Jean Nouvel’in Paris’teki Son Eseri “İlksel Sanatlar Müzesi” Hizmete Açıldı.
Jean Nouvel ve 'İlksel Sanatlar Müzesi'
Jean Nouvel tarafından tasarlanan ve Chirac projelerinden en önemlisi olan Paris’teki “İlksel Sanatlar Müzesi” (Musée d’Arts Premiers) tartışma yarattı. The Guardian Gazetesi mimari eleştirmeni Jonathan Glancey yapının kendisini etkilediğini belirtiyor...
1989 yılında Paris’in La Défense bölgesi için tasarladığı 'Sonu Olmayan Kule' (Tour Sans Fin) projesi hayata geçirilemeyen Jean Nouvel, bu yeni müzeyle Paris’e yeniden damgasını vuruyor. Olduğundan daha narin ve küçük görünen binalar tasarlamakla ünlenen Jean Nouvel, Paris’te daha önce de şeffaf ve opak cephe modüllerinden meydana gelen Arap Dünyası Enstitüsü'nü (Institut du Monde Arab) ve Cartier Vakfı’nı (The Foundation Cartier) hayata geçirmişti. Bu yapılarda bir galerinin nerede başlayıp nerede bittiğini kestirebilmek güçtü.
Nouvel, yapılarının çoğunda doğal olanla insan yapısı olanı birbiriyle bağdaştırabiliyor. Pekçok mimarın ofis yapılarında metal güneş kontrol elemanları kullanarak çözmeye çalıştığı sorunu Nouvel bambuyla çözüyor. Nouvel, kamusal ve ticari binaların ağırlığını yumuşatma becerisini, Seine Nehri kıyısında yer alan, diğer ismiyle 'Musée du Quai Branly'de de gösteriyor. Müzede Asya, Afrika, Okyanusya ve Amerika’dan yerel sanat eserleri sergileniyor. Yapı, nehir kenarında Hausman döneminden kalma büyük apartman bloklarıyla yanyana ve Eyfel Kulesi’nin gölgesinin düştüğü bir yerde bulunuyor.
Galeri, 1980 ve 90’ların başlarında 'Büyük Projeler' ile Paris’e damgasını vuran Francois Mitterand’in, Jacques Chirac muadili olarak yorumlanıyor. Chirac, Paris’te yaşayan göçmenlerin de bu müzeyi takdir edeceklerini, hatta seveceklerini düşünüyor. Le Monde gazetesinde yer alan yoruma göre müze Chirac’ın Paris’te bugüne kadar gerçekleştirdiği en önemli eser. Ancak müzenin Fransızların sömürgeci ruhunu uyandırdığını veya eserlerin geldikleri ülkelere iade edilmeleri gerektiğini düşünenlerin sayısı da az değil.
Hızlı büyüyen bitkilerle yarı gizlenmiş ve basık olan binayla ilgili Nouvel’in yorumu şöyle: “Araziye sığınmış ve keşfedilmeyi bekleyen yapı, batı mimarisinin bir ürünü olmak yerine bu aykırı sanat eserlerine hizmet etmek için tasarlandı”. Son yıllarda mimari fotoğrafçılar, “ikonik” binaların alışılagelmiş pozlarını çekerek bunlara popüler birer lakap takmaya alışmışlardı. Bu durum, Londra için önerilen yeni ofis kuleleri için de geçerli. Ancak Jean Nouvel ve Norman Foster’ın ortaklaşa planladıkları Walbrook Square binası bir istisna oluşturuyor. Bu bina iç sokaklardan oluşmuş bir demet biçimindeki tasarımıyla, alışılageldik ofis binalarından biraz farklı. Daha çok, birbirine yaslanmış iki ekmek köşesini andıran yapıların arasındaki boşlukta; meydanlar, havuzlar ve ağaçlarla bölünen mağazalar yer alacak. Bu yapı, Londra semalarını da işgal etmeye başlayan Şangay stili kulelere bir cevap niteliğinde.
Paris’teki müzenin adı da tartışma yaratmıştı. Oldukça iddiasız bir isim olan 'Musée du Quai Branly'nin seçilme nedeni de bundan kaynaklanıyor. Ancak, Müze Müdürü Stéphane Martin’in de belirttiği gibi uzun zamandır ilk kez bir müze ulusal kimlik dışında birşeylerden bahsediyor. Bu yaklaşım bugüne kadar egemen olan “en iyi sanat eserleri Fransızdır ya da en azından Fransızlarca onaylanmış olanlardır” anlayışına bir karşı çıkış. Müzeyi tanımlarken 'ilkel' ya da 'kavimsel' tanımlarının yerine 'ilksel' (Musée d’Arts Premiers) tanımının seçilmesinin altında yatan neden de bu. Martin bu tanımın da aslında 'Batı'nın bakış açısını' yansıttığını ekliyor. Müze felsefesini, Chirac’la son zamanlarda yakın ilişki içinde bulunan sanat tarihçisi Jacques Kerchache’nin “sanatlar arasında hiyerarşi olmaz” önermesinden alıyor.
11 yıllık geçmişi olan projede Nouvel’in amacı, "tek bir mimari anıt yerine birkaç binadan oluşan bir bölge yaratmak". Bu bölgenin içinde, el oyması Afrika maskelerinden Amazon’dan gelen tüyden yapılmış şapkalara, Ortadoğu’nun el yapımı mücevherlerinden 11. yüzyılda Mali’de yapılmış müzik enstrümanlarına ve heykellere kadar 300 bin parça eser yer alıyor.
Sonuç ise, cadde boyundan içeri çekilmiş akış halindeki binalar aracılığIyla ormanlık bir alanda yürüyüş hissi uyandırıyor. Binalar birbirine, tavan resimleri Avustralyalı Aborjin sanatçılar tarafından yapılmış köprü ve lobilerle bağlanıyor. Binalar yerden 10 metre yükseltilerek altlarında kalan alanlara patikalar, havuzlar ve gömülü bir amfitiyatro yerleştirilmiş. Koridor biçimindeki bu iki katlı strüktürler, geometrik biçimli farklı boyutlardaki beton bloklarla sonlanıyor.
Müzenin bahçeden görünüşü
Galeri mekanlarından görünüş
Seine Nehri’ne bakan bloklardan birinin cephesi, 150 farklı türden 15 bin bitki ile örtülmüş. Ziyaretçiler için tasarlanan restoran ise Eyfel Kulesi’ne bakıyor. Bahçedeki bitkiler henüz olgunlaşmamış olsalar da, zamanla binayı örtmesi bekleniyor.
Lucerne Kongre ve Kültür Merkezi
Yapıdaki mimari çeşitlilik ve iç-dış mekan ilişkisiyle, müzelerde yaşanan yorgunluğun en aza indirilmesi hedefleniyor. Müzenin odağındaki galerilerin biraz daha karanlık ve gizemli olduğu bir gerçek, ancak bu alanlar da günışığına ve dışarıda büyüyen ormandan geçen patikalara açılıyor.
Nouvel Paris’te daha önce de yaptığı gibi farklı kültürleri yaşama entegre etmekteki başarısını bir kez daha kanıtlıyor. Jean Nouvel’in, İsviçre Lucerne’de müzik festivaline ev sahipliği yapan Kongre ve Kültür Merkezi Binası gibi en anıtsal binalarında bile birçok ‘ikonik’ binada bulunmayan ‘ince dokunuşu’ görmek mümkün. Dünyadaki en iyi oditoryumlar arasında yer alan bu bina (oditoryumlar akustik bir rock konserine ya da klasik müzik konserlerine aynı kalitede karşılık verebiliyor), mekanları bir araya toplayan konsol çatısıyla aynı zamanda şehri de kucaklar gibi. Binanın hizmete açıldığı 2005’ten bu yana sadece 50 bin nüfusa sahip olan Lucerne, Avrupa’nın en önemli kültür şehirlerinden biri haline gelerek dünya dinleyicisine oynamaya başladı.
Müze Hakkında Uluslararası Basında Çıkan Diğer Yorumlar
Müze şantiyesini ziyaretlerinden birinde Jacques Chirac
The London Times, Chirac’ı, Fransa’nın etnoğrafik birikimini sergilerken kendini küresel kültürün himayecisi gibi göstermeye ve bu eserlerin, "Avrupa’lı sömürgeci zihniyetli koleksiyonerler olmaksızın tesadüfi olarak biraraya geldiğini" iddia ederek tarihi yeniden yazmaya çalışmakla eleştiriyor.
New York Times ise "Kolomb öncesi Maya figürleriyle 19. yüzyıl Afrika maskeleri arasında, Paris’te iyi bir sergilemeye duyulan ihtiyaç dışında nasıl bir ortak yön bulunduğu" sorusunu soruyor.
Müzenin mimarisi genelde beğenilirken Newsweek Dergisi, "balta girmemiş orman metaforu öyle abartılı işlenmiş ki aptalca ve küçümseyici görünmeye başlamış" eleştirisini getiriyor.
Ancak Financial Times’ta ise müze övülüyor. Galerileri "sarsıcı hayal mekanları" olarak tanımlayan gazete, Chirac’ın kendisi için bireysel bir başarı olarak görebileceği müzenin "Paris’e verilmiş gerçek bir ödül" olduğunu belirtiyor.