euro'ya çıkar. Bu arada hemen otelin karşısında yine Süzer ailesine ait Yasemin ve Baran apartmanları da daha uzun süreli kalışlar için otel yapılmak için satın alınır.

Restorasyonun hikâyesine gelince, ayrı bir kitap olabilecek kadar ilginç. Mesela bir ayrıntı olarak Pera Palace'ın lobisi kubbeli salon olarak anılıyor. Bu salonda tavandaki kubbelerde fil ayağı denilen ve yuvarlak gözlerden oluşan camlı bölümler var. Bunlar farklı büyüklükteler. Işık da bu camlardan geliyor. Pera Palace'ın renklerini de bu kristal camlardan süzülen renkler belirliyor. Genel Müdür Timer, bu renklerden esinlenerek otelin tüm mobilyalarını giydirmiş. Bazı tekstil ürünleri ise özel olarak dokutulmuş. Otelin sahip olduğu antika mobilyalar onarıldıktan sonra her yere uygun bir biçimde yerleştirilmiş. Özellikle Chrismayer markalı antika 3 piyanonun kurtarılması, inanılmazın gerçekleştirilmesi gibi olmuş. Herkesin umudunu kestiği piyanoları Bardakçı kardeşler eski haline getirebileceğini söylemiş. Şimdi lobide ve piyano süitinde eski ihtişamlı günlerine dönen enstrümanlar şık ve zarif hanımefendilerle beyefendileri bekliyor.



Bir oteli değil, bir müzeyi yönetmek

Otelin inşaatında pek çok ilginç ayrıntıdan bir tanesi tavanın yapılış biçimi. Ahşaplar kafes oluşturacak biçimde birbirinin içinden geçirilip araları alçı ve keçi kılıyla doldurulur ve tavana yerleştirilir. Alçıpanın bile zor tamir edildiğini düşünen Timer, restorasyonda görevli Prof. Dr. Gülsün Tanyeli'ye zorluklardan söz eder. Prof. Tanyeli, "Pınar Hanım, siz bir otel işletmiyor, müzeyi yönetiyorsunuz." der. İçinde yaşadığı binadaki sorumluluklarını o zaman çok daha iyi anladığını söyleyen genel müdür, kendini Pera Palace'ın tepe yöneticisi olarak değil de ev sahibesi olarak gördüğünü söylüyor.

Pınar Kartal Timer'e otelin karakterine ilişkin bir tanımlama yapmasını istediğimde de Pera Palace'ı moda markası Chanel kadınına benzetiyor ve "Hani çok bakımlı ama makyajlı olduğu halde kozmetiği hiç belli olmayan şık hanımlar vardır ve onları daha yakından tanıdığınızda ayrıntılardaki bu şıklığı görür ve hayran kalırsınız ya, işte Pera Palace da böyle bir hanım." diyor.

Pera Palace'ın önümüzdeki yıl için doluluk oranı ilk açılan otellere göre rekor bir düzeyde, yüzde 62 olarak belirlenmiş. Bu haliyle bile yatırımın geri dönüşü 10 yıldan daha kısa sürede olamayacak. Ancak görünen o ki, Kalkavan ailesi Pera Palace'ı hizmete açarak hem İstanbul'un tarihine sahip çıktı hem de 'kurumsal itibarlarını' epey yukarıya çekti.

Hikâyesi olan mal satar, Pera Palace'ta hazine var!

Pera Palace'ın dikkat çekmek için hikâyeye hiç ihtiyacı yok. Öylesine zengin bir tarihe sahip ki, zaten giderek artan 'geçmişimize sahip çıkalım' trendinin de tam en üst seviyede olduğu dönemde açıldı. Ancak kısmet bu ya, devir işlemleri sırasında eski ve yeni sahipleri, Misbah Muhayyeş Vakfı yetkilileriyle üniversiteden akademisyenlerin bulunduğu bir anda daha önce fark edilmeyen bir kapının gerisinde 5 bin parça Christofle gümüşlerinin olduğu ortaya çıktı. Doğal olarak insanın aklına 120 yıllık bir binanın her yanında böyle hazineler olabilir düşüncesi geliyor. Oysaki bırakın içinde çil çil altınların olduğu sandıkları, Pera Palace'ın zaten binlerce hazine değerinde bir marka değeri var.