Jean Nouvel’in Esprileri



Dünyanın çeşitli yerlerinde 200’den fazla projeye imza atmış olan Nouvel’in yapıları da aslında tıpkı Santiago Calatrava ya da Frank Gehry’ninkiler gibi kolayca okunur hale geldi son yıllarda. Mimarların Nouvel imzalı yapıları bir bakışta tanıyabilmesi artık zor değil; çünkü onun, hiçbir dönemi anımsatmayan, geçmişe atıfta bulunmadan çevresiyle bütünleşen, deneysel çalışmaların sınırlarını zorlayan ve fark yaratan projeleri, dönemin diğer mimarlarının eserleri arasından kolayca sıyrılıyor.

Işık mimarisine olan hayranlığını bilinen Nouvel, 21. yüzyılın teknolojisini ve malzemesini birçok riski göze alarak kullanır. Yapılarında ‘şeffaflık’ kavramına ayrı bir önem veren Nouvel; daha çok kırılganlık, titreşim ve doku gibi temeller üzerine odaklanırken irrasyonel simetrisi, düz çatıları, sivri formları ve cephelerde kullandığı tasarım oyunlarıyla, Christian de Portzamparc’tan sonra 2008 yılında Pritzker ödülünü kazanan ikinci Fransız mimar oldu...

Seksenli yılların sonunda tasarladığı Arap Dünya Enstitüsü ile o dönemde büyük yankı uyandıran Nouvel; otuz bin adet ışığa duyarlı metal diyafram kullanarak oluşturduğu interaktif cephede, evlerin içinin görülmesine engelleyen kafesli cumba sistemi olan, müşrefiyeleri kullanarak Arap ve İslam dünyasına gönderme yapan; fakat aynı zamanda batılı kalan modern bir bina yarattı. Nouvel, bu eşsiz yapıyla 1989’da Ağa Han Mimarlık Ödülü’nü kazandı.   

Çizimlerle değil kelimelerle çalışan bir mimar…

Nouvel, bir röportajında, “yerel tarih ve coğrafyadan uzak, bağımsız nesneler halindeki binaların mimaride otizmi doğurduğunu” belirtir. Doğal ortamına uygun koşullarda, tasarım kriterlerini de baz alarak günümüz mimarlarının aksine çizimlerle değil kelimelerle çalışır Jean Nouvel. Kültür, ortam, müşteri gibi etkenler onun projelerinin oluşumu ve gelişiminde büyük rol oynar. Kendine has bu mimari dili, zaman zaman alay konusu olsa da Nouvel, çizgisinden ödün vermez ve esprili bir dille yaratıcı çalışmalarını sürdürür. Paris’teki tarihi Lyon Opera Binası’nın üzerine eklenmek üzere tasarladığı camdan silindirik formlu 6 katlı yapıyı bir ekmek kızartma makinesine benzeterek kendisi ile dalga geçmesi, onun mimarlığının ne kadar eğlenceli olduğunun bir ispatı.

“Jenerik mimarisine karşıyım” diyen Nouvel’in yapılarında göze çarpan bir diğer nokta da; aslında son derece yalın ve gösterişsiz olan binalarının, ışık oyunları ve renklerle insan gözüne son derece süslü ve karmaşık gelmesi. Oysa onun formlarında genellikle yatay ve dikey düzlemde yaptığı eklemeler veya çıkmalardan oluşan ve bir lego oyunu kadar basit çözümlemeler görürüz.

2007’de düzenlenen Tour de Verre proje yarışmasında birincilik ödülü alan ve Manhattan’daki Modern Sanatlar Müzesi’nin yanına inşa edilmesi planlanan 75 katlı gökdeleni; daha önce de Paris’te yapmak istediği ‘Sonu Olmayan Kule’de olduğu gibi aşağıdan yukarıya doğru uzanırken renk değiştirir, göğe doğru yükseldikçe bulutların arasında saydamlaşır ve insana hiç bitmeyecekmişçesine sonsuza kadar yükseldiği izlenimini verir.

Nouvel’in performans sanatı binalarının çoğunda, müzik ve mimarlık ilişkisi uyum içindedir…

2006’da tamamlanan ve içinde üç ayrı salonu bulunan Minneapolis’teki Guthrie Tiyatrosu ise un değirmenlerinin arasında endüstriye savaş açmış bir görsel sanatlar sahnesi gibidir. Çevresiyle uyumlu bu metalik cam kütle, Mississippi Nehri’nin sesini duyabilecek kadar suya yakındır. Binanın üzerine eklenmiş çıkma 53 metrelik yatay köprü, sanki havada asılı kalmışçasına öylece durur; zaman ve mekân ilişkisini sorgulamamızı sağlar. Ana kütlenin cam cephesiyle birlikte gökyüzüne de yansıtılan saydam LED mesajları ve etkinlik görüntüleri yapıya hareketlilik kazandırmakla birlikte, sanki geceleri tiyatronun hayaletlerinin civarda dolaştığını düşündürür insana…



Şehir planlaması, ekoloji ve mimarlık üçgeninde Nouvel


Nouvel’in performans sanatı binalarının çoğunda müzik ve mimarlık ilişkisi uyum içindedir. Örneğin etrafı şeffaf mavi camlarla kaplı Kopenhag Konser Salonu’nda da geceleri görüntüler dışarıya aktarılır ve şehrin sanatla interaktif bir şekilde bütünleşmesine imkân tanınmış olur.

Başlangıçta suyun içine dalan bir gemi formunda tasarlamayı planladığı İsviçre’de ki Luzern Konser Salonu’nu ise; mevcut şehir planlaması ve ekolojik sebeplerden dolayı değiştirir. Suyu, binaya bir kanalmışçasına taşıyan, dışarıyı içeriye alan, içeriyi de dışarıya taşıyan bu fikrinin ana temasını da “dahil etmek” olarak nitelendirirken, su kanallarını binaya çekerek gölü, üzerini kapatan çatı ile korur.

Paris’te yaptığı Cartier Vakfı binasında ise cam yapıyı bahçe ile öylesine bütünlük içinde birleştirir ki; bahçe duvarıyla ana bina duvarı arasındaki sınır belirsizleşir.

Her yeni projesinde farklı bir yaklaşımı ortaya koyan Jean Nouvel, cesur çizgisiyle döneminin imkanlarını zorlayarak herhangi bir akıma dahil olmayı reddeder. Nouvel, eserleriyle anlatmak istediğini anlatıyor netlikle... Kendini tekrar etmekten kaçınan Nouvel’in bu konuda oldukça başarılı olduğunu söyleyebiliriz. Onun her bir projesinin farklı bir hikâyesi vardır. Nouvel’in hayal gücü, yeteneği ve günümüz teknolojisi birleşince bu yapılar; yaşayan, nefes alan birer organizmaya dönüşerek insan, doğa ve şehirle bütünleşmiş ruhu olan kütleler haline gelmişlerdir.

2005’te yayınladığı Louisiana Manifestosunda “Günümüz modernliğinin tek marifeti, gezegenimizin dört bir yanına yapayalnız nesneler saçmak mıdır? Mimarlık; yaşayan bir mekânın soluğunu ve nabzını özenle dinlemektir. Bütün bu ritimleri yorumlayıp yaratmaktır” diyen Nouvel’in tasarımlarının modern mimarinin bir uzantısı olarak belki de ileriki yıllarda adını koyacağımız yeni bir stille tanımlanabileceğine inanıyorum.

Kaynaklar

designboom interview / jean nouvel
designboom interview / jean nouvel: tower verre - MoMa extension
arcspace / Guthrie Theater - Ateliers Jean Nouvel