Kadınların Gözünden Kentteki Yoksunluk Biçimleri



Yoksulluk, yoksunluk, sosyal dışlanma… Birbiri ardına sıralanan bu kavramlar artık daha fazla bir arada kullanılır hale gelmiş; toplumsal yaşam daha fazla ayrışmaya, ‘biz ve öteki’ farklılaşmasına sahne olmaya başlamıştır. Günümüzde büyük kentlerde yoksullara yeni tanımlarla yaklaşılarak, eşitsiz koşulların keskinleştiği mekânsal ayrışmalara sahne olan kent yaşamında ‘yapabilirlik’e sahip olmayan insanların varlığı ile yeni yoksullar veya kent yoksulları tariflenir olmuştur. 1980’li yıllara referans edilebilecek bu süreç yoksullukla başlamış, kent yoksullarını meydana getirmiş, artık sosyal dışlanma kavramına evrilir olmuştur.

Kent Yoksulluğu ve Sosyal Dışlanma

1980’li yıllarla birlikte dünya düzeninin aldığı yeni biçimler artık yoksulluğu da yeni bir boyuta taşımış, yoksullara yeni bir çerçeveden bakmak yerine, onları tanımlayacak yeni kavramların ihtiyacını doğurmuştur. Çünkü artık küreselleşen yeni dünyada zenginlerin yoksullara gereksinimi gittikçe azalmakta ve dışlanma olgusu yaşanmaktadır. Bu tanımlamalardan biridir kent yoksulluğu… Kent yoksulluğu gelir eksikliğinin yanı sıra, kimi zaman ondan daha fazla etki eden temel kentsel hizmetlerden yararlanamama, ‘kenar’ mahallelerde yaşama, çalışma, sağlıksız çevre koşullarına katlanma, yeterli güvenliğe sahip olamamaktır. Bu koşulların hepsi bir arada mekânsal ve bireysel olarak yoksulluğun sürekli olarak yeniden üretilmesine yol açıp, kişinin yoksulluğu artık bir kader gibi algılamasına sebep olmakta, artan maliyet faktörü bu süreci perçinlemektedir. Kırdan göçüp gelen kişiler, kentte yaşamak için ilk önce ‘ev kirası’yla, bir yerden bir yere erişebilmek içinse ‘yol parası’yla tanışmaktadır.

Sosyal dışlanma konusu ise, yoksulluktan daha geniş bir çerçeve çizmekte, kişiyi gelir ve kaynak yetersizliğine sürüklemenin yanı sıra, toplumsal ilişkilerden de koparmakta ve sosyal katılımın dağılımını dengesizleştirmektedir. Yeni gelişen ve varlığı büyük ölçüde küresel ilişkilere bağlı yeni zengin kesimin küresel tüketim kültürünü beslemesi, kendini tehdit altında hissetmesi ve kent yoksullarına karşı dışlayıcı bir tavır içine girmesi, sürecin önemli bir ayağını oluşturmaktadır. Yani artık ekonomik ilişkilerin kazanan ve kaybedenleri hızla birbirinden koparması ile birlikte dışlamaya dayalı bir kültür gelişmektedir. Sosyal dışlanmayı karakterize eden nokta, sürecin dinamik olması, karakterize eden ifade ise yapabilirlik yoksunluğudur. Sosyal dışlanma ekonomik, mekânsal ve kurumsal dışlanma biçimleriyle karşımıza çıkmaktadır.

Sosyal Dışlanma ile Yoksulluk İlişkisi

Sosyal dışlanma ve yoksulluk kavramlarının her ikisinin de altyapısını teşkil eden önemli etmenlerden biri ‘sosyal eşitsizlik’tir. Ancak sosyal dışlanma yoksullukla eşanlamlı değildir. Yoksulluğun durağan bir kavram olmasına karşın, sosyal dışlanma dinamik bir süreci ifade etmektedir. Sosyal dışlanma kişileri yoksulluk sarmalına çeken sosyal, siyasî, kültürel ve iktisadî süreçleri incelemekte, yani yoksulluğun hem nedeni hem de sonucu ile ilgilenmektedir.

Sosyal dışlanma ve yoksulluk bağlamında kadınlar arasında çeşitli araştırmalar ışığında, üzerine eğilinilmesi gereken önemli nokta genç kızlar veya ikinci kuşak göçmen kadınlardır. Bu kuşak köyde doğup büyümüş ve sonradan çeşitli nedenlerle kente göç etmiş anne-babaya sahiptir ve kendisi şehirde doğmuştur. ‘Şehirli’ kimliği kazanmaya başlamış ancak bir ‘kimlik krizi’ içerisindedir. Bu duruma örnek teşkil edecek bir alıntı ile devam edersek; Tahire Erman’ın Ankara’da bir gecekondu mahallesi olan Çukurca’da yaptığı etnografik araştırmadan elde ettiği bazı bulgulara göre “İkinci kuşak kadınlar, kentin olumlu etkisini anneleri kadar açık bir şekilde hissetmemektedirler. İkinci kuşak genç kadınlar, 'şehirliler' gibi yaşamak istediklerinde, elverişsiz ekonomik şartlar yanında, ailelerinin baskısıyla da karşılaşmaktadırlar. Kimisi ise kendilerine kentte farklı, 'anlamlı' bir yaşantı ümidi veren ortamı, grupları, söylemleri aramaktadır. Bu bağlamda, radikal İslam, kadınlara (hem ikinci kuşak, hem de yeni göçen) kentte var olmak, kimlik kazanmak, yaşamlarını anlamlandırmak yönünde yeni yollar açmaktadır”.

Kent Yoksulluğu İçinde Göçmen Kadın

Kalkınma sürecinde cinsiyet eşitsizliği yani kadınların çalışma yaşamı dışında tutulması ev içi geçim stratejilerine de yansımakta, onu da kısıtlamaktadır. Kadın sabit bir geliri olmasa da ev içinde çeşitli tasarruflara yönelmektedir. Ev içi tasarruflar arasında öğün sayısını azaltma, daha ucuz mal ve hizmete ulaşmaya çalışma, çocukları okula göndermeme, eğer varsa daha başka giderleri azaltma sayılabilmektedir.

Başka bir açıdan bakıldığı zaman kent yoksulu kadınlar için geleceğe yönelik tek umutlarının çocukları ve onların okumaları, kendileri gibi olmamaları üzerinden olduğu dikkati çekmektedir. Kadınlar çocuklarının üzerinden yaşama tutunma savaşı vermekte, hayallerini onların üzerine kurmakta, mücadeleyi onlar adına onlar için vermektedir. Daha önce de bahsedildiği gibi geçinme stratejileri içinde belki de en son başvurulan bir çare olarak çocukların okuldan alınması ve geçinmeye yardımcı olması açısından çalışmak zorunda bırakılmasıdır. Çocukların çalışması, gelecekte onların yoksulluğunu beraberinde getirmekte ve böylece bir kısır döngü meydana gelmektedir. Bu risklerin yıkıcı etkileri açısından kız çocukları çok daha olumsuz şartlar altında bulunmaktadır.

İstanbul'da, Kadınlar Arasında Nesiller Arası Sosyal Dışlanma Devingenliğine Dair İzlenimler...

Saha çalışması Mayıs-Haziran 2008 döneminde İstanbul’da 1980 sonrası gelişmiş ve 1980-1990 sonrası göçlerin yöneldiği mahallelerden olan Ümraniye’nin Mustafa Kemal ve Çakmak mahallelerinde gerçekleştirilmiştir. Çalışmada köyden kente göç etmiş kadınların ve kızlarının yaşadığı kent yoksulluğunun boyutlarını tespit etmek, yaşadıkları sosyal dışlanma biçimlerinin somut hallerini ortaya çıkarmak hedeflenmiştir. Çalışmanın yürütülmüş olduğu mahallelerin seçilmesinin temel gerekçesi, sosyal dışlanma olgusunun günümüzdeki anlamıyla keşfedilişinin 1990’lara kadar uzanıyor oluşu bilgisinden hareketle, adı geçen mahallelerin 1980 sonrası gelişmiş ve 1980–1990 sonrası göçlerin yöneldiği mahalleler arasında yer almalarıdır.

Araştırma yapılan bölgede dikkati çeken en önemli unsur, gecekondularla site biçiminde yapılaşmış yüksek katlı yapıların bir arada bulunuyor oluşudur. Farklı statü-gelir gruplarının, kendi dışındaki toplumsal gruplara farklı bir şekilde yaklaşması, kendi dışındaki evreni oluşturan diğer gruplarla aralarına mesafe koyması ve ‘aynı dünyada ayrı dünyalarda’ yaşamayı tercih etmeleri, bir kentin en küçük yerleşim birimi olan mahallede aynı sınırlar içinde yer alıyor oluşlarından bile etkilenmemiştir bu çevrede. Üstelik bu sitelerde yaşayacak olan insanlar için, bu sitelerin daha ‘siteril’ olmasını doğuran önemli etkenlerden biri olan otoyol ve otomobil faktörleri, evinden otomobiline binerek işine giden bir kişi için farklı toplumsal katmanlar ve onların sorunlarıyla hiç karşılaşmaması demektir. Otoyolda yol alırken görmek zorunda kalacağı birkaç gecekondu, biçimsiz ev veya niteliksiz bina olacaktır sadece…

Kent Yoksulluğu: Nasıl Bir Yoksulluk?

Görüşülen annelerin hepsi yoksul olduklarını kabul etmekte, kentte yaşanılan yoksulluğun gerekçeleri arasında eğitimsizlik dolayısıyla mesleksizlik ve yeterli gelir getirmeyen işler veya yetersiz iş imkânları gösterilmektedir. Çalışan kızların hepsi kentte yaşadıkları geçim sıkıntısı sebebiyle çalışmak zorunda olduklarını söylemiş, hatta içlerinde çalışmak zorunda olduğu için okula devam edemediğini belirtenler de olmuştur. Köyden kente göç etmiş bu kadınların neredeyse hepsinin mesleksiz oluşu gerçeği ve çalışıyor oluşları, onların yaşadığı kent yoksulluğunu ifade eden en önemli sonuçtur.

Ekonomik Dışlanma: Çalışan Yoksullar

Ekonomik dışlanma yaşayan kişilerin çoğunluğunu anneler oluşturmaktadır. Ekonomik dışlanma durumlarından en fazla yaşananlar ‘işgücü piyasasının dışında kalma’ ve ‘düşük ücretle çalışmaya mecbur olma’ durumlarıdır. Ekonomik dışlanmanın diğer boyutunu ifade eden ‘tüketim piyasasının dışında kalma’ durumu kimse tarafından doğrudan söylenmemiş, aslında tüketim piyasasının dışında kalan veya bırakılan bu insanların bu durumun ayrımında olmadığı yorumunu doğurmuştur. Bu konuyla ilgili olarak yöneltilen “Kent merkezi deyince nereyi anlıyorsunuz?” sorusuna verilen yanıtlar arasında Kadıköy, Taksim-Beyoğlu veya Eminönü olmamış, genellikle Ümraniye cevabı verilmiştir.



Mekânsal Dışlanma: Kentlileşemeyenler

Görüşülen kişiler içinde dışlanma biçimleri arasında en fazla mekânsal dışlanma türünün yaşandığı tespit edilmiştir. Mekânsal dışlanma içinde en çok karşılaşılan durum ‘kent hayatına kolayca girememek’ ve ‘etnik yapısı sebebiyle toplum içi dışlanma’dır. Kent hayatına kolayca girememe sorununu en çok yaşayan annelerin, bu sorunu yaşıyor olmalarının en temel gerekçeleri olarak karşımıza, okuma-yazmalarının olmaması ve yakın çevre dışında hiçbir yere tek başına gidemiyor olmaları çıkmaktadır. Etnik yapısı sebebiyle dışlanma sorunu ise hem anneler hem de kızları aynı düzeyde yaşamaktadır. Ulaşım ve coğrafya açısından uzakta olduklarını düşünenler genellikle kızlardır. Annenin okuma-yazmasının olmaması, yakın çevre haricinde hiçbir yere tek başına gidememesi ve kazandığı para ile evinin temel ihtiyaçları için dahi alışverişe kendinin değil çocuklarının çıkıyor oluşu bulunmaktadır.

Kurumsal Dışlanma: Sosyal Güvence-Sizler

Kurumsal dışlanmayı ‘anne-kız’ öznesinde ‘eğitim’ ve ‘sosyal güvence fırsatlarının yoksunluğu’ açısından kızların daha fazla yaşadığı tespit edilmiştir. Kurumsal dışlanma içinde en fazla karşılaşılan durum annelerde ve kızlarda eşit olarak tespit edilen ‘sağlık hakkından ve sosyal güvence fırsatlarından mahrumiyet’tir. Halen çalışan anne ve kızlarda görüşülen bir kız haricinde hiçbirisinin sağlık sigortası ve sosyal güvencesi yoktur. Çalışmayan annelerin eşlerinin de yarısının sağlık sigortası ve sosyal güvencesi yoktur. Amartya Sen’in ifade ettiği gibi öncelik hangisinde; yoksulluk ve onun ortadan kaldırılması mı, yoksa siyasi ve medeni hakların kullanılabiliyor olması mı? Yani sahada görüşme yapılan kişilerden çıkarılan sonuca göre insanların önceliği ekonomik olarak daha rahat olmak, diğer haklar, özellikle siyasi ve medeni haklar olmasa da olur izlenimidir.

Sonuçta...

Kentteki yoksulun adresi gecekondulardır ve gecekondulu artık köylü değil, kentin yoksuludur. Hemşehrileri tarafından dışlanan, informel ilişki ağları içine girmeyi başaramayan, Doğu'dan zorunlu göçle gelip, çok kötü durumdaki konutlarda kirada oturanlar gecekondu araştırmalarında ortaya konulmuşlardır. Ancak yine de kimi zaman bu mahallelerde yaşayanlar İstanbul’un çeşitli semtlerinde yaşayan diğer gecekondulular gibi hala kente adım attıkları ilk yıllardaki gibi Tahire Erman’ın deyişiyle ‘Köylü Öteki’ olarak görülmektedir. Gecekondulu hep ‘Öteki’ olarak ya kültürel olarak eksiktir, ya ekonomik olarak dezavantajlıdır, ya yoksuldur ve yardıma muhtaçtır, ya da haksız yere zengin olandır. Gecekondulu kentli kesimin karşısında hala asimetrik bir konuma sahiptir.

Toplumun en umutsuz kesimi olarak kabul edilebilen bu gecekondulu kent yoksulları ve dışlanmışlar arasında cinsiyete dayalı ayrımcılık ve eşitsiz koşullar da karşımıza çıkmaktadır. Heidi Wedel bir araştırmasında kadınları kamusal yaşamdan dışlayan sosyo-kültürel etkenleri ve sahaları şöyle sıralamaktadır; eğitim hayatı, iş bulma imkânı, özgüven eksikliği, toplumsal baskı ve denetim. Cinsiyete dayalı ayrımcılık kısıtı altında yaşam mücadelesini sürdüren yoksul kadınlar, karşı cinse oranla kent yaşamına katılmada, yaşadığı kenti tanımada, sosyo-kültürel aktivitelere katılmada pek çok eşitsizlikle karşı karşıyadır.

Kadınların yaşadığı bu kısıtların yanında, yaşanılan sosyal dışlanma olgusu da, onu yaşayanların temel yaşam haklarını elinden alan veya kısıtlayan bir olgudur. Saha çalışmasından çıkarılan sonuçlara göre, kadınlar ve kızları fark ettikleri ve ifade ettikleri ya da farkında bile olmadıkları dışlanma biçimleri yaşamaktadır. Bu dışlanmışlıklar onların insanca yaşayabilme, eğitim hakkından dilediğince faydalanabilme, sosyal güvenceye sahip olabilme gibi en temel yaşam haklarından mahrum bırakmaktadır. Kent (-liler) onları benimsemediği sürece, onlar da kenti benimsememekte, kent yaşamı barınabilme-beslenebilme-giyinebilme üçgeninde sürüp gitmektedir. Bazı annelerin belirttiği gibi, bu çevrede yetişen ikinci ve üçüncü nesiller için sosyal güvence-siz, eğitim-siz, hizmet-siz, meslek-siz bir gelecek kaygısı söz konusu olmaktadır.

• • •

8 Mart kimine göre Dünya Kadınlar Günü, kimine göre Dünya Emekçi Kadınlar Günü. Tarihi 1857 yılında
New York'ta dokuma emekçisi kadınların insanca bir yaşam isteyerek; eşitsizliğe ve ayrımcılığa karşı mücadele etme hedefli örgütlenmeleri ve mücadeleleri ile başlayan bir sürece dayanan gündür aslında. Bana göreyse sadece çalışan, üreten değil; “ev hanımı” olup hiçbir kurum ve konumda “çalışıyor” görünmeyenlerin de günüdür. Vitrinlerde yüzde bilmem kaç indirimler, bedavalar, promosyonlarla tüketim kültürüne dahil bir gün olarak Dünya Kadınlar Günü diye adlandırılan bu gün, kentteki kutlama etkinliklerinin semtine, yerine, yurduna uğramadığı sıfatlı – sıfatsız tüm kadınların gerçek adıyla Dünya Emekçi Kadınlar Günü’dür.

bir kadınım ben ve insan kadın olunca
her şeyi unutur yüreğinin içindekinden başka
lale müldür

• • •

Aysun SARI  aysunkoca@gmail.com