İstanbul'da son 20 yıl içinde çok sayıda alışveriş ve eğlence merkezi açıldı. Bazıları -Tatilya, Markiz Pasajı gibi- kapandılar. Bazıları da zorlanıyor. Bu kapanan ve zorda olan yapılar, açıldıkları günlerde övgüler hatta "ödül"ler almışlardı. Oysa kapanacakları belli idi. Pazarlama amaçlı olarak, kamuoyuna genellikle birer "mimarlık olayı" olarak tanıtılan bu yapılarla ilgili nesnel değerlendirmeler, hem kamuoyunda mimarlık bilincinin doğru oluşmasına katkıda bulunabilir hem de önümüzdeki yıllarda sayıları 100'ü bulacağı bildirilen yeni alışveriş merkezi yatırımcılarını uyarabilir.
Alışveriş merkezleri, nüfus ve otomobil sayısının artması, derin dondurucuların yaygınlaşması, yaşama biçimleri ve tüketim alışkanlıklarının değişmesi sonucu, 1950'lerden itibaren Amerika'da ortaya çıktı. Yıllar içinde gelişti, değişti, çeşitlendi. İlk plan şeması, bizdeki Galleria'ya benzeyen kapalı bir sokağın iki ucuna yerleştirilmiş iki "katlı mağaza"dan oluşuyordu. (Dumb-bell layout) Bu şema zamanla L, T ve kareye; sokaklar avlulara, avlular meydanlara dönüştü. Amerika dışına yayılarak, yerel koşullara adapte edildiler, Fransızlar hipermarket ağırlıklı kendi yapı tipini üretti. Giderek, temalı parklar, food-court'lar, eğlence ve spor merkezleri ile zenginleştiler. Sayıları binlere, yıllık ciroları 300 milyar dolara ulaştı.
Sadece alışveriş edilen yerler olmaktan çıkıp Amerikan halkının evlerinin dışında en fazla zaman harcadıkları, yeme-içme, eğlence, spor ve kültürel faaliyetlerinin yoğunlaştığı sosyal merkezlere dönüştüler. Böylece, bir anlamda, kent merkezlerinin geleneksel "çekim odağı" olma özelliğini paylaştılar. "Gidildiği için" alışveriş de edilen yer olma özelliği kazanmış oldular.
Bir alışveriş merkezinin ana işlevi, "hedef kitle"yi çekmek, içerde olabildiğince uzun tutmak ve bu süre içinde alışveriş etmelerini sağlamaktır. Bu sağlanamazsa perakendeciler merkezi terk ederler. Yapının işlevini yerine getirebilmesi üç parametrenin doğru kurgulanmasına bağlıdır: Alışveriş merkezinin yeri, perakendecilerin doğru seçimi ve yapının "concept"i.
Dezavantajlar
Geçenlerde İstanbul'da açılan Kanyon alışveriş merkezi, konut ve ofis blokları arasında bir kanyon gibi kıvrılarak uzanan, dört katlı alışveriş koridorlarından oluşuyor. Kuvvetli bir medya desteği ile sunulan bu yapı beklenebileceği gibi, "eşi görülmemiş bir mimarlık olayı" olarak büyük övgüler aldı. Aşamalı olarak, yabancı ve yerli mimarlar tarafından tasarlanan yapının konseptinin yabancılara ait olduğu, aynı grubun çok benzer uygulamalarına çeşitli dünya ülkelerinde rastlanmasına karşın, bu konsepte yerli mimarlarla birlikte yatırımcı şirketin de sahip çıktığı izleniyor. Konseptin özü, iç mekânlanlarla alışveriş koridorlarının 'kanyon'a benzer bir kurgu içinde doğa koşullarına açılmış olması.
Alışveriş merkezlerinin 50-60 yıllık uluslararası deneyimleri, planlama prensipleri ve yerel koşullar ışığında, Kanyon'un konumu nedir? Kanyon'un yer seçimi, "hedef kitle"nin yaya ulaşımının zorluğu açısından rakiplerine göre dezavantajlıdır. Orta-alt sınıf yerleşim bölgesi içinde yer aldığından, arka ve yan girişlerinde aktivite beklenemez.
Kanyon alışveriş merkezinin doğa koşullarına açılması, İstanbul iklimine uygun değildir. İç iklimin kontrol edilmesi ve "alışveriş konforu" sağlanması, bu yapı tipinin olmazsa olmaz koşuludur. İç mekânlarda havanın ısısı, kalitesi, ses ve ışık mevsim değişikliklerinden etkilenmeyecek şekilde tasarlanır. Yapının kanyona benzetilen iç mekânı, hakim rüzgarları çoğaltarak rahatsız edici hava akımları yaratabilecek, kış hatta bahar aylarında ciddi sorunlar yaşanabilecektir. Bu iç mekân, yaz aylarında "esintili ve çekici" olabilir, ne var ki bu yapılar yazlık yapılar değil, tersine kışlık yapılardır. Alışveriş kış aylarında yükselir, yaz ayları alışverişin düştüğü "indirim" aylarıdır. "Hedef kitle" yazın tatildedir, kent merkezleri boşalır. Yapının mimarının bir TV programında, "koridorlar tavandan ısıtılacak, müşteriler kış aylarında paltosuz gezecek" savı gerçekçi görünmüyor. Kendisi de gerçekçi bulmuyor olmalı ki, bir yandan da yapının üstünü örtmek için "B" planı yaptığı bildiriliyor. Kanımca bu da kolay bir iş değil.
Çekim merkezleri
Kanyon'da perakendecilerle ilgili sorunlar da var. Perakendeciler, alışveriş merkezlerinde büyük kitleleri "çekebilecek" katlı mağazalar (dept. store), eğlence merkezleri, hipermarket, food-court vs gibi büyük "magnet"lerle, titizlikle seçilmiş çok sayıda irili-ufaklı dükkân, mağaza vs'den oluşur. "Magnet"lerin ve küçük birimlerin seçimi ve yapı içindeki kompozisyonları, alışveriş merkezlerinin yaşamsal parametrelerinden biridir.
"Magnet"ler iki işe yararlar: Müşterileri alışveriş merkezine "çekmek" ve merkez içinde "iç trafiği" artırmak. Bunun için örneğin, katlı mağazalar sokağın iki ucuna (köşelerine vs.); food-court ya da eğlence merkezi insanların çıkmak istemediği üst katlara yerleştirilir, böylece aralarındaki gidiş gelişler, iniş çıkışlarla, küçük birimlerin önünde üç boyutlu trafik yoğunluğu, hareket sağlanır. Satışlar yükselir. Kanyon'da, hedef kitle için "çekim" yaratabilecek güçte "magnet"ler yer almıyor. Var olanlar da "iç trafiği" artıracak şekilde kurgulanmış değil.
Kanyon'un iç mimarisi, bir alışveriş merkezi yapısına uygun değil. Alışveriş koridorları tek tarafa yığılmış, karşı koridorlar zayıf ve "davet edici" değil. Gezintilerin, yani alışverişin sürekliliği için gereken "vitrinlerin devamlılığı" sağlanamamış. Bu yapı tipinde sağır duvarlar, sağır formlar istenmez. Duvarlar itici ve durdurucu etki yapar. Uzaktan hoş görünebilecek sağır formlar insanları çekmez. Müzelerde, galerilerde vs. olabilir, alışveriş merkezlerinde istenmezler. Kanyon'da merkezde yer alan küresel form, kanyona benzetilen kıvrımlarla birlikte ilginç perspektifler yaratıyor olsa da zorlama, yersiz ve gereksiz. İşlevsel değil. Projede olmaması gereken "çıkmaz"lar var.
Kanyon'un klasik bir alışveriş merkezi olmadığı, yukarıdaki değerlendirmelere sığmayacak "farklı" bir kent yapısı olduğu, "nitelikli zaman geçirmek ve keyif almak isteyenlerin, İstanbul'u ziyaret edecek bilinçli turistlerin" de ziyaret edeceği bir "kent merkezi" olduğu ileri sürülüyor. Sorun, bu "fark"ın ve projeye verilen isimlerin alışveriş merkezinin yaşamasına yetip yetmeyeceğidir.
Kanyon'un uluslararası parametrelere göre, bir kentsel tasarım projesi (urban design) olduğu tartışılabilir. Bu "kent"te sokaklar nereden gelip nereye gidiyor? Bulvardan ya da Levent'ten Gültepe mahallesine bir yaya trafiği mi var? "B" planı işleme konulup yapının üstü kapatılırsa, "kent" "yapı"ya mı dönüşecek? Dünyada şehir-yapı denemeleri varsa da Kanyon'un bunlarla ilgisi yok. Göreceli olarak küçük, tüm işlevleri içermiyor, bir ofis ve bir apartman bloku arasında 37,000 m2'lik dev alışveriş koridorları ile orantısız bir "kent" bu.
Kanyon projesinde, yatırımcı ve mimarlar "iyi bir mimari" aramışlar. Bu arayışlar saygı ile karşılanmalı. Ancak, yurtdışındaki örnekler taranırken uluslararası bilgi birikiminin ve yerel koşulların tasarımlara yansıtılmaları daha gerçekçi çözümlere olanak verecektir.
Coşkun KARADENİZ: Mimar, İTÜ, 1993-2000 arasında Cumhurbaşkanlığı Mimari Başdanışmanı