Metro ve büyük kanal çalışmaları, kentin pek çok bölgesini ‘girilemez’
hale getirdi. (Fotoğraf: YUSUF ÖZKAN)
‘Mecbur kalmadıkça evinizden çıkmayın; bir yerlere gidecekseniz de
kentin etrafında bir tur atıp içine girmeden kendinizi gideceğiniz yerlere atın.
Yoksa her yeri kazılmış bu kentte yolunuzu buluncaya kadar İzmir’in sıcaktan
erimiş asfaltına yapışıp kalacaksınız; bu şehir sizi
yutacak.’
Bu yaz İzmir’de çok zor geçecek. Şimdiden öyle
görünüyor. Her yazdan daha da zor. Birden bire bastıran bunaltıcı sıcaklar
yetmiyormuş, ulaşım yeterince zor değilmiş gibi, koskoca Hatay, İnönü
Caddesi’nin trafiğe kapatılmasıyla felç olacak; Gazi Caddesi tek taraflı
işleyecek; Üçkuyular’a girmek mümkün olmayacak; evinize gitmek için eskiden
kullandığınız yolları unutun. Otobüs sayıları azaltılacak; Karşıyaka’nın arka
sokaklarında devam eden metro inşaatı yüzünden hiçbir yol herhangi bir yere
çıkmayacak; koskoca şehir sanki bir kara deliğin anaforuna kapılmış bir gemi
gibi kendi etrafında döne döne savrulup duracak. Kentte kapana kısılıp kalmış
İzmirliler’e tek bir önerim var; mecbur kalmadıkça evinizden dışarı çıkmayın;
bir yerlere gidecekseniz de mümkün olduğunca uzaktan kentin etrafında bir tur
atıp içerisine girmeden kendinizi gideceğiniz yerlere atın. Yoksa her yeri
kazılmış bu kentte yolunuzu buluncaya kadar İzmir’in sıcaktan erimiş asfaltına
yapışıp kalacaksınız; bu şehir sizi yutacak.
Bu yaz İzmir’i terk etmek
için çok daha fazla haklı gerekçe var. Bu yüzden gidecek yeri olanlar şimdiden
çekip gittiler. Gidemeyenler hafta sonları sahil beldelerine akın ediyorlar;
yollar araç trafiğinden geçilmiyor. Otobüslerde yer bulmak ise büyük bir mesele.
Varoşlar bile artık inmiyorlar kent içine. Sadece geceleri biraz soluklanıyor
deniz kenarları; o da eğer meşhur imbat yüzünü gösterirse. Şehir alabildiğince
ıssız kalıyor hafta sonları; çalışanlar da evlerinden çıkmayınca.
Sahil
beldeleri bu kez hafta sonları çekilmez bir hale dönüşüyor kalabalıktan.
Çeşme’nin, Foça’nın, Dikili’nin paralı olmayan plajları hıncahınç kentten
kaçanlar tarafından dolduruluyor. Çeşme Ilıca’nın halka açık geniş plajlarında
iğne atsanız yere düşmez. Trilyonluk villaların sıralandığı sokaklarda arabalar
park yeri arıyor; sonra birileri çıkıyor önünüze ve yola park ettiğiniz
aracınızı çekmenizi söylüyor; “Burası özel mülkiyet, park edemezsiniz’’ diyor.
Yolların bile özel mülkiyete dönüştüğü Çeşme’de feleğinizi şaşırıyorsunuz.
Plajlarda mangal yakıyorlar, dümbelek çalıp eğleniyorlar kentten hafta
sonu için gelen tatilciler; binlerce insan arasından kendinize yer açıp denize
girince kendinizi şanslı addediyorsunuz. Serinlemekse bu, serinliyorsunuz işte.
“Acaba evde mi kalsaydım?” diye düşünüyorsunuz.
Bütün sahillerde aynı
durum; kalabalık, gürültü, mangal dumanı ve bütün bu karmaşadan rant sağlayan,
yolunu bulan bir takım insanlar.
Yine de yaz boyunca bu kente mahkum
olanlar var; çalışıyorlar, işe gidip geliyorlar. Belediyenin İzmir halkından
sabır dileyen ilanlarında trafiğe kapanan caddeler; yeni otobüs güzergahları ve
birtakım başka açıklamalar var. Ama neden deniz ulaşımını artıran önlemler yok?
Mesela neden Üçkuyular’dan başta Karşıyaka ve Bostanlı olmak üzere diğer başka
iskelelere ve o diğer iskeleler arasında sefer yapacak, sayısı artırılmış
vapurlardan söz edilmiyor? Sekiz ay boyunca devam edecek bu sefaleti biraz olsun
azaltabilmek için geçici iskeleler kurulamaz mı körfez boyunca? Oradan bir
yerlere yürümek, otobüse binmekten daha iyidir ne de olsa. Biz bilemiyoruz tabii
olabilirliğini; sadece düşünüyoruz. Hayal gücümüz geniş.
Yazdan kış
aylarına kadar sarkacak bu toplu altüst oluşta çareler üretmeye çalışıyoruz; bir
motorsiklet mi edinsek ya da bisiklet? Şu sekiz ayı bir atlatabilsek her şey çok
güzel olacak. Dakikalarla sürecek yolculuklarla temiz çağdaş uygarlık düzeyine
ulaşacak bir kentte yaşamanın doyumsuz tadına varacağız. O zaman işte İzmir’den
ayrılmak gelmeyecek içimizden. Kentin içinde oradan oraya dolaşacağız hiç
zorlanmadan. Sekiz ay sonra tüm dertler bitecek. Sadece bu süre zarfında hayatta
kalma mücadelesi vereceğiz; hepsi bu.