Bugünden itibaren Topkapı Sarayı’nın
Has Ahırlar bölümünde Elhamra ve
Topkapı’yı bir arada sunan bir sergi; başbakanlar Recep
Tayyip Erdoğan ile Luis Rodriguez Zapatero himayesinde
açılıyor. Başlığı “Aynı Denizin Uçlarında”.
Granada’daki (Gırnata) Elhamra parlak
Endülüs medeniyetinin tek sarayı değil ama sonuncusu.
Sevilla (İsbiliyye) Endülüs İslam mimarisinin en parlak
örneklerinden. Cordoba’nın (Kurtuba) civarındaki
Medinet’üz Zehra denen bahçeler ortasındaki yazlık saray da
muhteşem bir kalıntı olarak fikir veriyor.
Endülüs camilerinin içinde en önemlisi Kurtuba’daki çok sütunlu büyük
camidir, “mescit” diye biliniyor. Endülüs mimarisi bunun dışında
şehirlerin formu, kaleler, köprüler ve yıkıntılarla yaşıyor. İspanya’ya
Müslümanlar kuzey Afrika Berberilerinin de katılımıyla ünlü komutan Tarık bin
Ziyad’ın önderliğinde 716’da yani 8’inci asrın başlarında çıktılar. İspanya’daki
Vizigot krallığın hakimiyeti çok çabuk eridi; Araplar geldiğinde kral
Rodrigo’nun İber Yarımadası’ndaki hakimiyeti çok tartışıldı.
Kuzeyde Atlantik kıyılarındaki küçük krallıklar ve bugünkü Katalunya’nın
Barselona ucu dışında bütün İspanya’ya hakim oldular denebilir. Daha çok
ilerleyecekler ve Pirenelerin kuzeyine geçip Fransa’ya gireceklerdi. 732’de
Poitiers’de Charles Martel durdurdu.
Bazı Arap silahlarının yanında Arap atlarının ve nallama sisteminin bu
dönemlerde kuzey Avrupa’ya geçtiği bir gerçek. İspanya Arap Müslümanların,
Berberi Müslümanların, Yahudilerin ortaklaşa kurdukları parlak bir kültürel
çevreydi. Portekiz de Garb-el Endülüs olarak bu coğrafya ve medeniyete
girdi.
Yedi buçuk asır boyu kuzeydeki Hıristiyan krallıklar ve güneydeki
Müslümanların devamlı çatıştıklarını düşünmeyelim. Önce Toledo, giderayak
Velense (Valencia) ve İsbiliyye, sonunda da 1492’de Granada düştü. Bu vakte
kadar Hıristiyan ve Müslüman kısımlar arasında kültürel alışveriş de çok
yüksekti. Arap dünyasının büyük düşünür ve bilginlerini; Yahudiler,
İspanyol Hıristiyanların Arap kültürüne hayran olan Mozarab (yani
mustaarib-araplaşmış) denen kesimi ve Endülüs mekteplerinde, medreselerinde
okuyan Avrupalı gençler Latinceye çevirdi.
Endülüs eski İspanya’nın Hıristiyanlarının dinini yutmadı ama kültürlerini
çok etkiledi. Seville Piskoposu İzidor “Pater noster duasını Latince
okumaktan aciz gençlerimiz, Arap edebiyatını şerh ediyor ve Kur’an’ı
öğrenebiliyorlar” diye yakınıyordu. İspanyolların yeniden fethinden
(reconquista) sonra dahi Toledo’da inşa edilen gotik tarzındaki büyük katedralin
içinde bir bölüm, Mozarab şapeli denen Endülüs İslam mimarisi tarzında inşa
edilmiştir.
Endülüs Rönesansı kalıntıları
İspanya’da devlet adamları her dindendi. Ortaçağ Yahudi kültürünün en
önemli eserleri İbn-i Meymun (Maimunides) gibi burada yetişmiştir. Sinagoglar
Ortaçağ Yahudi mimarisinin harika örnekleriyle doludur. İspanya İbn-i Sina,
İbn-i Arabi gibi büyük adamların yurdudur. İbn-i Haldun’un bile kökleri
buradadır.
Granada Müslümanların son kalesiydi; kuzey Afrika’dan buraya akan mutaassıp
kuvvetlerle Endülüs’ün kendi aydınlık dünyası, karşılıklı çekişerek eridiler.
Granada’nın anahtarları Katolik kraliçe Kastilyalı İsabelle’e teslim edildiğinde
tepedeki saray herkesin gözünü kamaştırıyordu. Aslında o sarayda gerçek Endülüs
Rönesansı’nın kalıntıları vardı. Nitekim Elhamra Sarayı’nın duvarlarında
peygamberlerin portreleri hem de minyatür olarak değil, Rönesans tekniklerine
uygun olarak resmedilmiştir.
Geçen zaman içinde Elhamra Sarayı ihmal edildi, kısmen tahrip oldu,
uygun olmayan bir iskâna açıldı. 19’uncu yüzyılın harika sanatı fotoğrafçılık
onu dünyaya tanıttı. Uzak bir iklimin Granada’yı tasvir eden seyyahı
Washington Irving onu romantik bir biçimde aydın insanların ilgisini sundu.
1832’de basılan bu parlak üsluplu eser tarihi doğrulara itibar etmez ama herkesi
Granada’nın gizemine çekti.
Bugün İspanya’nın uluslararası tanıtım vakfı, Elhamra müzesinin başkanlığı ve
İstanbul’daki Cervantes Enstitüsü’nün gayretiyle Topkapı Sarayı’nda
ziyaretçilerimizle buluşuyor. 15’inci asrın Akdeniz’in ucundaki iki kardeş
sarayını tanımak böylece mümkün olacaktır.
Teknolojinin tarihi üzerine
Türk tarih edebiyatında teknoloji tarihi ile ilgili eserler sınırlıdır. Bu
faslın birinci kısmı; öncü sanayi memleketi İngiltere’nin teknolojisi ve sanayi
gelişimini incelemek, ikincisi de Rönesans’tan itibaren orta ve kuzey İtalya ve
Fransa gibi ülkelerde manifaktürün gelişmesini izlemek olmalıdır. Osmanlı
sefirlerinin Avusturya, Prusya ve Fransa hakkındaki seyahatnameleri ilginç
gözlemler içermektedir. 18’inci asırdan beri yavaş da olsa sanayileşmek zorunda
olan bir ülkenin, Avrupa dünyasındaki gelişmeleri nasıl gözlediği ve yorumları
ilginçtir.
Avrupa sanayi tarihini hiç değilse tercümeler yoluyla izlememiz gerekir, oysa
çok az tercüme yapılmıştır. Osmanlı teknoloji tarihi üzerinde ise yapılan
araştırmalar gittikçe artıyor ama mazisi 30 yılı geçmeyen bir
faaliyettir. Bilgi Üniversitesi’nin bu yıl yayımladığı Ergun Türkcan’ın
“Dünyada ve Türkiye’de Bilim Teknoloji ve Politika” adlı çalışması umumi bir
teknoloji tarihi ve biraz da fazla olarak TÜBİTAK’ın tarihi ve Türk bilim
politikası üzerine raporlar içeriyor.
Bu son kısmın okunmasını tavsiye etmek zorunda değilim. Fakat ilk 490
sahifenin yani dokuz bölümün okunmasından faydalı bilgi ve mülahaza
değişiklikleri edineceğimiz açıktır. Ergun Türkcan tarım devriminden itibaren
Avrupa kıtasındaki icatlarla sanayi ve tarımdaki teknik değişmeleri, okunan bir
biçimde kaleme aldı. Kitabın yedinci bölümü; Çin, İslam ve Osmanlı bilim ve
teknolojisi başlığını taşıyor. Bu bölüm bilinen literatüre dayanıyor ama
monografik çalışmaların hepsinin tarandığı söylenemez. Her şeye rağmen rahat
okunan ve kendi içinde tutarlı bir bölüm. Türk üniversite öğrencileri ve genel
okuyucuya sanayi tarihimiz ve toplumsal değişimi anlamak için en önemli unsurun
öğretici bir tasviri.
Asıl ilgimi çeken, Türkcan’ın matbaa tarihi hassasiyeti oldu. Çünkü en çok
bilinmeden tartışılan ve tarih yorumumuzun belkemiği olan konu bu. Bu tip
genel tarih öğretim kitaplarının; tarım tarihi, muhasebe tarihi, denizcilik,
ulaştırma, eczacılık, genel ve Türk tıp tarihi gibi dallarda da kaleme alınması
temenni olunur.