Kentsel dönüşüm, mutenalaşma, soylulaşma adı ne olursa
olsun, pratikte yaşanan süreci tanımlayan temel mesele, neo-liberal devletin
rantının, karlılığının kamu yararının önüne geçmesi. Dün Sulukule’de bugün
Gülsuyu-Gülensu’da yaşadığımız, yarın kent merkezindeki tarihi okullarda
yaşayacağımız süreç, devletin şirketleşmesi ve kamuyu müşteri sanma yanılgısı.
Kamu müşteri olunca, parası olanlarla olmayanlar arasındaki ayrışma en sert
noktasına ulaşıp, kentsel tecavüzler ardı ardına geliyor. Bu memleketten belki
seri katiller çıkmıyor ama sonuçta biz seri tecavüzcülere alışkınız. Kaderine
boyun eğmemenin yolu da belki onları afişe etmekten, ses çıkarmaktan, kentin en
çok kentlisinin olduğunu unutmamaktan geçiyor.
Geçtiğimiz gün Yıldız Teknik Üniversitesi’nin çalışanlarına
ve öğrencilerine sorulmadan taşınması kararına karşı verilen tepki bir sergi
vasıtasıyla gerçekleşti. Bilindiği gibi, üniversitenin Beşiktaş
Yıldız’daki kampüsü Davutpaşa’ya taşınıyor. Kentin bu
endüstriyel bölgesine, ilk etapta taşınmasına karar verilen fakültelerden biri
Sanat ve Tasarım Fakültesi oldu. Sanatla uğraşan insanların
sanat merkezlerinin bu kadar uzağında bir yere gönderilmesi haliyle epey tepki
çekti.
Değerli alan turistlere
Bütün üniversiteyi ilgilendiren bu meselenin kıyısında, küçük bir kalabalık
belki de son kez orada bir araya geldi. Savunulan, basit bir taşınmadan çok bu
taşınmanın arkasında yatan sebepler, bu sebeplerin hiçbir kamu yararı
gözetmemesine rağmen göz göre göre gerçekleştirilmesi, yoksulların, kâr
getirmeyenlerin şehir dışlarına itilmesi, üretimin şehir merkezinden silinmek
istenmesi, ve nihayetinde ‘değerli’ alanların turistlere bırakılarak şehrin bir
yüzeye indirgenmek istenmesi...
Yıldız Üniversitesi’nde 18 Haziran’a dek sürecek
Afişe sergisi bahanesiyle kentsel-toplumsal muhalefetin nasıl
güçlenebileceğini Yıldız’ın eski öğrencisi Burak Delier ile,
Yıldız ve Mimar Sinan’ın öğretim üyeleri Eviner ve
Akay’a sorduk.
Burak Delier: Bir nevi ‘şirket devlet’
Neo-liberal politikalara karşı İstanbul ölçeğindeki mücadelelere bakıldığında
bir dizi başarısızlığın izini sürebiliyoruz. Dünyadaki gelişmeler göz önüne
alıdığında İstanbul bir istisna değil. Bu süreçlerden ders çıkartıp muhalefeti
nasıl örgütlememiz gerektiğini tekrar düşünmeliyiz. Kamusallığı, ortadan kalkmış
‘sosyal devlet’ hala oradaymış gibi, öteki tarafta hatasından dönmeye istekli
bir ‘baba’ varmış gibi savunamayız. Kamusallığa, eşitliğe, özgür ifadeye ve
diyaloğa temelden düşman salt ekonomik, militer ve kaba siyasi güce dayanmış
riyakâr şirket-devletlerin egemenliğinde yaşıyoruz. Bu anlamda kamu
üniversitelerinin ve kentsel ‘paryalar’ın hedef alınması şaşırtıcı değil. Çünkü
ancak bu iki grubun eşitlikçi işbirliği ile kurulacak özerk yapılar duvarda bir
çatlak açabilecek yeteneğe sahip. Süreç biz doğru olanı, saygı değer
‘devlet-şirket baba’ya söyledik diye durmadı ve durmuyor. Babayı babaya şikâyet
etmekten vazgeçip, başta ‘büyüme’ ve ‘kârlılık’ fikirleri olmak üzere liberal
kapitalist ideolojinin sacayaklarını tartışmaya açıp alternatifleri
canlandırmamız gerekiyor.
İnci Eviner: ‘Bu yaratıcı bir eleştiri’
Sanat ve Tasarım fakültesi 12 yıl once interdisipliner bir yapıda, sanatın
bir bağımsızlık ve aynı oranda toplumsal bir sorumluluk olarak dünyaya eklediği
eleştirel-sanatsal bilginin olanaklarını tartışmak üzere kurulmuştu. Bu
yapının ideal formuna ulaşması için daha fazla zamana ve daha fazla özgürlüğe
ihtiyacı olduğu kesin, yine de amaçları ve şimdiye kadar gerçekleştirdikleri ile
önemli bir örnek olmayı başardığını düşünüyorum. Diğer akademilerin tersine
sanat ve tasarım fakültesi, mekanlarını düşünen, yazan, eleştiren, yaratan birey
olarak sanatçı adaylarının kendilerini gerçekleştirmeleri için dinamik bir
platform olanağı sundu. Bu nedenle Afişe etkinliği, içinde bulunduğumuz durumun
yani sanatın gereksiz bir fantazi olarak algılanıp dışlanan bir anlayışa karşı
yaratıcı bir eleştiri etkinliğidir.
Ali Akay: Aynı şey Avrupa’da da var
Yıldız Teknik Üniversitesi’nin Sanat ve Tasarım Bölümü’nün şehrin
‘perif-merkezlerine’ doğru taşınması konusu, üniversitelerin merkezi idaresinin
hükümranlığını bize sergilemektedir. Hükümranlık, daha çok ‘modern-öncesi’ bir
kavram. Bu mesele sadece bir ‘mutenalaşma’ sorunsalı değil, aynı zamanda
iktidarın en arkaik şekillerinin en postmodern küreselleşmiş ekonomiyle içiçe
geçebildiğini de göstermektedir. Üniversite öğrencileri, öğretim üyeleri ve
görevlilileri - statüleri ne olursa olsun- rant makinasında boyunduruk altına
alınmıştır. Üniversitenin ideolojik olarak ‘üstkodlaması’ bugün rant ekonomisine
yaslanmakta ve üniversiteleri kısmi ve parçalı şekilde rant alanlarından
uzaklaştırmayı hedeflemekte. Bu, sadece Türkiye’de değil, Avrupa’da da yaşanan
bir süreçt. Paris’de, 1980’de Paris VIII’in banliyöye sürülmesi veya Londra
Middlesex Üniversitesinin Felsefe Bölümünün kapatılması kararı benzer süreçlerde
işlemektedir.