2008 yılında yenilenerek, daha modern ve fonksiyonel hale getirilmesi planlanan İstanbul Atatük Kültür Merkezi bildiğiniz üzere hala kapalı. Her sene çeşitli spekülasyonlar, açıklamalar ortaya atılıyor hükümet görevlileri tarafından. Gün geçmiyor ki “AKM açılsın artık” diye isyan etmesin sanatseverler. Geçtiğimiz hafta, “AKM Ekim 2013’te açılacaktır” diye yeni bir haber aldık hatta Turizm Bakanı’mızdan! Umutla bekliyoruz; gelişmeleri hep beraber göreceğiz. Sorun şu ki; İstanbul’lular yıllar boyunca AKM’yi şehrin sanat merkezi olarak bellediler elbette haklı olarak. Kapatılınca yıkıldı herkes sanki başına gelecekleri önceden bilirmiş, uzun yıllar boyunca açılmayacağını bilirmiş gibi... Haklı da çıktılar neticede... AKM açılmadı. Ben de bu duruma isyan edenlerin başını çektim yıllarca içinde çalıştığım, çocukluğumun, o büyülü tınılarla, ezgilerle, notalarla içinde geçtiği, sanatı; sanatın merkezinde soluyarak o mekânın ruhunu hissettmiş biri olarak. Üzülsem de, AKM’nin kapatılmasından doğan belki de tek iyi sonucu görmeyi başardım ama: Süreyya Operası’nın yeniden doğuşunu... Belki denk geldi biri kapatılırken diğerinin yenilerek açılması, belki de planlıydı. Bunu asla bilemeyiz. Ama İstanbul’un opera açlığına, sanat ihtiyacına cevap verebildi Süreyya Operası.
Adında “opera” kelimesini taşıyan bir binaya sahip olmamız bile ayrıcalıklı bir lüks Türkiye’de.
Ne yazık ki diğer Avrupa ülkelerinde olduğu gibi konser salonlarımızı, tiyatro binalarımızı ya da ( var olmayan) opera binalarımızı gururla turistlere açıp sergileyemiyoruz. Gösteri sanatlarına milletçe ayırdığımız ilgi, ne devletin bütçesinden çıkıp mimari anlamda da somutlaşarak bize katkı sağlayacak bir noktaya ulaşabiliyor ne de bir yarışma projesi olarak kalıp arşive kaldırılmaktan kurtulabiliyor. Bu noktada, en azından elimizde olanın değerini bilmek de bize düşüyor.
Kadıköy’deki Süreyya Operası’nın, AKM’nin kapandığı anda kurtarıcı olarak devreye girmesi iyi oldu. Yine de 52bin m2’lik alandan yaklaşık 5bin m2’lik bir alana taşınmaya zorlanan, AKM’nin 1300 kişilik seyirci kapasiteli büyük salonundan ayrılarak, Süreyya’nın 570 kişi alabilen seyircisiyle yetinmek zorunda kalan İstanbul Devlet Opera ve Balesi çalışanlarının ne gibi zorluklar çektiğini anlatmaya gerek yok sanırım. Kadrolar küçüldü, oyunlar değişti, hiçbir şekilde sahne arkasına sığmayan güzelim dekorlar mecburen açık alana atılarak yağmurun, karın altında şişerek çürümeye terk edildi vs... Zorluklar olsa da, “kötünün iyisidir-sahnesizlikten iyidir” mantığıyla herkes yine de mutlu olmaya çalışarak sanatını yaşatmaya devam etti.
Türkiye’de ki modern mimarinin ilk örneklerinden sayılan Atatürk Kültür Merkezi’nin mimari değeri ile Süreyya Operası’nın arasında çok fark var .
Bana göre operayı anlamak ve hissedebilmek; operanın ruhuna saygı duyan, Avrupa’da ki eski aristokrasi adetlerinde olduğu gibi, bize o görsel ihtişamı yaşatabilen, altınla kırmızı rengin buluştuğu mekansal ilişkiyi iyi ifade eden, daha klasik üsluplarda inşa edilen binalarda olmayı gerektirir. Rönesans, Barok, Gotik gibi, mimari anlamda birbirinden ayrılan ve ihtişamlı sanatsal çalışmaların yapıldığı dönemlerin stilini yansıtır genelde opera binaları. Varaklarla, heykellerle, rölyeflerle, fresklerle, kaidelerle, süslemelerle hem mimari hem de müzikal anlamda çeşitliliği ve zenginliği sembolize eder opera binaları. AKM, 1960’lı yılların sonunda Cumhuriyet Dönemi’ni yansıtan bir edayla açılırken, Süreyya Operası ondan çok evvel, 1927 yılında Alman ve Fransız tiyatrolarından esinlenen karma bir mimari stille ile açılmıştı. AKM uzun yıllar boyunca geçirdiği yangın ve diğer tüm aksaklıklara rağmen 2008 yılına kadar görevini sürdürmüş, Süreyya Operası ise başlarda tasarlanma amacına uygun olarak inşa edilmiş olsa da asla işlevini yerine getiremeyip uzun yıllar boyunca sinema salonu olarak hizmet vermiş bir bina idi. Süreyya’yı özgün kılan değer ise o dönemde ( 1920’lerin başında) Süreyya İlmen Paşa gibi vizyon sahibi bir adamın, yurtdışına uzun ve zorlu yolculuklar yaparak Avrupa’daki benzer opera saraylarını gezip, modellerini getirterek içlerinden en uygun gördüğü birkaç yapının özelliklerini birleştirerek Kadıköy’lülerin sosyal ve kültürel ihtiyaçlarını karşılamak maksadı ile binanın inşa edilmesini sağlamasıdır. Paris Champs-Elysees Tiyatrosu, Süreyya Operası ile oldukça benzer bir cepheye ve fuaye alanına sahiptir. İzmir Elhamra Sineması’nın opera sarayına dönüşme yolculuğunun bir benzerini tecrübe eden Kadıköy Süreyya Sineması; yıllar sonra, gecikmeli de olsa, Paşa’nın tam da istediği gibi, tasarlanma amacına uygun olarak 2007’de nihayet opera salonuna dönüştürülmüş ve İstanbul’luları “AKM’sizlik” ten bir süreliğine kurtarmıştır.
Süreyya Operası’na kent bağlamında hangi noktada duruyor diye bakacak olursak, yurtdışında bu tip binaların genelde şehrin merkez bölgelerinde, beraberindeki meydanla birlikte varlık gösterdiğini unutmamalıyız. Opera binaları genelde sembol haline gelerek, şehir için bir nirengi noktası olur (AKM örneğinde ki gibi) ve insanlar tarafından kolayca algılanırlar. Bu anlamda Süreyya Operası konum olarak Kadıköy’ün en işlek caddelerinden biri olan Bahariye Caddesi’nde, ulaşımı kolay sağlanan ve hem turistik hem de yerel anlamda alışveriş merkezi haline gelmiş bir caddede konumlanmaktadır. Dolayısı ile aslında mimari anlamda “opera binası” adını alabilecek ölçekte olmasa da, “Türkiye’de Opera Binaları ” kriterlerine baktığımızda gereken anahtar kelimeleri bünyesinde barındıran; form, işlev, konum gibi öğeleri başarıyla taşıyan Süreyya Operası, AKM açılsa bile uzun yıllar bizlerle birlikte kalacak ve 1920’lerin o hoş esintisi ile hayatımızdan operayı, tiyatroyu, sanatı çıkartmamayı başaracaktır.