Karadeniz'de Belli Yerler Ahşap Yapılar için Pilot Bölge Seçilebilir



Dünyanın önde gelen ahşap araştırma merkezlerinden Kanada’daki FPInnovations'ın Yapım Sistemleri Bölüm Müdürü Erol Karacabeyli, 'Deprem ve Yangın Güvenli 30 Katlı Ahşap Yapılar' başlıklı bir konferans için Eylül ayında İstanbul'daydı. Karacabeyli, Türkiye Orman Ürünleri İthalatçıları ve Sanayicileri Derneği (TORİD) ve Ulusal Ahşap Birliği (UAB) işbirliğiyle Yapı-Endüstri Merkezi'nde (YEM) gerçekleştirilen konferans öncesi yapi.com.tr'nin sorularını yanıtladı.

Ahşapla barışık dünya kimlerden oluşuyor?

Japonya, İskandinav ülkeleri, Kuzey Amerika, Yeni Zelanda, Avustralya; bunların hepsi ahşapla barışık olan ülkeler ve bölgeler. Bunun tabii tarihsel sebepleri de var, pratik sebepleri de. Nasıl İstanbul Anadolu Fay Hattı’nın ucundaysa, Kaliforniya, British Kolombiya, Kanada da Sean Andreas fay hattının dibinde. Nasıl siz burada büyük bir deprem bekliyorsanız, biz de orada büyük deprem bekliyoruz. Doğal, sağlıklı, hafif, kolay işlenilebilen bir malzeme ahşap. Türkiye’de, bu topraklarda yaşayan insanlar da uzun zamanlar boyunca ahşap kullanmışlar. Ne yazık ki sonradan uzaklaşmışız, ayrılmışız ahşaptan; ama ahşap kullanımı, Japonya’da, Kaliforniya’da, British Kolombiya’da hala devam ediyor. Şimdi Türkiye’de de ona yönelmeye çalışıyoruz, ama tabii yokuş yukarı gidiyoruz. Çünkü o altyapı artık yok; bu işi yapabilecek adamlar, uzmanlar kalmamış.

Ahşap kullanımının artmasının tek sebebi depremler mi?

Bunu, küresel ısınmaya da bağlayabiliriz. Dünyadaki enerjinin yüzde 40’ı - 50’si inşaat sektöründe kullanılıyor. Bu binalar ahşap olsa, çok daha az enerji kullanılacak. Çünkü çimento yapabilmek, demiri eritebilmek için çok büyük enerjiler kullanmak zorundasınız. Oysa ahşaba yönelecekseniz, sürdürülebilir ormancılık yapmanız yeterli. Eğer, ahşabı tercih edecekse, Türkiye’nin sürdürülebilir ormancılığı benimsemesi şart. Ayrıca ormanlarınız büyüdükçe, daha çok karbon depoluyorsunuz ağaçlarınızda.

Ahşabın depremlere verdiği sismik tepkilere odaklanan araştırmalarınız var. Türkiye, ‘afet’ eksenine oturtulan bir kentsel dönüşüm için çalışıyor şu anda. Deneyimlerinizden yola çıkarak, bu kentsel dönüşümden olabilecek en yüksek yararın sağlanabilmesi için neler yapılmasını önerirsiniz?

Bu zor bir problem; zaten kolay olsaydı bugüne kadar çözülürdü. Bir mühendis olarak her zaman söylerim; betonarme binayı da, çelik binayı da, ahşap binayı da gayet güzel yapabilirsiniz; hepsi de depremde çalışabilir. Ama beton, ahşabın 5 misli ağır bir malzemedir; çekmeye çalışmaz. Beton kullanırsanız, daha birinci dakikadan, ‘ahşaba göre yüzde 500 yüklerle çalışacağım’ dersiniz. İyi yapmadığınız takdirde kentsel dönüşümde en büyük hayal kırıklığı, yeni yaptığınız binaların ilk depremde aşağıya inmesi olur. Bunun için eski depremlerden öğrenmek lazım. Eğer kentsel dönüşüm yapıyorlarsa, tasarım amaçlarının bir gözden geçirilmesinde yarar var. İstanbul gibi bir şehirde, binaların yarısının yakılma durumuna gelmesini kabul etmemek lazım belki de; çünkü bunun karşısında büyük bir ekonomik maliyet var. Burada tabii ahşaba güzel bir rol düşüyor. Mesela İskandinav ülkeleri 10 katlı binaları ahşap yapmıyorlar; ama bu binaların kabuğundaki malzeme ahşap oluyor, binanın içindeki duvarlar ahşaptan yapılıyor. Dolayısıyla bina hafifliyor. Türkiye’de büyük inşaat şirketlerinin, hakikaten, ahşaptaki bu büyük gelişmeleri dikkate alması lazım. Bu anlamda inşaat sektörü, TOKİ ve Çevre ve Şehircilik Bakanlığı nasıl bir rol üstlenebilir?

TOKİ, tüm iyi niyetleriyle halka bina yapmaya çalışıyor. Ben de bir zamanlar Yapı İşleri Birinci Bölge Müdürlüğü’nde çalışıyordum; tip proje yaparsanız, hep aynı binalar uygulanıyor. Bunun yerine, doğaya, proje yapılan bölgenin kültürüne, iklimine, insanların beklentilerine uygun bina yapılırsa daha uygun olur. Esasında Karadeniz bölgesinde belli yerler ahşap için pilot bölge olarak seçilebilir.

Farklı ülkelerde çalıştınız. Türkiye’de, bu ülkelere göre, yangın ve deprem güvenliği ile ahşap konusunda yasal altyapı ne durumda?

Bence Türkiye’de en büyük problem, ahşapla tasarımını yapabilecek, binayı oturtabilecek teknik elemanların yoksunluğu. Çünkü altyapı yok şu anda. Onun da yetişmesi lazım. Bu işleri yapabilecek çok iyi mimarlarımız var; fakat yüzlerce mimar, yüzlerce mühendis yok. Endüstrinin onları desteklemesi lazım. Standartlar olarak Türkiye zaten Avrupa’nın standartlarını kabul etmiş durumda anladığım kadarıyla.

Evet öyle; ama bu standartlar gerçekten uygulamaya yansıtılabiliyor mu bir soru işareti.

Avrupalılar son 20-30 yıldır standartlarını yazmaya çalışıyorlar, yazdılar. Ahşapla, depremle ilgili kodları var. Türkiye hazır olan bu standartları aldı; ama onu anlayıp tatbik edecek kişi lazım. Ayrıca ahşap yapılar açısında bakarsak, Avrupa standartları daha çok büyük binalar için çok iyi. Kuzey Amerika’da küçük binalar için ayrı standartlar var. Daha kolay, bir marangozun takip edip binayı yapabileceği standartlar. Çünkü, büyük bir mühendislik firmasının o küçük ev için çalışmasına gerek yok.

Peki yangına karşı neler geliştirmiş insanlar?

Öğrenmişler; mesela yangın duvarını keşfetmişler. Bu, şu an Batı dünyasında çok kullanılan bir yöntem; kimi zaman beton bloklarla da yapılabiliyor. Vancouver’de, bir ev yapıyorsanız bile su püskürtme sistemi kullanılması mecburiyeti var. Su püskürtme sistemleri, yüzde 90 gibi yüksek oranlarda yangını söndürmeyi başarıyorlar. Şimdi, su buharı püskürten sistemler de yapıldı. Ayrıca yanmayan bir malzemeyle bütün binayı kaplamak da bir çözüm. Yangına dirençli boya çeşitleri var. Bugün Batı dünyası yangın riskini minimuma indirmiş durumda.

Ahşap binalarda bir de çürüme olayı var; biz, buna karşı bazı stratejiler geliştirdik. Bunun önüne geçmek için öncelikle doğru tasarım yapılmalı. Ben buna örnek olarak 700 yaşındaki Eşrefoğlu Camisi’ni gösteriyorum. Bir diğer şey de, doğru ahşap malzemenin seçilmesi; çünkü örneğin belli ağaç türleri dışarıda daha iyi davranıyorlar, naturel dayanıklılıkları daha güçlü. İlle de siz toprağın içine dayanıksız bir ağaç türü sokmak istiyorsanız, o zaman kimyasal maddeler enjekte edilmiş malzeme öneriyoruz.