Krizle birlikte belediyelerin hem kendi kaynakları hem
de merkezi bütçeden aldıkları paylarda azalma yaşanacak. Özellikle
IMF ile yapılacak anlaşmada belediye kaynaklarının tırpan
yemesi kaçınılmaz. Kentliyi müşteri gibi gören rantçı, birçok mal ve hizmeti
fahiş fiyatlara satan AKP belediyeciliğinin yerine katılımı, kentliye en düşük
fiyatla mal ve hizmet üretimini, arzını hedefleyen, kentsel rantları kamuya mal
eden halkçı bir belediyeciliğe yönelmeli...
1980 sonrası tüm dünyada küreselleşme, piyasalaşma, özelleştirme
sloganlarıyla yürütülen neoliberal politikalar, bu sermaye birikim tarzı,
2008’de ABD’de patlayan finansal krizle, tüm dünyada derin bir yara aldı. Merkez
ülkelerden, Türkiye gibi çevre-bağımlı ülkelere de yansıyan bu küresel krizin,
cari neoliberal politikaların icrasını, bu tarihten sonra aksatmaya, dahası
tıkamaya başladı. Bu durum, Türkiye’de de küçülme, daralma olarak yaşanmaya
başlanıldı bile.
Gündemdeki IMF ile anlaşma, sadece, Türkiye’den alacaklı finansörlerin ve
borçlu sermayedarların derin nefes almasını getirecek. Ama Türkiye’ye, ezberinde
olan yeni sıcak para akışı ve ihracata dönük büyümeyi getirmeyecek. Mali
disiplin sevdalısı IMF, bütçe üstünden topluma yeni kemerler sıktıracak ve bu
Türkiye’ye her anlamda kan ve zaman kaybettirecek. Artan işsizliğe,
yoksullaşmaya karşı bugün, merkezi düzeyde, krize karşı savunulması gereken emek
yanlısı bir sosyal dayanışma programı, yerelde de geçerli kılınmalı; çöküşe
geçen neoliberal politikalara karşı, emeğin belediyelerini inşa etmenin
modelleri denenmelidir.
Halkın belediyeleri için...
Yüzde 83’ü belediyelerden hizmet alan nüfusun kentsel ihtiyaçları için
merkezi bütçeden, yerele daha çok kaynak aktarımı sağlanmalı, bu kaynağın,
bölgeler, kentler arasında tahsisinde, sadece nüfus değişkeni değil, ülkede
bugüne kadar önlenemeyen bölgesel uçurumlar ve farklılıklar da dikkate
alınmalıdır. Aynı nüfusa sahip olmalarına karşın, çok farklı gelişmişlik
düzeyinde bulunan batı ile doğu illeri, kentleri arasında, başka düzeylerde
olduğu kadar, belediyeler üstünden de yapılacak müdahalelerle farklılıklar
azaltılmalıdır. Bu anlamda, merkezin kaynak tahsisinde, bölgesel farklılıklar
mutlaka akılda tutulmalıdır.
Kent arsalarının spekülatif amaçla kullanımı önlenmeli, her şeyden önce
sağlıklı, yaşanabilir, halkın her tür çevre beklentisine uygun kentleşme
projeleri ön plana alınmalıdır.
Barınma hakkı, her tür spekülasyonu reddeden bir çerçevede ele alınmalı,
neoliberallerinkinden tamamen farklı bir konut ve yerleşme politikası
geliştirilmelidir.
Kâr amacı değil sosyal fayda öne çıkarılmalı
Halkın temel ihtiyacı olan ısınma (doğalgaz), su, temizlik, vapur, otobüs,
metro ile sağlanan ulaşımda, kâr saiki değil, sosyal fayda öne çıkarılmalı; bu
mal ve hizmetlerin fiyatlanması, tüketici kentlinin gücüne göre
farklılaştırılmalıdır. Daha çok doğalgaz, su tüketene daha farklı tarife...
Ulaşım, işe gidiş ve dönüş saatlerinde daha ucuz fiyatlarla
gerçekleştirilmelidir. Özellikle alt ve orta gelirli kentlinin tükettiği mal ve
hizmetten uğranılacak zarar, sübvanse edilmeli, merkezi bütçede, bu
“belediyelerin görev zararları” adıyla bir kalem olarak yer almalıdır. Başka bir
ifadeyle, merkezi bütçenin bir kısım kaynakları, belediyelerin bu tür
“zararlarını” karşılamalıdır.
Belediye meclisleri , oluşturulacak mahalle konseylerine, sokak meclislerine
hesap vermeli, toplantıları yerel TV’lerden, internetten izlenebilmelidir. En
küçük yerel birimler eleştiri ve önerilerini, belediye meclislerine, yürütmeye
aktarıp takipçisi olabilmelidir.
Böylece, yerelde, belediyeler, muhtarlıklar düzeyinde oluşturulan bu
oluşumlar, daha demokratik, daha eşitlikçi bir toplumun nüveleri, çekirdekleri
olarak şekillenmeli, hayat bulmalıdır.
29 Mart yerel seçimleriyle yeni bir döneme başlayacak yerel yönetimler,
daralan, küçülen bir konjonktürün belediyeleri olacaklar. Bu, belediyelere,
küçülen ekonomi ile vergi geliri azalan merkez bütçeden daha az kaynak aktarımı
demek, yerel gelirlerin de azalması, dış borçlanmanın daralması, dolayısıyla
daralan bütçelerle belediyecilik demek.
Neoliberal belediyeciliğe devam etmek, belediye emekçileri için
anti-sendikal, emek-karşıtı tutum, yeni tensikatlar demek; kaynak için, kent
arsalarının, imar yolsuzlukları ile, ne pahasına olursa olsun, peşkeşi demek;
belediyece üretilen mal ve hizmetlerin daha fahiş fiyatlarla arzı demek.
Neoliberal belediyeciliğin alternatifi, zor bir konjonktüre karşın, uzun
vadede perspektifine demokratik, katılımcı, emeğin sömürüsüne son verme hedefli
bir toplum projesini koyan, yerelde de bu perspektifi gözeten bir yaklaşım
olabilir... Kentlinin, başta barınma hakkı olmak üzere, çağdaş yaşam için
gerekli her tür kentsel hizmet hakkını, ucuz ve güvenli ulaşım hakkını gözeten;
temiz bir çevre, hijyenik ortam, çocuk ve gençler için oyun, spor, yeteneklerini
geliştirebilecekleri sosyal donatılara önem veren, katılımcı, demokratik bir
yerel yönetim anlayışı hâkim kılınmalıdır.
‘Yerellik üstünden kalkınma’ yaftası
Neoliberaller, yerellerin, kentlerin, piyasaya açılarak, kentin değerlerini
metalaştırarak küresel sermayeyi çekmelerini, bu yolla gelişmenin sağlanmasını
öneriyorlar. Bu amaçla, kentleri, bölgeleri birbirleriyle kıyasıya yarıştıran,
bu bölgelere kalkınma ajansları kurdurarak her bölgeyi, yelkenine küresel rüzgâr
kapmaya özendiren, özünde tüm kentsel hizmetleri de metalaştıran ve kentliyi
yerel hizmetler üstünden de soyan, sömüren bir yaklaşımı öneriyorlar. Buna
“yerellik üstünden kalkınma” yaftasını yapıştırıp demokratik bir parıltı da
eklemeyi ihmal etmiyorlar.
Hinlik ve tuzak
Özünde, yereli neoliberalleştirerek merkezi devleti küçültme hinliği içeren,
Dünya Bankası ve piyasa yanlısı AB’cilerce pazarlanan bu tuzağa kimi sosyal
demokratlar da düşebiliyor.
Küresel sermaye çekmek için kentleri yarıştırma tuzağı, İstanbul’u içinden
çıkılmaz sorunlara sürüklediği gibi, birçok büyük kenti de küresel sömürünün
piyasacı, özelleştirmeci alanına aldı. Gaz, su, ulaşımda şimdiden
özelleştirmelerle, ya da belediye eliyle piyasacı yaklaşımlarla kentli, gündelik
yaşamının idamesinde sömürü çarkında.
Neoliberalizmin alternatifi üretilmeli
Merkezi olarak, istihdamı korumayı ve genişletmeyi, adil bölüşümü,
bağımlılığı azaltmayı, yerli üretimi, tasarrufu ön planda tutan, bütün bunları
demokratik, katılımcı bir merkezi planlama ile kamu girişimciliğinin yeniden
ihdası ile gerçekleştirmeyi hedefleyen yaklaşım, yerelde de neoliberalizmin
alternatifini üretmelidir.
Bu alternatif, merkezdeki kararlara yerelin daha çok katılımını öngören, bu
katılımla merkezden üretilen demokratik planı yürütmede, icrada, yerelin daha
çok sorumluluk ve yetki ile donatıldığı bir çerçeveyi içermelidir. Bu anlamda,
demokratik yerellik perspektifi, merkezi kararlara daha çok katılım ve merkezi
planın icrasında yerelin daha çok inisiyatif ve sorumluluk, yetki alması
demektir. Bu, merkezde oluşturulan hedefleri gerçekleştirmede, yerele daha çok
kaynak ve icra inisiyatifi demektir. Yerel yapılar da, bu hedefleri
gerçekleştirmede, daha katılımcı, daha demokratik, şeffaf yapıları
oluşturmalıdırlar.
Yerelde, neoliberallerin, kentin kalkınmasını, gelişmesini küreselleşme
rüzgârına tabi kılmak biçimindeki yaklaşımın (bunu bazı sol liberaller sosyal
demokratlara da salık veriyorlar) tam tersine, halkın belediyesini inşa etme
peşinde olanlar, piyasayı, kâr dürtüsünü, küresel sermaye çekme kaygusunu arka
plana atarak, halkın, kentlinin gündelik yaşamını kolaylaştıracak, kentlinin,
kentsel mal ve hizmetin finansmanına, geliri ölçüsünde katılabileceği bir
yaklaşıma sahip olmalıdır.
‘Sadaka’ politikalarında belediyeler
Neoliberal ekonomik politikaların en önemli sonuçlarından biri gelir
dağılımını bozması ve yeterli istihdam yaratmayarak işsizliği arttırmış
olmasıdır. Özellikle kent yoksulluğunun hızla tırmandığı AKP iktidarında,
yoksulluğa pansuman ve bunu oya tahvil etmeye yarayan “hayırsever politikalar”ı
ya da “sadaka politikaları”nı uygulamada da belediyelere önemli görevler
verildi.
AKP’nin “hayırsever” etiketli sadaka politikasının en önemli araçlarını Yeşil
Kart, belediyelerin nakdi ve ayni yardımları, Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışmayı
Teşvik Fonu ile AKP yandaşı özel sektör, cemaatler, vakıflar ve dernekler
oluşturdu. AKP, bunlarla önemli bir ağ oluşturmuş ve bir yandan yoksulluğu
derinleştiren neoliberal politikaların icracısı olurken, bunu perdeleyerek
derinleştirdiği yoksulluğa, “sadaka” politikalarıyla müdahil olmuş ve bunu da
oya, tabana tahvil etmiştir. AKP’li belediyelerin hemen hemen tümünde
“muhtaçların” başvurusu durumunda gıda, yakacak, barınma ve giyim yardımı yapan
birimler oluşturulmuştur. Kömür ve erzak yardımı ile ramazan çadırları AKP’li
belediyelerin bildik faaliyetleri arasına girmiştir.
Bu yardımların kaynaklarının belediye bütçelerinde yer almadığı, daha çok
belediye ile iş yapan, tedarikçi tüccarlardan, müteahhitlerden alınan
bağış/yardım havuzlarından sağlandığı bilinmektedir.
Neoliberal politikaların yarattığı tahribat ve tahakküm, artan ölçüde
emekçilerin, yoksulların, toplumun hücre yapısını değiştirdi. Yoksulluğun ve
eşitsizliğin derinleşmesi, güvencesizliğin artması emekçilerin ve yoksulların
acil-ferahlatıcı uygulamalara olan ihtiyacını ve bağımlılığını arttırdı.
Bu kitlelerin politik tercihlerinde de bu ihtiyaç ve bağımlılık başat rol
oynuyor. İşte tam bu noktada AKP’nin, diğer mecraların yanında, belediyeleri de
bu politikaların mağduru olan kitleleri yatıştırmada, uysallaştırmada kullandığı
görülmektedir.