Safranbolu en sevdiğim rotaların üstünde yer alır. Bir yere giderken veya bir yerden dönerken yolumun uzamasına aldırmadan, Safranbolu’ya uğramadan edemem.
Sokaklarının ve yemeklerinin tadı beni hep baştan çıkartır. Dönüş yoluna çıkarken içimin huzur dolduğunu hissederim. Bu hafta sayfamı şehri en iyi bilenlerden İbrahim Canpulat’ın Atlas Dergisi’nde bu ay çıkan yazısına bırakıyorum.
Kanyonlarla sarmalanan bir şehir Safranbolu. Hanları, hamamları onların üzerinde yer alıyor. İnsana huzur veren evleri, görkemli konakları ise yamaçlara tutunuyor. Dünya Kültür Mirası Listesi’nde yer alan Safranbolu’nun geçmişi artık geleceği haline geldi. Her mevsim Türkiye’den ve yurtdışından turistler oraya akıyor. Çünkü her mevsim bu şehrin başka bir güzelliğini, kendine has başka bir rengini ortaya çıkarıyor.
Ulaşım da kolay artık. Kış geldi diye, kendinizi Safranbolu’nun güzelliklerinden esirgemeyin. O güzel konaklarda birkaç gece geçirmek, geçmişin huzurlu havasını solumak, yöresel yemeklerin tadına bakmak, şehri çevreleyen kanyonlarda kısa yürüyüşlere çıkmak... Farklı ve unutulmaz hatıralar edinmek için tam zamanıdır Safranbolu’nun.
Safranbolu çukur-mukur değil tam üç tepeli bir şehir! Batıda Rum-Ortodoks yerleşmesi Kıranköy, karşısındaki Hızır Bey gibi bir efsanenin mezarının ve iki namazgáhın bulunduğu Hıdırlık Tepesi ve ikisinin ortasındaki Kale... Bu coğrafyayı yaratan kanyonun derinlerinde kış yağmuru, sarı yaprakları da toplamış Araç Çayı’na doğru akıyor.
Safranbolu’nun belki de en önemli özelliği bir kanyonlar şehri olması; daha doğrusu kanyonların yarattığı şehir olması. Safranbolu’nun derinliklerinde hep kanyonlar var.
Safranbolu gezisinde ilk güzergáh, 13. yüzyılda Selçukluların tam dört ay mancınıklarla taşa tutup sonunda anlaşarak aldığı Kale’ye de uzanıyor. Yukarılardan gelip şu kadar yılda Kale’yi yontan Gümüşsu ve Akçasu derin kanyonlarından çıkıp biraz aşağıda, düzlükte birleşiyor. Bu düzlüğe yerleşmiş tabakhaneler bölgesi uzun zamandır işlevsel olmayan yıkıntılarıyla, bu soğuk mevsimin dokusuna uyum sağlıyor.
Sonra kıvrıla kıvrıla yukarıya Kale’ye çıkıyor yol. Kalealtı’na yani Taht-ı Kale’ye varılıyor önce. İlk Selçuklu yerleşmesi burada olmalı. Yarı göçer Selçuklular, pazarlarını, aldıkları kalelerin hemen kapı önünde kurmuşlar. Kurdukları çadırlar daha sonra ev olmuş, sokak olmuş, mahalle olmuş. Safranbolu’nun bilinen en eski camii, en eski hamamı ve en eski yapıları da zaten burada.
Şato gibi bir han
Safranbolu çevresiyle bu kadar uyumlu az bulunur şehirlerden biri. UNESCO Dünya Mirası Listesi’ne giriş nedeni olarak bu nokta özellikle belirtilir. Çevresindeki değerli tarım alanlarını sakınan Safranbolu, büyük bir duyarlılıkla kanyonun yamaçlarına evlerini yapmış, dibine ise rasyonel bir şekilde çarşısını ve kamusal alanını yerleştirmiş.
Osmanlı şehrinin bir başka özelliği ise meydanlarının olmamasıdır. Osmanlı şehrinin meydanları yalnızca cami avlularıyla sınırlıdır. Safranbolu Pazar Yeri bile genişçe bir sokak gibidir. Pazar Yeri’ne sırtını vermiş devasa yapı ise Cinci Hoca’nın kervansarayıdır. Belki de İstanbul’un doğusundaki en büyük kervansaraydır. Bugün han olarak adlandırmamıza karşın, adeta bir şatodur. Bilen bilir, dönem Padişah Deli İbrahim dönemidir ve kendisi bir veliahda sahip olamayacak kadar güçten kuvvetten düşmüştür. Derdine derman bulan kişi, Cinci Hoca olarak tanıdığımız Safranbolulu Karabaşzade Hüseyin Efendi’dir. Padişahla arasında oluşan kankalık ilişkisi onu tüm kadıların kadısı Anadolu Kazaskerliği makamına taşır. Bu arada büyük bir dünyalık yapar. Biraz da servetini gözden ıraklaştırmak amacıyla olsa gerek, Safranbolu’yu prestij yapılarıyla donatır.
Bugün Cinci Hamamı olarak bilinen Yeni Hamam da bunlardan biridir. Yapı faaliyeti onunla sınırlı kalmaz. Safranbolu’ya gelip gelmediği bugün bile tartışma konusu olan Sadrazam Köprülü de onu izler ve bir cami, yanında bir medrese ve akareti olarak arasta yaptırır. Safranbolu 18. yüzyıla gelindiğinde, 945 dükkánı, 13 yolcu hanı ve bedesteniyle bağlı bulunduğu Kastamonu Vilayeti’nden bile daha büyük bir ekonomik güce sahip olur. Bugün Safranbolu’nun tarihi merkezinde hemen hemen ne görürseniz 17. ve 18. yüzyıldan kalmadır.
Nüfusu artan şehir
Tüm Batı Karadeniz illeri nüfus kaybederken Safranbolu nüfusu artan tek şehir. Kanyonun dışında artık neredeyse içindekilerin 8-10 katı bir nüfus yaşıyor. Bugün Safranbolu’nun birinci ekonomik girdisi emekli maaşları. Özellikle, Karabük Demir ve Çelik İşletmeleri’nin 1990’larda özelleştirmesi sırasında topluca emekliye ayrılan çalışanlarının büyük bir kısmı birer daire alıp Safranbolu’ya yerleşmeyi tercih etti. Şimdi üçer evleri var: Biri köyde, bir tarihi şehirde, biri ise yeni şehirde, üstelik kaloriferli. Safranbolu onlar için huzurlu ve mutlu bir üçüncü yaş vaat ediyor.
Buna karşın Safranbolu’da açılan ve gelişen yüksek eğitim kurumları binlerce genci Safranbolu’ya çekti. Belki de Türkiye’nin ilçede eğitim yapan tek Tasarım ve Güzel Sanatlar Fakültesi Safranbolu’da kuruldu. Safranbolu Meslek Yüksek Okulu’nun özellikle Turizm Yöneticiliği ve Restorasyon bölümleri hızla gelişiyor. Safranbolu, bugün çok dinamik ve kültürlü bir nüfusa sahip. Bir eğitim, kültür ve turizm kenti olmak yolunda epey yol aldı. Safranbolu’nun geçmişi, geleceği haline geliyor.
Loncadan geriye kalanlar
Tarih boyunca Safranbolu’nun ikinci önemli gelir kaynağı dericilikti. Dikkatli bir göz tabakhaneler ve çarşının şehir içindeki konumunun adeta bir üretim bandı gibi olduğunu hemen hisseder. Suyun şehri terk ettiği alt bölümde ham derinin işlenmesiyle başlayan süreç, yukarılara doğru saya olur, ayakkabı olur, yemeni olur, eyer olur, semer olur ve pazara ulaşır. Lonca düzeninde toplanmış esnaf ya da zanaatkár hep birlikte bir sokağa yerleşir ve çok sıkı bir denetim ve destekle bir ürünü işleyip dururdu. Safranbolu’da bu yapıdan geriye yalnızca sokak isimleri ve bir iki zanaatkár kaldı. Bir de özelliklerini az çok saklayabilmiş Demirciler Çarşısı. Son zamanlarda Demirciler Çarşısı da restorasyondan geçirdi.
Bir zamanlar Avrupa’ya deri ihraç eden, Osmanlı Sarayı’na layık kırmızı sahtiyan üreten Safranbolu tabakhanelerine deri almak bahanesiyle gelen Fransız sanayi casusları teknoloji çalmakla kalmamışlar, yeni kimyasallar kullanarak bunu geliştirmişler de. Tüm Osmanla yeniçerilerinin ve Kurtuluş Savaşı sırasında Türk askerlerinin giydiği yemeniyi yapan Safranbolu’nun işliği, kanyonun dibinde kurumuş kalmış şimdi.