Kâbe’yi Sirke Çevirmek İstiyorlar



Tüm Müslümanların gözü aydın! Mekke’yi, Mekke yapan “Kâbe-i Muazzama”, “muazzam” olmaktan çıkıyor “görkemli sirk”e dönüştürülüyor!

1. Perde:

Türkiye’de ilk kez bu köşede 17 Nisan 2001’de Mekke’deki Osmanlı Ecyad Kalesi’nin yıkılarak gökdelenlerin yapılacağını duyurmuştuk. Suudi Evkaf Bakanı Dr. Abdul Rahman el Matrudi, yarım milyar dolara mal olacak projeyi Kral Fahd’ın onayladığını açıklamıştı.

Mekke’yi korumak amacıyla yapılan üç kaleden biri olan Osmanlı Ecyad Kalesi yakındaki tepeden Kâbe’ye bakıyordu. 1781’de yapılmış, 1884’te onarılmıştı. 800 kişilik Osmanlı topçu birliği konuşlanmıştı.

El Matrudi, 297 dönüm üzerinde, 924 lüks daireli, 17-32 kat yükseklikleri olan, 11 gökdelende, devre mülk dairelerden başka beş yıldızlı, 1220 odalı bir otelin yanı sıra 1600 arabalık otoparkı bulunan bir alışveriş merkezinin planlandığını duyurmuştu.

Türk Dışişleri Bakanlığı, UNESCO devreye girip “Yapmayın, etmeyin bu tarihsel mirası yıkmayın” dedilerse de gözünü para bürümüş “dini bütün” Suudilere söz geçirememişlerdi! 2002’de kale yıkıldı. Yerine Nev York’taki “Empire State Building” özentisi gökdelenler yapıldı. Bazı Türklerin de “daire” satın aldıkları yazıldı.

2. Perde:

Kâbe’nin kutsallığı gökten düşmüş bir kara taştan gelir. Bu göktaşı, İslamiyet döneminden yaklaşık iki bin yıl önce Urfalı hemşerimiz Hazreti İbrahim’in (Abraham) döneminde, düşmüş olmalıydı. İbrahim, kurban edemediği oğlu İsmail’e “Bana bir taş getir de tavafın nereden başlayacağını işaret edeyim” demiş. Oğul da yandaki dağdan aldığı 18 cm. yarıçapında, yumurta biçimli bu kara göktaşını babasına vermiş.

Mekke’de “tavaf edilen (çevresinde dönülen)” göktaşı, Polatlı yakınında Ballıhisar Köyü’ndeki Pessinus antik kentine düşen kara göktaşından farksızdı. Frigler, o noktayı “ana tanrıça Kibele”nin kutsal yeri kabul ettiler. Taşa taptılar!

“Güney” anlamındaki “Kıble” sözcüğü Arapça değil, Anadolu kökenli “Kibele”den gelir. Arapçası “Hacer-i Esvet”, yani “hacer (kara) esvet (taş)”, yani “kara taş” demektir. Mekke’deki kara taş başlangıçta bir bütündü, zamanla 12 parçaya ayrıldı. Bugün Mekke’de 8 parçası var. Biri İstanbul’da Kanuni’nin Süleymaniye Camii’nde, üçü de ünlü sadrazamı Sokullu Mehmet Paşa’nın camiinde “kutsal emanet” olarak bulunmaktadır.

Bu parçaları Mekke’den İstanbul’a bir harem ağası getirmiş. Garip bir rastlantı, Kibele’nin rahipleri de harem ağası gibi hadımdılar! Romalılar, Pessinus’tan Kibele’nin kara göktaşını Roma’ya götürdüler. Puta tapılmasını yasaklayan İslamiyete inananların milyonlarcası ise günümüzde bu taşın çevresinde dönüp duruyor!

Bu taş parçalarının bulunduğu “Mescid-i Haram”ı çevreleyen Kâbe’nin avlusu Kanuni’nin emriyle genişletildi. 500 kadar küçük kubbeli, revaklı “portiko (sundurmalı alan-sütunlar üzerindeki kemerli)” yapıyı Mimar Sinan planladı, 1590’da mimar Mehmet Ağa uyguladı.

3. Perde:

Suudiler, şimdi de Kâbe’yi simgeleştiren Sinan’ın çizimi bu Osmanlı yapısını yılbaşından sonra yıkıp “tavaf (dönme) alanı”nı genişleterek tıpkı bir sirkin “yusyuvarlak” görünümünde yaratacaklar. Hayvanların, cambazların gösteri yaptığı “sirk” sözcüğü Latince “circus (daire)”den gelir!

Bu sirke bakan 80 katlı çok sayıda ve 20 katlı 60 gökdelen ise tribün görevi yapacak. 100 bin kişinin yaşayacağı bu yapılara 12 şeritli yolla ulaşılacak. “Harem-i Şerif”te okunacak ezan, özel sistemle konutlarda dinlenebilecek.

14 milyar dolara mal olacağı öngörülen bu yapılanmayı “Bin Ladin Şirketler Grubu” adlı Suudi müteahhitlik firması yüklendi. Şirketin kurucusu Muhammet Bin Ladin, 1930’da Yemen’den Suudi Arabistan’a gelmiş, Ortadoğu’nun en önemli müteahhitlerinden biri olmuş, 1968’de öldüğünde 11 milyar dolar miras bırakmıştı.

Oğullarından birini tanırsınız? Nev York’ta 11 Eylül’de ikiz kuleleri yerle bir eden terör örgütü “El Kaide”nin kurucusu Usame Bin Ladin!

4. Perde:

Dünkü Cumhuriyet’te “Domuz Gribi” korkusundan dünyadaki turist sayısının 922 milyondan 850 milyona düştüğüne ilişkin bir haber vardı.

“Domuz Gribi” hükümeti ikiye böldü. Bir “Risk (tehlike) grubudur” gidiyor. Bu gruplara bakınca ister istemez, her insan ucundan kulağından kendisinin de “tehlikeye” bulaştığını görüyor. Domuz gribi tehlikesi çocukların oyunda “ebeyi” seçmek için kullandıkları şu tekerlemeyi anımsatıyor:

“Oooo! Mooo! / İğne battı! Canımı yaktı…/ Tombul kuş ,/ Arabaya koş, / Çıngırdaklı / Mıngırdaklı kuş…” Bir başka deyişle ha “Domuz Gribi”, ha “Rus Ruleti”… Kimde patlayacağı belli değil…

İnsanlara aşı olup olmama konusunda yazı tura attırıyor. Kimileri “Maşallah ben domuz gibiyim” diyor aşı olmuyor ya da Başbakan gibi “mekruh domuzun aşısını da istemem” diye düşünüyor. Kimileri de Cumhurbaşkanı gibi gazetecilerin sorusunu “Risk grubunda mıyım” gibi soruyla karşılıyor. Kimileri de neme lazım diyerek aşı oluyor ya da Sağlık Bakanı gibi ilkokullarda “ben aşıdan maşıdan korkmam” diyen kahraman çocuk havasıyla öne çıkıyor.

Grip, en çok toplu alanlarda salgınlaştığı için okullar da tatil ediliyor. Benim anlamadığım nokta, 120 bin kadar Türk hacısı bu yıl neden hacca gönderiliyor? Kimileri havaalanında aşı yaptırıyor, kimileri yaptırmıyor. Kendi bilecekleri iş! Ancak, bu kadar insanı dünyanın dört bir köşesinden gelen birkaç milyon insanın içine göndermek akıl alacak iş mi?

Hacılar aşı olsa ne yazar, olmasa ne yazar? Orada alacağı mikrobu “portör (taşıyıcı)” olarak Türkiye’ye getirmeyecekler mi? Aileleri, akrabaları, komşuları için tehlike yaratmayacaklar mı? Bir anlamda bu hacılar dönüşlerinde 120 bin “canlı domuz gribi bombası” olmayacaklar mı? Acaba bu yıl Süleymaniye ve Sokullu Mehmet camilerindeki kara taşlar devreye sokulsa ne olur?